2. 1 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak
ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların
dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun,
bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında AŞAR’ın ortaya çıkışına yol açan
faktörler, aynı dönemde başka ülkelerdeki vergilerle
benzerlikleri, konuluş ve kaldırılışını etkileyen faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 2
Ödev Konuları
3. 2 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında Osmanlı’da şer’i ve örfi
vergilerin ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 3
Ödev Konuları
4. 3 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak
ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların
dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun,
bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında TÜRKİYE’DE VARLIK VERGİSİ’ nin
ortaya çıkışına yol açan faktörler, aynı dönemde başka
ülkelerdeki eşdeğer vergiler, konuluş ve kaldırılışını
etkileyen faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 4
Ödev Konuları
5. 4 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin
de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi
gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve
değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE
GELİR VERGİSİ ve KURUMLAR VERGİSİ’ nin ortaya
çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 5
Ödev Konuları
6. 5 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KDV
ve ÖTV’nin ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 6
Ödev Konuları
7. 6 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA KAMU
BORÇLANMASI’nın ortaya çıkışına yol açan faktörler
ve DÜYUN’U UMUMİYE BORÇLARI.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 7
Ödev Konuları
8. 7 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında TÜRKİYE’NİN IMF’YE
BORÇLANMASINA yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 8
Ödev Konuları
9. 8 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında OSMANLI’DAN BU YANA
SOSYAL HARCAMALARIN ortaya çıkışına yol açan
faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 9
Ödev Konuları
10. 9«Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez
ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de
(vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir
oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin
koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek
gerekir».
Bu bakış açısı altında KAMU MALİYESİ TEORİSİ’NİN
TARİHSEL GELİŞİMİ VE BUNU ETKİLEYEN
FAKTÖRLER.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 10
Ödev Konuları
11. Tarihsel olaylar ve olgular genelde iki felsefi bakış ile
açıklanırlar: Felsefi İdealizm ve Felsefi Materyalizm.
Burada sözü edilen felsefi idealizmin ve felsefi
materyalizmin, “dürüstlük” ya da “ideallerin peşinden
gitmek” gibi sıfatlarla tanımlanan “idealizm” ile
ya da “açgözlülük, paraya bağımlılık” ve “egoizm”
gibi sıfatlarla tanımlanan “materyalizm” ile hiçbir ilgisi
yoktur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 11
Tarihe nasıl bakmak gerekir?
Tarih Felsefesi
12. Hegel: “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, insanların
ondan hiçbir şey öğrenmediğidir”.
Mehmet Akif Ersoy: “Tarih için tekerrürden ibarettir
derler; eğer ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi hiç?”
Her iki özdeyişin de ortak noktası, tarihi, “kötü
olayların tekrarlanmaması için” kendinden ders
alınacak bir belgeler yığını olarak gören idealizmdir;
Bu, tarihin, ibretle bakıldığında geçmişi öğrenip
yanlıştan kurtulabilecek yöneticiler eliyle yapıldığını
düşünen bir idealizm.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 12
Felsefi İdealizm
13. Bu bakışa göre savaşlar ya da iktisadi ve politik krizler
“kötü niyetli ya da beceriksiz, irrasyonel yöneticilerin
eylemlerinin ya da politikalarının, iyi şeyler ise iyi
politikacıların ya da kahramanların ürünüdürler.
Buna göre örneğin 2008 kapitalist krizinin nedeni,
dönemin Fed başkanının ve ana akım iktisatçılarının
öngörüsüzlüğü, politikacıların zamanında önlem
almaması, büyük yatırım bankaları ve yatırım
fonlarının aç gözlülüğü ve pervasızlığıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 13
Felsefi İdealizm
14. Kuşkusuz tarihsel olaylarda bireysel tutum ve
davranışların, devlet politikalarının ve ideolojilerin hatta
bazen de tesadüflerin ihmal edilemez bir rolü vardır.
Ama bunlar gerçeğin tamamını açıklayamazlar.
Tarih, onu yaratan maddi koşullara ilişkin yeterli bir bilinç
olmadan yorumlanamaz.
Hiçbir lider, “çatışmaların çözüm koşulları yeterince
olgunlaşmamış” bir çağın muzaffer tarihsel kimliği olamaz.
Tarihi, sadece kahramanlara mal eden masalcı bir sığ
yaklaşımın dışına çıkılmalıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 14
Felsefi İdealizm
15. Okuyan Bir İşçinin Soruları
Bertolt BRECHT
(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 15
Kim yaptı yedi kapılı Mısır piramidini?
Kitaplarda firavunların adını okursunuz.
Kendileri mi kaldırdı firavunlar o koca koca
taşları?
Ve Babil memleketi, ki pek çok kez yerle bir
edilmiştir-
Peki sonra kim onardı pek çok kez oraları?
Altından kaplı ışıl ışıl ışıldayan Lima evlerini
yapanlar nerede otururlar?
Nereye gitti Büyük Çin Seddi'nin yapılıp bittiği
günün akşamında onu yapan taş işçileri?
Büyük Roma koca koca sütunlarla doluydu.
Peki kim dikti o sütunları?
Sezar zaferlerini kime karşı kazandı?
Şarkılarda yere göğe sığdırılamayan Bizanslıların
sıradan halkı da mı saraylarda yaşardı?
Şu masallarda okyanusun bir gecede yuttuğu anlatılan
Atlantis'te
Çığlıkları duyulmamış mıdır boğulup giden kölelerin?
Genç İskender Hindistan'ı fethetmiş.
Bir başına mı peki?
Sezar Galleri yenmiş.
Peki yok muydu yanında bir tek aşçı bile?
Gemisi battığında İspanya kralı Filip ağlamışmış.
Acep o muydu yalnızca ağlayan?
İkinci Frederik Yedi Yıl Savaşları'nı kazanmış.
Yok muydu ki yanında kimsecikler?
Çevirdikçe sayfaları, hep ama hep zafer.
Peki kimdi hazırlayan ziyafet sofralarını o ihtişamlı
muzafferlerin?
Her on yılda bir büyük adam.
Faturası kime çıkar?
Bir sürü laf.
Bir ton soru.
16. Brecht’in şiirinde söylenen şey şudur:
Tarih anlatısında ön planda görünenler ya da egemenler,
onlar için çalışanlar olmadığı sürece var olamazlar. Ve tüm
tarih bu ikisi arasındaki mücadele ya da karşılıklı
eylemliliktir.
Buna göre büyük binalar, devasa alış veriş merkezleri,
plazalar ya da ibadethaneler egemenlerin ,yönetenlerin
servete dayalı güçlerinin bir temsilidir.
Oysa asıl olarak bu yapıtları inşa edenlerin nasıl yaşadığına,
bunlar inşa edilirken hayatlarının nasıl değiştiğine bakmak
gerekir.
Örneğin piramitler ya da Çin seddi inşa edilirken kaç milyon
işçi, hangi koşullarda çalıştırılmıştır ve ölmüştür?
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 16
Okuyan Bir İşçinin Soruları
Bertolt BRECHT
(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
17. Kısaca tarihe yukarıdan doğru değil, aşağıdan doğru
bakmak gerekir:
Bir toplumda, çok küçük bir azınlığı oluşturan toprak
sahiplerinin, politikacıların ya da büyük işadamlarının
değil, üretenlerin bakış açısından bakmak.
Yani “Sanayi Devrimi”nde fabrika sahiplerine değil, o
fabrikaları yapan işçilere, bakmak gerekir.
Çünkü gerçekte bu insanlar tarihtir, politik liderler
insan gerçekliğinden oluşan büyük bir okyanusun
yüzeyindeki köpüklerdir sadece.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 17
Okuyan Bir İşçinin Soruları
Bertolt BRECHT
(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
18. Bu kitapta Zinn, ABD tarihini, Amerikalı kadınların, Amerikan
yerlilerinin ve emekçilerinin bakış açısından ele alıyor.
Howard Zinn, ‘Halklar Konuşuyor’ Belgeseli,
ABD’nin hikâyesini ders kitaplarında yapıldığı gibi, iş adamları,
politikacılar ve generallerin değil; işçilerin, kölelerin, Afrikalı
Amerikalıların, kadınların, Yerlilerin, mültecilerin ve emekçilerin
bakış açısından anlattığı “ABD Halklarının Tarihi- A People’s
History of the United States” adlı kitabına dayanıyor.
Bu iki saatlik belgeselde ABD tarihi boyunca, kölelik
karşıtlarından, işçi eylemlerinin önderlerine, kadın hakları
savunucularına ve savaş karşıtlarına kadar giden geniş bir
yelpazede yer alan sosyal adalet isteyen eylemcilerin
konuşmaları yer alıyor.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 18
Howard Zinn,
«ABD Halklarının Tarihi»
19. ‘Halklar Konuşuyor’ un ana mesajı, ilerici değişimin
ancak adaletsizliğe karşı mücadele veren sıradan
insanların oluşturduğu taban hareketiyle
gerçekleştirilebileceğidir.
Yani, değişimi sağlayacak olan, ‘Demokrat’
politikacılar veya “büyük insanlar” olmayacaktır.
Belgeselde Don Cheable tarafından okunan, kendisi
ünlü bir eski köle olan, kölelik karşıtı eylemci Frederick
Douglas’ın söylediği gibi:
“ Güç, talep edilmeden hiçbir şeyi vermez, vermedi,
vermeyecektir...”
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 19
Howard Zinn
«ABD Halklarının Tarihi»
20. Ayrıca, geçmiş hakkında konuşmak, eğer bir gelecek
tasarımıyla ve bunun gerçekleştirilmesine ilişkin
eyleme bağlı değilse, anı derlemeciliğinden, olay
aktarmacılığından öteye geçemez.
Tarihin anı derlemesine indirgenmesinin nedeni onu
yapanlar ile onu yazanların genelde birbirinden farklı
unsurlar olmasıdır.
Tarihi yapanlar toplumsal sınıflar ve aralarındaki
mücadeleler iken, onu yazanlar egemen olan sınıfın
resmi tarihçileri ya da onun entellektüelleri olmuştur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 20
Felsefi İdealizm
21. Oysa tarih sadece geçmiş hakkında konuşmak ya da
kronoloji tutmak olmamalıdır.
Bu tür bir tarihçilik politik etkisini ve tarafını kendisi
seçemez, seçilmeyi bekler.
Maliye tarihi de sadece vergilerin ya da diğer mali olayların
kronolojik bir biçimde sıralanması değildir.
Maliye tarihi, mali olaylara neden olan ekonomik alt
yapıdaki gelişmeler ya da üst yapıdaki çatışmacı
zorunluluklar ihmal edilerek, sadece semptomlar
üzerinden anlatılamaz.
Örneğin tarihsel olarak gelir vergisi ya da borçlanmayı
zorunlu kılan üretim tarzına içkin zorunlulukların ya da
gelişmelerin bilinmesi gereklidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 21
Felsefi İdealizm
22. Bu bakış olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar
içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç
çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar ve
genel olarak toplum ve yaşama ilişkin, daha zengin, daha
kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar.
Toplumsal gelişimin doğru anlaşılmasını önleyen
karartmaları ya da perdelemeleri de ortadan kaldırır ve
olayları netleştirir.
Buna göre son tahlilde insanın bilinç, düşünce, davranış ve
tutumu ve alışkanlıklarını belirleyen şey maddi üretim
tarzıdır, yaşam koşullarıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 22
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
23. Bu bakış altında doğadaki ya da toplumdaki olaylar
derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya
çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da
ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır,
semptomlarıdır.
Bu bakışa göre her şeyde olduğu gibi, siyasal
gelişmelerin de öncelikle bir bütünün, bir oluşumun,
bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi
gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını
görmek ve değerlendirmek gerekir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 23
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
24. Picasso’yu Picasso yapan sadece onun yeteneği değil,
yaşadığı çağda resimlerini piyasada satabilme
imkânını veren maddi koşullardır.
Oysa 16 ya da 17 yyda yaşasaydı, Picasso sadece
feodal beylerin himmetine sığınarak onların istediği
resimleri yapabilirdi.
Tarihi önde gelen insanlar üzerinde okumaya
indirgememek gerekir.
Buluşlar da bu çağda mümkündü ama çok riskli
olabilirdi (Galileo).
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 24
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
25. Ancak, tarihsel maddeciliğin tam bir belirleyiciliği
savunduğunu söylemek yanlış olur.
Burada belirlemenin varlığından ziyade, kaynağı ve
derecesi önemlidir.
Belirlemenin kaynağı, geçim dünyasına (alt yapıya) ilişkin
gelişmelerdir ve derecesi, olayların bu kaynağa yakınlığına
ya da uzaklığına bağlıdır.
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar; ama özgür
iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil,
dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten
devrolan koşullar altında yaparlar”. Marx
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 25
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
26. Burada tarihin hem verili
koşullar tarafından belirlenmiş
olduğu, hem de insanların
özgür iradelerinin sonucu
olduğu ifade edilmektedir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 26
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
27. Zinn’ e göre haksızlığa isyanın kendisi bir zaferdir :
“Kötü zamanlarda iyimser olmak sadece aptalca bir romantizm değildir.
Bu, insanlık tarihinin sadece gaddarlık tarihi değil, aynı zamanda
merhamet, fedakârlık, cesaret ve şefkat tarihi olduğu gerçeğine dayanır.
Bu karmaşık tarihte, durduğumuz yer yaşamlarımızı belirleyecektir. Eğer
sadece en kötüsünü görürsek bu bizim bir şeyler yapma kapasitemizi yok
eder.
İnsanların onurlu davrandıkları zamanları ve yerleri hatırlarsak- bu bize
yapabilme enerjisi ve en azından dünyayı farklı bir yöne sevk etme imkanı
verir.
En azından harekete geçersek, eylersek, büyük ütopik geleceği beklemek
zorunda kalmayız.
Gelecek, bugünlerin sonsuz halefidir ve bugün insanlığın yaşaması
gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her
şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zaferdir.”
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 27
Howard Zinn
«ABD Halklarının Tarihi»
28. Ayrıca iktisadi gelişmeler esas olsalar da, tek
belirleyici değildir.
Siyasal kurumların mantığından, tarihsel mirastan,
dahası siyasal sahnenin oyuncularından kaynaklanan
birçok etkileyici öge daha mevcuttur.
Keza siyasal davranışları açıklayabilmek için başka
ögelere de (örneğin psikoloji) bakmak gerekir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 28
Belirleyicilik
29. Ekonomik alt yapıdaki gelişmeler siyasi üst yapıdaki
değişimlerin ana kaynağıdır, ama siyasal üst yapı da
ekonomide gelişmelerin yönünü ve temposunu etkiler.
Devlet sadece bir üst yapı kurumu değildir.
Bu nedenle de bu tezi, ekonominin önceliğinin uzun
dönem ve değişimin genel yönelimi için, devletin ekonomi
üzerindeki etkisinin ve denetiminin ise çoğu kez kısa
dönemdeki belirli değişim örnekleri için geçerli olduğu
biçiminde anlamak gerekir.
Yani bunu bir ekonomik gerekircilik olarak değil, siyasal ve
iktisadi gelişim arasındaki asimetrik (bakışımsız) etkileşim
olarak görmek daha doğrudur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 29
Belirleyicilik
30. Mali olayların ortaya çıkışı ve gelişimi de böyle
olmuştur.
Örneğin 10 Aralık 1848 tarihinde Fransa’da
gerçekleşen köylü ayaklanmasındaki ana faktör
burjuva cumhuriyetinin köylüyü ezen vergileri
olmuştur.
Daha sonra 1851 tarihinde yaptığı bir darbe ile kendini
imparator ilan eden Louis Bonapate’in Cumhurbaşkanı
seçilmesini sağlayan köylüler, “artık vergi yok,
kahrolsun zenginler, kahrolsun cumhuriyet, yaşasın
imparator” diye bayraklarla, davullarla ve
trampetlerle sandık başına gidip bağırmışlardır
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 30
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
31. Keza Avrupa’da KDV uygulamasına geçişin
ana nedenlerinden biri, sınıf mücadelesinin
kısmen yükseldiği bir dönemde ve verginin
yükünün işçi sınıfı üzerinde kaldığını gizlemek
ihtiyacı olmuştur.
Mali anastezi etkisine sahip olan bu vergi bu
gizlemeye yardımcı olmuştur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 31
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
32. “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri” adlı eserde devlet borçlanmasının nasıl Şubat
1848 Devriminin devirdiği mali aristokrasinin sermayesinin, servetinin
büyütülmesinin aracı olduğunu şu sözlerle anlatılır:
“…Burjuvazinin iktidarı almış olan fraksiyonu devletin borçlandırılmasından büyük
çıkar sağlıyordu. Kamu açıkları (bütçe açığı kastediliyor) onun spekülasyonunun ve
zenginleşmesinin temel objesiydi. Her yıl yeni açıklar olmalı ve her dört ya da beş
yılda bir yeni borçlanma gerçekleşmeliydi. Ve her yeni borçlanma finans
aristokrasisine iflasın eşiğinde tutulan devleti dolandırmak için yeni fırsatlar
yaratıyordu. Devlet en kötü şartlara razı olarak bankerlerden borçlanıyordu. Kamu
kredisinin (kamu borcu kastediliyor) istikrarsızlığı bankaların ani spekülasyonlar
yaratmasını sağlıyordu… Borçların harcandığı kamusal projeler ise skandallarla
doluydu (demiryolu skandalı). Temmuz Monarşisi bir sermaye şirketinden öte bir
şey değildi, Fransa’nın ulusal zenginliklerini, kâr paylarını egemenler arasında
dağıtıyordu. El koyma ve keyfe düşkünlük biçimiyle finans aristokrasisi burjuva
toplumunun doruğuna yerleşmiş lümpen proletaryanın yeniden doğumundan başka
bir şey değildi. İktidarda olmayan burjuva kesimi bu nedenle o tarihlerde
“yolsuzlukları” lanetleyip, “kahrolsun büyük hırsızlar” sloganlarıyla ortalığa
çıktılar…” Marx,
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 32
Belirleyicilik
33. Tarih nasıl ilerler?
Tarihsel süreci ilerleten üç önemli makine var:
Teknik ilerleme, egemen sınıflar bloğu ve devletleri arasındaki
mücadeleler (savaşlar) ve sosyal sınıflar arasındaki mücadele.
İlerleme şöyle tanımlanabilir: Doğa üzerinde daha fazla kontrol
imkânı veren bilgi birikimi, emek gücü verimliliğindeki artış ve
insan ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan ekonomik
kaynaklardaki artış.
Kapitalizm öncesi toplumlarda ilerleme tamamıyla tesadüftür,
yani sosyo ekonomik sisteme içkin bir durum değildir.
Böyle toplumlarda doğal felaketler çok daha belirleyici olmuştur.
Sadece modern kapitalist toplumda teknik gelişme anlamında
ilerleme üretim tarzının ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 33
Neil Faulkner
How history happens
34. Kapitalizm öncesi toplumlarda teknik gelişme
bir dizi etkiye tabidir.
Bunlardan bazıları keşifleri hızlandırırken,
diğer bazıları gelişmenin önünde engel
oluşturmuştur (israf, şaaşa vs).
Bunu anlayabilmek için diğer iki makinanın
nasıl çalıştığına bakılmalıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 34
Neil Faulkner
How history happens
35. İkinci makine, servet ve güç için egemenler arasında ortaya çıkan
mücadeledir.
Bu egemen sınıfların bölümlerinin kendi aralarındaki mücadeleler
biçiminde ve rakip devletler ve imparatorlukların aralarındaki
savaşlar biçiminde ortaya çıkar (Dünya Savaşları).
Kapitalist toplumda bu çatışmanın hem ekonomik hem de politik
yönleri mevcuttur.
Üçüncü makine, egemen sınıflarla yönetilen sınıflar arasındaki ve
asıl olarak sömürü üzerinden yürütülen mücadeledir.
Ancak feodal çağda bunun iki engeli olmuştur: Köylülük ve
ekonomik sistemin devamını tehdit eden aşırı vergileme ve köylü
isyanları.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 35
Neil Faulkner
How history happens
36. Bu üç makinanın her biri farklı çalışır, farklı hızları vardır ve
kesintiye uğrarlar.
Bu nedenle de tarihsel süreç karmaşık bir süreçtir.
Sadece bir makinanın çatışmalı durumların bağlantısı,
rabıtası olması değil, aynı zamanda her birinin eş anlı olarak
işlemesi, bazen aynı yönde, bazen de ters yönlerde
çalışması söz konusudur.
Bu nedenle de her bir tarihi durum aslında kendine özgü bir
durumdur.
Ekonomik sorunların, sosyal gerilimlerin, politik
çatışmaların, kültürel farklılıkların ve kişisel etkilerin özellikli
bir bütünleşiğidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 36
Neil Faulkner
How history happens
37. Heraklitos (M.Ö. 5.yy, Efes):
Hiçbir şey sabit kalmaz, değişir.
Değişmeyen tek şey değişimin kendidir.
Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar.
Ancak değişim ne yöne, nereye doğru olacaktır?
Bu yön Hegel’de “mutlak”, Marx’ta bir tür komünist
toplum içinde insanın özgürleşmesidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 37
Tarihsel gelişimin yönü?
38. Hegel pozitif ve olumlayıcı bir diyalektik sunmuştur ve bu
diyalektik analizde gerçek olan her şey akılcıdır, rasyoneldir.
Ve ortaya çıkan her şey mutlak gücün hayata geçmesine
katkıda bulunur.
T. W. Adorno (20yy, Frankfurt Okulu), Hegel’i, diyalektiği
önceden hesaplanmış, tasarlanmış ve daima pozitif
sonuçlar üreten bir şey olarak ele aldığı için eleştirir.
Ona göre, diyalektik her zaman pozitif sonuçlar doğurmak
zorunda değildir. Bu onun olayları açıklama gücünü ortadan
kaldırmaz.
Negatif diyalektik, çatışma içindeki olaylarla koşullanan,
ancak önceden sonunun belirli olmadığı bir ucu açık
diyalektiktir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 38
Tarihsel gelişimin yönü?
40. Antropolojik (fosil kalıntılar) üzerinde yapılan
araştırmalar:
M.Ö. 250.000 yıl düşünen insan (homo sapiens)
ortaya çıktı.
M.Ö. 35.000 yıl modern insan dünyanın her yerinde
görüldü.
M.Ö. 10.000 yıl sadece tüketen/ avcı insan görüldü.
M.Ö. 6.000-1.000 tarımcı insan (1. Devrim)
18-19yy : Sanayi Devrimi (2.Devrim)
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 40
İNSANIN GELİŞİMİ
41. Şu ana kadar başka hiçbir canlı fizik olarak insanın ulaştığı
sayıya(yaklaşık 7 milyar) ulaşamadı ve insanın sahip olduğu
ortam çeşitliliğine sahip olamadı.
İnsan ağaçta, mağarada, çölde, suyun içinde, deniz altında,
uzayda, modern binalarda yaşayabildi.
Farklı davranış biçimleri sergiledi : Aile, topluluk, ulus,
federasyon, yalnızlık, değişik sosyal örgütlenmeler gösterdi.
Farklı yiyeceklerle beslendi, farklı dillerle iletişim kurdu, farklı
dinlere ve tanrılara inandı, farklı düşüncelere sahip oldu.
Avcılık-hayvancılık- ziraatla uğraştı, doğayı değiştirmek için
makineler icat etti, teknoloji üretti.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 41
İNSANIN GELİŞİMİ
42. İnsanlar bu gezegende ancak hayatlarını idame
ettirmeye dönük kolektif bir çaba sayesinde var
olabilmektedirler.
Bu tür bir varoluşun her yeni yolu daha geniş bir
ilişkiler ağında değişikliği zorunlu kılıyor.
‘Üretici güçler’ deki değişiklik ‘üretim ilişkileri’ ndeki
değişikliklerle bağlantılı ve son tahlilde bunlar genel
olarak toplumdaki daha yaygın ilişkileri
dönüştürüyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 42
Üretici güçler-üretim ilişkileri
43. Tarihte Görülen Beş Toplum Biçimi:
İlksel Toplum
Köleci Toplum
Feodal Toplum
Kapitalist Toplum
Sosyalist Toplum
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 43
TOPLUMLARIN GELİŞİMİ
44. İlksel toplum: Tarihte görülmüş ilk ve tek sınıfsız
toplum.
Komünist toplum: Teorik olarak son sınıfsız toplum.
Köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplumlar : Sınıflı
toplumlar.
Sosyalist toplum: Komünizm öncesi geçiş toplumu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 44
Toplumların gelişimi
45. Toplumsal gelişmenin motoru sınıf karşıtlıkları / sınıf
mücadeleleri; yöneten-yönetilen ; sömüren- sömürülen sınıfların
aralarındaki mücadeledir.
- Özgür yurttaş ile köle (eski Roma’da patrisien ile
pleb-köle): Köleci toplum
- Orta çağda baron/feodal beyler ile serfler (yarı-
köylü): Feodal toplum
- 16yy’dan 21yy’a burjuvazi ile proletarya
(sermaye- emek): Kapitalist toplum.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 45
Toplumların gelişimi
46. Feodal toplumun içinden filizlendi,
Ancak sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırmadı,
Eski toplumsal sınıfların yerine yeni toplumsal
sınıfları (feodal beylerin yerine burjuvazi,
serflerin yerine proletarya) koydu,
Sınıf karşıtlıkları ve çelişkilerini yalınlaştırıp
derinleştirdi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 46
Kapitalizm
47. Kapitalizmin gelişimi ekonomiyi
sosyalleştirdi.
1. Sermaye: Önce ulusal, sonra
küresel düzeyde hem sanayi hem de
finansta büyük şirket ve kurumlarda
yoğunlaştı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 47
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal Üretim - Özel Mülkiyet çelişkisi /çatışması
48. 2. Emek: Tekil emek sosyal emeğe dönüştü.
Sosyalleşmiş üretim hem eski üretim yöntemlerinde hem de
insan ilişkilerinde devrim yarattı:
Fabrikadan çıkan şey artık çok sayıda işçinin ortak ürünü.
Ancak, tek kişilik üretime özgü ürüne el koyma biçimleri (özel
mülkiyet) devam etti ve sosyalleşmiş üretimin ürünlerine de
uygulandı.
Bu durum, kapitalizmde bir fay hattı oluşturdu:
Toplumsal (sosyal üretim) ile özel mülkiyet (bireysel ya da
kurumsal) arasındaki çelişki.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 48
Sosyal Emek X Özel Mülkiyet
49. Tekil emek :
Toprak, zirai aletler, atölye, diğer aletler gibi
emeğin kullandığı araçlar tek bir çalışanın
kullanımına uyarlanmış bireysel araçlardı.
Bu araçlar üreticinin kendisine aitti.
Kırsal bölgelerde bunlar küçük köylü (özgür ya da
bağımlı köylü) ve şehirlerde el aletleri ile çalışan
işçilerdi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 49
Kapitalizm öncesi (feodalizm)
50. Kapitalizm tekil, bağımsız üreticileri bir araya getirip, daha büyük çapta
bir üretimi mümkün kıldı.
Bu üreticileri zaman, mekan ve şartlar altında birbirine daha bağımlı bir
hale getirdi.
Sermaye kendini sürekli büyütmek içgüdüsüyle üretim koşullarında
devrimci dönüşümler yapmaya yöneldi.
Bu devrimci atılımların itici gücü büyük ölçekte bir araya gelen emek
gücü oldu.
Uzmanlaşma ve işbölümü, üretimin parçalara ayrılabilmesi ve sonra bu
parçaların birleştirilebilmesi tüm bunlar, sosyal emeğin ortaya çıkışıyla
gerçekleşti ve servet /sermaye çok hızlı büyüdü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 50
Büyük ölçekli üretim
51. Bölüşüm ilişkileri:
Kapitalizmde sosyal emek tarafından yaratılan ürünlere,
bu ürünleri üretenlerce değil, kapitalistlerce el
konuluyor.
“Böyle bir çelişki, yeni üretim tarzına kapitalist niteliğini
veren şeydir ve kapitalist toplumun tüm sosyal
antogonizmalarının mikrobu bu çelişkide yuvalanır :
“ Sosyalleşmiş üretim ile özelleşmiş kapitalist el
koyma (özel mülkiyet) arasındaki uyumsuzluk.”
Engels
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 51
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
52. Kendini :
1. Emek –sermaye çatışması :
İşçilerle kapitalistler arasındaki uzlaşmaz çelişki / çatışma
oluşur.
Marx :
”Bir yandan emekten daha fazla artı değer yaratma
biçimindeki sömürü, diğer yandan bu sömürüye karşı
direnç, sosyal sınıflar arasındaki çatışmanın özünü
oluşturur ve bu çatışma bazen durgunlaşıp gizlense de,
açık bir sınıf savaşına dönüşür”
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 52
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
53. 2. Rekabet / üretim anarşisi :
Kapitalist üretim kâr için yapılır. Bu da kapitalistler
arasında sınırı, sonu olmayan bir rekabete ve üretim ve
pazar anarşisine yol açar.
Rekabet, bir yandan aşırı kapasite yatırımlarına ve aşırı
üretime ,bir yandan da işverenlerin işçilerin ücretlerini
baskılamasına neden olur.
Üretim- tüketim dengesi bozulur : Aşırı üretim ya da
eksik tüketim biçiminde kriz patlak verir.
Satış olmayınca kâr realize edilmez, yeni yatırımlar
yapılmaz, ekonomi büyüyemez, durgunluğa girer kriz
ortaya çıkar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 53
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
54. Adam Booth:
Kapitalizmde yoksulluk ve gelir eşitsizliğinin nedeni
özünde iki temel mücadeledir.
Bunlardan ilki kendini emek-sermaye çatışması olarak
gösterir.
İkincisi ise kapitalistlerin kendi aralarındaki amansız
rekabettir.
Her ikisi de işçilerin ve genel olarak üretim
araçlarından yoksun olan emekçilerin
yoksullaşmasına neden olur.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 54
55. 1. Eşitsizlik kapitalist sistemin olmazsa olmaz bir
koşuludur: Bir avuç zenginliğin tek kaynağı kitlelerin
sömürülmesidir.
Bu karşıt güçlerin bir arada olması (işçiler ve kapitalistler)
kaçınılmaz olarak eşitsizliği beraberinde getirir.
Sistemin işleyiş mantığı gereğince de her iki taraf da kendi
payını artırma çabası içindedir, kapitalist karını artırır ve bu
da eşitsizliği derinleştirir, yoksulluğu artırır.
Türkiye’de net asgari ücret 850 lira. İşçilerin % 72’si asgari
ücretli olarak çalışıyor.
İşçiler ücretlerini artırır bu da eşitsizliği ve yoksulluğu
azaltır.
Bu sınıf mücadelesinin tam olarak anlamıdır.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 55
56. 2. Kapitalizm kar çıkarımına dayalı bir sistemdir. Her
kapitalist sürekli birikim yapmalı, yatırım yapmalı ve
büyümelidir, aksi takdirde pazar payını kaybeder.
Diğer taraftan bu kar artışını kovalarken, rekabet her
bir kapitalisti emek tasarruf edici makinalara yatırım
yapmaya, işçileri baskılamaya ve ücret biçimindeki
maliyetleri kısmaya zorlar.
Tüm kapitalistler buna yönelince işçi sınıfının bir
bütün olarak ücretleri azaltılır, bu da işçilerin
yoksullaşmasına neden olur.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 56
57. (i) Temel amacı, güdüsü kâr elde etmek, sermaye ve
servet biriktirmektir ve temel araçları özel mülkiyet ve
fiyat mekanizması ve reel ve finansal piyasalardır.
(ii) Üretim araçları genelde özel mülkiyete / teşebbüse
aittir (devlet kapitalizmi hariç) ve bunlar kar amaçlı
olarak kullanılırlar.
(iii) Kaynak tahsisi, arz, talep, fiyat, bölüşüm, yatırım
vb. kararları tamamen ya da çoğunlukla piyasadaki
aktörler tarafından alınır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 57
Kapitalizmin bazı temel özellikleri
58. (iv) Üretim süreci sonunda elde edilen kâr sermaye
sahibine kalır ve bu kâr diğer sermaye kesimlerince ve
vergi biçiminde devlet ile paylaşılır.
(v) İşçilere, işverenler tarafından ücret adı altında
ödeme yapıldığından kapitalizm ücretli emek
sistemidir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 58
Kapitalizmin bazı temel özellikleri
59. Kapitalizm “Meta fetişizmi” ne yol açar. Bu durum dolaşımda olan bir
malın/metanın iki ayrı yönü ile ilgilidir.
İlki o malın gerçekte ne iş gördüğüyle alakalı olan ‘kullanım değeri’, diğeri piyasa
da kazandığı değer, yâni, ‘değişim değeri’dir.
Kullanım değeri bir metanın işlevidir, örneğin bir ceketin ‘bizi soğuktan korumak
için’ üretilmiş olması gibi ne iş gördüğüyle ilgilidir.
Değişim değeri bu ceket piyasaya çıktığında, vitrinlere yerleştiğinde, diğer
metalarla, insanla ve parayla ilişki içerisine girdiğinde kazandığı değerdir.
Böylece, ceket işlevinden sıyrılıp bambaşka bir sanal görüntüye sahip olur. Onun
artık bir markası, fiyatı, kullanacak olana sağlayacağı “imaj” gibi özellikleri vardır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 59
Meta fetişizmi:
Kullanım değeri x Değişim değeri
60. Kapitalizmde metaların kullanım değerleri önemini yitirir ve
değişim değerleri belirleyici olur. Mallar ve hizmetler değişim
değeri üzerinden fiyatlanır.
Örneğin, gençler Apple ürünü ‘iphone/ipad’ ya da ‘blackberry’
cihazlarından satın aldıklarında sadece modern bir iletişim cihazı
satın almazlar.
Bu cihazlar, bahsedilen meta fetişizminden dolayı onlara ayrı bir
hüviyet, ayrı bir imaj, hava kazandırır (!)
Kapitalizm en mahrem, en insani duygularımızı bile piyasalaştırır,
metalaştırır, hayatı meta fetişizminin sanal dünyasına eklemler.
Doğanın, ekolojinin bir kullanım değeri olduğu inkar edilir ve
değişim değeri yaratmak için doğa tahrip edilir (su kaynakları,
dereler, HES’ler).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 60
Meta fetişizmi:
Kullanım değeri x Değişim değeri
61. Kapitalizm, ortaya çıkışından bu yana geçen yüzlerce yılın çok önemli bir
kısmında toplumun çok küçük azınlığına akıl almaz boyutlarda zenginlik ve
refah sağlarken, toplumun büyük bir kısmını sefalet altında yaşamaya mahkûm
etti.
Bu çelişkiyi ilk fark edenler Hegel ve Feuerbach oldu. İnsanlığın içinde
bulunduğu bu durumu yabancılaşma sözcüğü ile ifade ettiler.
Bu terimden kasıtları insanların sürekli olarak geçmişte kendilerinin
yaptıkları şeylerin egemenliği ve baskısı altına girdikleri idi.
Marx ilk dönem çalışmalarında bu olguyu işçilerin yaşamlarına uyarladı: “İşçi
daha çok zenginlik ürettiği, üretimsel gücü arttığı ve üretimi çeşitlilik kazandığı
ölçüde daha da yoksullaşır. Nesneler dünyasının değerindeki artışa koşut
olarak, insanın kendi dünyası aynı oranda değer yitirir. Emeğin ürünü olan
nesne, onun karşısına yabancı, üreticiden bağımsız bir güç olarak dikilir.”
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 61
Yabancılaşma
62. Kısaca kapitalist toplumda, işçiler hem yaptıkları işlere hem
de kendilerine ‘yabancılaşırlar’.
Emek gücü verimliliğini artıran otomasyon hayatı
kolaylaştırmaktansa, birçok işi can sıkıcı bir tekrar haline
getirir.
Ayrıca kapitalizmde insanı insanlıktan çıkaran şey sadece
insanın yaptığı iş değildir.
İnsan var oluşunun metalaştırılması da – her şeyin alınıp-
satıldığı bir toplum – derin bir yabancılaşmadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 62
Yabancılaşma
63. Kapitalist üretim ve mülkiyet sisteminde bazı insanların başkaları
tarafından bir eşya gibi kullanılması, bu nedenle de kendilerinin ve
kendilerine ait bir takım özel yeteneklerin başkalarının malı haline
gelmesi tipik bir yabancılaşma ürünüdür.
Böyle bir yabancılaşma insan ilişkileri üzerinde ‘kişiliksizleştirme’
etkisi oluşturur.
İnsanlar arasında arkadaşlığın yerini, insanların başka insanları
kullanması alır.
Hayatın amacının, başka canlılarla güzel ilişkiler kurmak ve sevgiyi
paylaşmak değil, eşyaya sahip olmak ve bunun için de başka insanları
kullanmak olduğu ilişkiler tüm toplumu kuşatır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 63
Yabancılaşma
64. Diğer taraftan kapitalizm hayatı yabancılaştırdığı kadar,
emekçilere sisteme karşı savaşacak kolektif gücü de
verir.
1848 devrimlerinden bu yana dünyanın her yanındaki
isyanlar, devrimler ve kalkışmalar emekçi halkların
kendilerine yabancılaşmış rejimlere karşı
mücadelelerinin örnekleridir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 64
Yabancılaşma
65. Toplumun, onu var edenler tarafından kolektif
yönetimi.
Kolektif-ortak mülkiyet.
Üretim, “kar elde etmek” için değil, yalnızca
“ihtiyaçların karşılanması” için yapılır.
Kaynak tahsisi demokratik-planlama ile yapılır.
“Meta fetişizmi” ortadan kalkar.
Sosyalist üretim tarzında mal ve hizmetler ihtiyaçları
karşılamaya yönelik olarak “kullanım değerleri” esas
alınarak üretilirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 65
Sosyalizm
66. Sosyalizm üçgeni
Sosyal Mülkiyet: Üretim araçlarının
sosyal mülkiyeti olmalı çünkü sosyal komünal
verimliliğin hepimizin özgür gelişimine
yönlendirilmesi ancak bu sayede
mümkündür.
Sosyal Üretim: İşçiler tarafından
organize edilecek olan sosyal üretim
üreticiler arasında yeni işbirliği ilişkisini inşa
eder ve bu tüm üreticilerin tam gelişimi için
şarttır.
Sosyal ihtiyaçların karşılanması:
Dayanışmacı bir toplumda komünal
ihtiyaçların karşılanması temeldir; birimizin
özgür gelişimi hepimizin özgür gelişiminin
koşuludur.
Sosyalmülkiyet
SosyalÜretim SosyalİhtiyaçlarınKarşılanması
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 66
67. 1. Merkantilizm: (16.yy - 18yy) :
Makineleşme öncesi dönem.
İş bölümü yaygınlaşmakta, sermaye birikimi temelde
ticaret, tarım ve madencilik alanında gerçekleşmekte.
Robinson Crusoe (17.yy) ilkel birikim dönemini anlatır.
Üretim araçlarının üretimi ikincil bir öneme sahip.
Tüketim malları üretimi kısıtlı el işçiliği ile
yapılabilmektedir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 67
Kapitalizmin tarihsel birikim
dönemleri
68. 2. Liberal rekabetçi dönem (İngiltere Sanayi
Devrimi):
Önce tekstil, sonrasında ise tüm sanayide gerçekleşen
sanayi devrimi dönemi.
Birikim modern sanayiye, üretim araçları üreten sanayiye
kaydı.
Fabrikalar , ulaştırma, iletişim, demiryolları, telgraf,
limanlar, buharlı gemiler ve genelde bir alt yapı inşa
dönemi.
Kapitalistler arasındaki yoğun rekabetin ve boom- bust
döngülerinin dönemi.
Bu dönemde fiyat rekabeti iktisadi faaliyetlerin
yönetilmesinde merkezi bir rol oynadı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 68
Kapitalizmin tarihsel birikim
dönemleri
69. 3. Tekelci kapitalizm (emperyalizm):
19yy’ın son çeyreğinde ortaya çıktı.
Sermaye bir spiral biçiminde yoğunlaşıp merkezileşti ve giderek
küreselleşti.
Kurumsal örgütlenme baskın tip haline geldi ve sınaî menkul
kıymetler için bir piyasa oluştu.
Sanayiler oligopolist firmaların denetimine girdi ve fiyat, hâsıla,
yatırım düzeyi ile ilgili kararlar ve faaliyetler rekabetle değil,
oligopolistik kurallara göre oluştu.
Otomobil, bilgisayar ve uçak yapımlarıyla sanayi daha da genişledi.
Üretim sektörü giderek tüketim sektörünün büyümesine bağımlı
hale geldi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 69
Kapitalizmin tarihsel birikim
dönemleri
70. 4. Tekelci olgun kapitalizm:
1950’ler….
Sweezy ve Magdoff:
Olgun kapitalist ekonomiler büyümeyi sürdürebilmek için, sürekli
artmakta olan ekonomik artığı emebilecek yeni talep kaynakları
bulmak zorundadır, yoksa büyüyemezler.
Diğer taraftan artan verimliliklerle sürekli büyüyen bu ekonomik
artığın yeni karlı yatırım alanlarına yöneltilmesi, yeni yatırım
alanları bulmanın güçlüklerinden dolayı, giderek zorlaşır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 70
Kapitalizmin tarihsel birikim
dönemleri
71. Çünkü;
Temel sınaî alt yapının yeni baştan kurulmasına gerek yoktu,
Otomobil gibi çığır açıcı gelişmeler her zaman mümkün değil,
Gelir ve servet eşitsizliği arttı, bu da yoksulların tüketimini kıstı,
Zenginler fonlarını giderek daha spekülatif faaliyetlere yatırdılar,
Yeni yatırımlar azaldı,
Oligopolleşme sistemin dinamizmi ve esnekliğinin temeli olan
fiyat rekabetinin giderek yok olmasına neden oldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 71
Olgun ekonomiler uzun süreli durgunluğa
girdiler
72. Finansallaşma stagnasyona yanıt oldu.
FIRE, yani finans, sigorta ve gayrimenkul gibi alt parçalardan oluşan
finans sektörü;
Sanayinin ekonomik artık üreten kapasitesini dengeledi.
Hem finans sektöründe yeni istihdam yarattı, hem de varlık
zenginleşmesiyle reel sektör için efektif talep oluşturdu.
Finans sektörü reel sektörde elde edilen karların değerlenebilmesi için
ciddi imkânlar yarattı.
Kapitalistler her zaman sermayelerini büyütme arzusu içinde
olduklarından, paralarını finansal piyasalara akıttılar.
Finansal sektör, çekici- exotik finansal araçlar sundu (menkul
kıymetleştirme, CDO ve CDS’ler, türev piyasalar).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 72
5.Tekelci finans kapital aşaması
(finansallaşmanın hızlanması)
73. 2008 kriziyle daha da yoğunlaştı.
1990’da en büyük 10 finansal kuruluş, toplam finansal
varlıkların sadece % 10’una sahip iken, bugün bu oran % 50
civarında.
En büyük yirmi kuruluş toplam % 70’e sahip. Bu oran 1990’da
sadece % 12 idi.
1985’te ABD’de FDIC tarafından denetlenen 14.771 ticari banka
ve tasarruf bankası vardı ve 2008 yılı sonunda bu sayı 8,533’e
düştü.
1991’deki en güçlü 15 bankanın (1,5 trilyon $ varlık tutuyorlardı)
sadece beşi 2008 sonu itibariyle ayakta kalabildi ve bunların
tuttukları varlıkların değeri 89 trilyon ABD dolarına ulaştı.
Kaufman: Tek bir kuşakta finansal sistem dönüştürüldü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 73
ABD : Finansal tekelleşme /merkezileşme
74. Son 30 yıldır;
—Finansal işlemlerin hem ölçeği hem de önemi ciddi olarak arttı.
—Finansal piyasaların ve ajanların genel ekonomi içindeki payı arttı.
—Türev araçlar gibi yeni finansal araçlar ortaya çıktı ve bu araçlar belirleyici
hale geldi.
—Finansal sektörün ölçeği ve karlılığı arttı.
—Finansal sektör gelirleri, finans dışı sektör gelirlerine göre arttı.
—Ekonomideki toplam borçlanma düzeyi arttı.
—Artık finansal piyasalar ve kurumlar, finans dışı şirketlerin karar alma
süreçlerine daha fazla müdahale ediyorlar.
—Finans dışı şirketler (FDŞ) finansal varlıklara giderek daha fazla yatırım
yapıyorlar, finansal şubeler açıyorlar, finans işine daha fazla giriyorlar,
ellerindeki fonlarını giderek finansal piyasalarda değerlendiriyorlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 74
Finansal tekelleşme /merkezileşme boyutları
76. 1980 yılından bu yana düzenlenen Forbes 400, ABD’
nin en zengin 400 insanını yayınlıyor.
Son yıllara ait veriler ABD’ deki finans sektöründe
faaliyet gösteren spekülatör kapitalistlerin giderek
başat bir hale gelirken, sanayici ve petrol
zenginlerinin ikinci plana düştüğünü ortaya koyuyor.
Buna göre, 1982 yılında, petrol ve doğal gaz zenginleri
en zengin 400 kişi arasında % 22,8 ile ilk sırada,
sanayiciler % 15,3 ile ikinci sırada yer alırken finans % 9
ile alt sıralardaydı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 76
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
77. Sadece 10 yıl sonra, finans tüm alanların
önüne geçerek % 17’ye ulaştı (gayrimenkul ile
birlikte % 25).
Aynı yıl petrol ve gaz zenginlerinin payı % 8,8’
e ve sanayicilerin payı % 14,8’ geriledi.
Krizin hemen öncesinde 2007 yılında finansın
tek başına payı % 27,3’ e fırlarken
(gayrimenkul ile birlikte % 34), sanayi % 9,5’e
geriledi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 77
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
79. Finansal piyasalar ; yatırım bankaları, bankalar, sigorta şirketleri,
emeklilik fonları, hedge fonlar yani döviz, hisse senedi, devlet
tahvili ve türev araçların alım satımıyla uğraşanlar.
Çoğunluğu kriz sonrasında kurtarılan uluslararası bankalar.
Piyasaların gücü:
Her yıl dünya genelinde üretilen reel mal ve hizmetin ortalama
değeri 45-55 trilyon ABD doları civarında iken finansal alanda
piyasaların harekete geçirdiği işlemin değeri 3,450 trilyon ABD
doları, yani reel ekonominin 76 katı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 79
Finansal piyasalar?
80. Bu bankalar ECB’den % 1’ den aldıkları krediyi İspanya ve İtalya’ya %
6,5’ten borç olarak veriyorlar.
Bu noktada da hükümetlerin borçlanma faizlerini yükselten
derecelendirme kuruluşlarının skandallarla dolu devasa gücü
devreye giriyor.
Rating ne denli düşükse borçlanma maliyeti o denli yüksek oluyor.
Yunanistan’da kanıtlandığı gibi kemer sıkma ve kısıntılar bu ülkelerin
büyümesini daha da düşüreceğinden derecelendirme kuruluşları
kredi notlarını daha da düşürecek bu da faizleri yükseltecek, ülkeler
daha fazla kemer sıkmaya yönelecekler ve bu süreç sürüp gidecektir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 80
Finansal piyasalar?
81. Bu piyasaları oluşturan sermaye şirketlerinin büyüklüğü sermayenin
kimin elinde olduğunun ve uluslararası sermayenin neyi ve nasıl
kontrol ettiğinin önemli bir göstergesi.
Fortune 500 ya da 1000’de yer alan şirketler ABD sermayesinin temelini
oluşturuyor. Bu şirketlerin çeperinde on binlerce başka şirket mevcut.
Dünya çapında ise (2007 yılına ait veri setine göre) toplamda 43,060 çok
uluslu şirket(ÇUŞ) bir araya gelerek bu sermaye ağını oluşturuyor.
Bu ağdan hareketle dünya çapındaki ekonomik güç yapısı da şekilleniyor.
Bu ağın merkezinde 1318 ÇUŞ var. Bunun 147’si tüm ağın % 40’nı kontrol
edebiliyor. Bunların çoğunluğu bankalar, yatırım bankaları, fonlar,
sigorta şirketleri gibi finansal kuruluşlardan oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 81
Finansal piyasalar?
82. Özellikle tepedeki 50 şirketten sadece biri finans dışı şirket niteliğinde
(15.sıradaki Walton Enterprises).
İlk 20’nin içinde ise Barclays Bank, JP Morgan Chase, Axa, Vanguard,
Goldman Sachs, Merrill Lynch, Deutsche Bank, Legg Mason, TIAA-CREF,
Nomura Holdings, BNP Paribus gibi finans devleri yer alıyor. Bu şirketler
her tür varlığı/ asseti (hisse senedi, tahvil, mortgage, nakit, opsiyon
sözleşmeleri vb) kontrol ediyorlar.
Bunu binlerce firma ya da zengin birey adına yapıyorlar.
Sermaye kontrolü; piyasalar, gelirler, işgücü ve çeşitli biçim ve
miktardaki varlık / servet üzerinde uygulanan bir kontroldür ve ağırlıklı
olarak uluslararasılaşmış oligopollerce gerçekleştirilmektedir
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 82
Finansal piyasalar?
83. Finansal piyasalar? (Coghlan & MacKenzie , This is what capital looks
like, New Scientist, 19.10.2011)
Dünya ekonomisinin merkezindeki 1318 çok uluslu şirket.
Kırmızı noktalar süperkonnekte şirketler
Sarı noktalar oldukça konnekte şirketler
Noktanın büyüklüğü gelirin büyüklüğünü gösteriyor
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 83
84. 1. Barclays plc
2. Capital Group Companies Inc
3. FMR Corporation
4. AXA
5. State Street Corporation
6. JP Morgan Chase & Co
7. Legal & General Group plc
8. Vanguard Group Inc
9. UBS AG
10. Merrill Lynch & Co Inc
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 84
147 süper konnekte ÇUŞ’un en tepedeki 50’si (Coghlan &
MacKenzie , This is what capital looks like, New Scientist, 19.10.2011)
85. Finansallaşma borç stoklarını hızla artırdı
Toplam Borç (özel + kamusal) stoku:
İspanya : 5,3 trilyon avro
Portekiz : 783 milyar avro
Yunanistan: 703 milyar avro
GSYH içindeki pay:
İspanya : % 506
Portekiz: % 479
Yunanistan: % 296
Özel borç / kamu borcu rasyosu (%):
İspanya : 87 /13
Portekiz: 85 / 15
Yunanistan: 58 / 42.
Dış borç / iç borç rasyosu:
İspanya: 33 / 67
Portekiz: 49 / 51
Yunanistan: 51 / 49.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 85
86. ABD İç Borç Stoku:
1980: GSYİH : 2.7 tr$, Borç: 4.5 tr$= % 200
1990: GSYİH : 5.8 tr$, Borç :13.5tr$= % 232
2007: GSYİH : 13.8tr$,Borç :47.7tr$= % 345
Finans sektörünün borcu 26 kat, hane halkı borcu 10
kat, FDŞ’nin borcu 7 kat ve kamu borcu 6 kat arttı.
Dünya kamu borç stoku (2008) : 32 trilyon $(Dünya
hasılasının % 50’si).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 86
Finansallaşma borç stoklarını hızla artırdı
88. BIS :
Aralık 2009 itibariyle avro bölgesi bankalarının ;
İspanya’da 727 milyar $
Portekiz’de 244 milyar $
Yunanistan’da 206 milyar $
İrlanda’da 402 milyar $’lık olmak üzere
Toplam 1,579 milyar $’lık riski var.
Bunun 254 milyar $’ı - % 16’sı kamu borcu biçiminde.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 88
Finansallaşma bankacılık sistemini riske
soktu
89. Avrupa bankacılık krizi ABD bankacılık sistemini de
etkiledi.
ABD bankalarının AB bünyesindeki riskleri son 5 yılda
2 katına çıktı.
Avrupa’da somutlaşan bankacılık krizi tüm ABD ve
tüm kapitalist sistemdeki küresel finans için ciddi bir
risk.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 89
Finansallaşma bankacılık sistemini riske
soktu
90. Giderek finansallaşan bir ekonomide;
Ekonomik canlılığı sağlayabilmek,
Sermayeyi büyütebilmek ve
Karlılığı koruyabilmek için
Finansal balonlara ihtiyaç duyulur.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 90
Finansallaşma krizleri tetikledi
91. ABD 2000-2007: İki balon şişirildi ve bu balonlar
patladı.
İlk balon : 2000 Wall Street Borsa Balonu.
Mart 2001: Durgunluğu ve 11 Eylül sonrası olası
çalkantıyı önlemek için ikinci balon, Konut
balonu şişirildi.
Küçük çaplı bir resesyonla büyük kriz (2008)
ötelendi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 91
ABD: 7 yılda 2 balon şişirildi (2000–2007):
92.
Kapitalizmin son 30 yılının
dönüştürücü alt yapı ve üst yapı
dinamikleri
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 92
93. Dönüştürücü alt yapı dinamikleri:
Küresel kapitalist kriz
Küreselleşme
Rekabet biçiminin değişmesi / tekelleşmenin artması
Finansallaşma
Özelleştirmeler ve kamunun küçültülmesi
Emek tasarruf edici ve emekçiyi ikincilleştiren teknoloji uygulamaları (özellikle de kamu
sektöründe)
Dönüştürücü üst yapı dinamikleri:
Burjuva ideolojisindeki dönüşüm: Neo liberal ideoloji
Ekonomi politikaları
Sosyal devletin çöküşü ve yeni yönetişim anlayışı
Neo liberalizm muhafazakârlık ve dinsel ittifak: Piyasa İslam'ı / Kültürel hegemonya
Sarı sendikacılık ve sendikal bürokrasi
Sosyalist ideolojinin gerekli yenilenmeyi sağlayamaması,
Sosyalistlerin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 93
94. 1945–75 dönemi yaygın bir biçimde:
ABD’de ‘Altın Çağ’, Avrupa’da ‘Sosyal Devlet ya da
Sosyal Demokrasi’ ve azgelişmiş dünyada ‘Ulusal
Kalkınma’ dönemi olarak adlandırılır.
1980’lerin başlarından itibaren bu dönem sona erdi ve
yerini ‘Neo liberalizm’ aldı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 94
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
95. Bu dönemin temel özelliği;
küreselleşme ve finansallaşmanın hızlanması ve baskın
hale gelmesi,
tekellerin (ya da oligopollerin) hayatın her alanında
yaygınlaşması ve
devletin ekonomiye müdahale alanının daraltılarak,
özelleştirmeler, taşeronlaştırma aracılığıyla uluslararası
piyasaların ve bunların aktörleri dev sermaye şirketlerinin
tam hegemonyasının tesis edilmesidir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 95
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
96. Bu dönemde ayrıca kapitalist krizlerin kısa dönemli iş
döngüleri olmaktan ziyade çok uzun yıllar süren
uzatılmış durgunluklara (stagnasyon) ve büyük
resesyonlara dönüşmesi ve
bunların da üst yapıda burjuva demokratik
devletlerden vazgeçilerek finansal oligarşik yapılara
yönelimi gibi eğilimler söz konusudur.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 96
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
97. Bir yılda tüm dünyadaki reel mal üretiminin toplam değeri
ortalama 55–60 trilyon $ iken, finans piyasalarındaki yıllık toplam
işlem hacmi bunun 63 katı yani 3,450 trilyon $’dır.
Dünya mali varlık stok hacmi 1980’de 12 trilyon $ iken 2007’de
196 trilyon $ oldu.
Bu stoklar dünya hasılasının (derinlik) 1980’de % 120’sini,
2007’de ise % 356’sini oluşturuyordu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 97
Küreselleşme ve finansallaşmanın
boyutları
98. Küresel düzeyde sermaye ağının nasıl oluştuğu finans
kapitalin kontrol gücünü sergiler:
Dünyada 2007 yılı itibariyle 43,060 çok uluslu
şirketten oluşan bir sermaye ağı var.
Bu ağ küresel kapitalist ekonomik gücün kaynağını
oluşturuyor.
Bu ağın % 40’ı tek başına 147 şirket tarafından kontrol
ediliyor. Özellikle en tepedeki 50 şirketten biri hariç
kalan tamamı finans şirketlerinden oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 98
Küreselleşme ve finansallaşmanın
boyutları
100. Finansallaşan ekonomide ucuz kredi emekçi
sınıfları sisteme bağlarken, sınıf bilincini zayıflattı.
Finansal sektörde çalışan emekçilerin sınıf içindeki
payı arttı.
Bu kesimler sınıf bilinci ve eylemlilik anlamında
geleneksel sanayi işçisinin gerisindeler.
Zira kendilerini beyaz yakalı ve orta sınıf (!) olarak
görüyorlar.
Türkiye’de bankalarda çalışan sayısı 200,000
civarında.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş100
Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek
örgütlerini zayıflattı
101. Finansallaşan ekonomide emekçiler giderek artan biçimde
borçlandırılarak tüketime teşvik ediliyorlar.
Emekçiler tüketici kredileri ile ev, araba ve diğer tüketim malı
alımlarına yöneltildi.
Kredi kartı borcunu ödeyemeyen sayısı Türkiye’de 1 milyonu aştı.
Tüm bu gelişmeler emekçilere borçlarını geri ödeyememe, sahip
olduklarını kaybetme korkusu yaşatıyor.
Bu durum işlerini kaybetmemek adına onları örgütlü mücadeleden
ve sendikal faaliyetten uzak tutuyor.
Emekçiler borçlandırılarak sistemin suç ortağı haline getirilerek rehin
alınıyorlar.
Bu durumdaki kitleler ekonomik istikrar için izlenmekte olan
ekonomi politikalarını desteklemek durumunda kalıyorlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 101
Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek
örgütlerini zayıflattı
102. Küresel reel piyasalarda da benzer bir oligopolleşme eğilimi
söz konusu.
Yani dünya üretimi ve ticareti az sayıda çok uluslu şirket
tarafından doğrudan ve dolaylı yollarla kontrol edilmektedir.
Dünyanın en büyük 100 çok uluslu şirketi ABD, AB ve Japonya’da
yerleşik (Triad).
Bu şirketlerin aralarındaki ilişki klasik anlamdaki rekabetten farklı
olup daha ziyade bir rakiplik ve işbirliği diyalektiği biçiminde.
Özellikle de fiyat rekabeti çok tehlikeli bir şey olarak
düşünüldüğünden genelde bundan sakınılır.
Bunun yerine firmalar büyük ölçüde düşük emek gücü maliyetli
durumlara, kaynak rekabetine ve ürün farklılaşmasına
yönelirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 102
Küreselleşme ve reel üretimde
oligopolleşme
103. Uluslararası tekelci sermayenin iktisadi gücünün yoğunlaşması ve
kontrol gücünün artması aynı zamanda dolaylı bir biçimde,
taşeronluk ve yönetim sözleşmeleri, anahtar teslimi anlaşmalar,
franchising, lisanslama ve ürün paylaşımı gibi uluslararası
stratejik ittifaklarla da sağlanıyor.
Örnek: Star Alliance gibi mega işbirlikleri THY dahil otuza yakın
ülke hava yollarını bünyesinde topladı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 103
Küreselleşme ve reel üretimde
oligopolleşme
104. Washington Uzlaşması sonrasında kamu
küçültüldü, özelleştirmeler başlatıldı.
KİT’ler ve kamusal hizmetler özelleştirildi.
Özelleştirme sadece mülkiyet devri ile değil,
serbestleştirme- düzenlemeden vazgeçme,
franchising, kullanma hakları, lisanslama, kamu-
özel ortaklıkları gibi yöntemlerde her alanda
yapılıyor.
Taşeronlaştırma özelleştirmenin en yaygın
uygulaması.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 104
Özelleştirmeler
105. Taşeronlaştırma sadece ucuz işçilik ya da kıdem
tazminatı gibi bazı yasal sorumluluklardan
kurtulmak için değil,
dayanışma kültürünü yok edip , bireyci kültürü
yerleştirmek,
sendikasızlaştırmak ve sınıf bilincini yok etmek
için de yapılıyor.
Özelleştirilen işyerlerinde uygulanan esnek emek
gücü politikaları işçi sınıfı örgütlülüğünü
zayıflatıyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 105
Özelleştirmeler işçi örgütlenmesine
darbe vurdu
106. Bu verilerden hareketle günümüz kapitalizminin
en çarpıcı özelliğinden birinin küresel düzeyde
tekelleşme (ya da oligopolleşme) olduğu,
bunun giderek genel bir eğilim halini almakta
olduğu ve dünyada bu yapıdan özerk hiçbir
ekonomik faaliyetten söz etmenin mümkün
olamayacağı ileri sürülebilir.
Bu gerçek, dünyanın en büyük ekonomilerinin ve
en güçlü hükümetlerinin dahi finans kapitalin
saldırılarına karşı durmalarının ne denli zor
olduğunu ortaya koymaktadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 106
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
107. Bugün sermaye temerküzü kendisini uluslararası
tekelci sermayenin hızlı büyümesinde gösteriyor.
Teknolojinin yanı sıra sermaye her zamankinden daha
fazla mobil durumda .
Çünkü dev firmalar giderek küreselleşiyor ve
finansallaşıyor.
Bugün, ulusal düzeydekine ilave olarak küresel bir
artı değer oluşumu ve bunun yarattığı bir rant
bölüşümü söz konusu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 107
Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da
arttırırken işçi sınıfının yapısını dönüştürdü
108. Yani;
Metropol ve az gelişmiş ülkelerdeki emek gücü
verimlilikleri arasındaki fark kapanırken, ücret farklılıkları
giderek açılıyor.
Böylece metropollere doğru akan bir emperyalist rant
oluşuyor.
Çünkü az gelişmiş ülkelerdeki emek, değerinin çok altında
ücretlendiriliyor.
Bu rantı artırarak sürdürmek isteyen emperyalizm
azgelişmiş ülkelerdeki işçi örgütlenmelerini daha da
baskılıyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 108
Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da
arttırırken işçi sınıfının yapısını dönüştürdü
109. Küreselleşme ve teknolojik gelişmeler azgelişmiş ülkelerde
prekarya (precartiat) adı verilen bir emekçi katmanını ortaya
çıkardı.
Bu emekçiler uluslararası iş bölümüne uygun bir biçimde esnek /
güvencesiz istihdam koşullarında ve genelde yarı zamanlı
istihdam ediliyorlar.
Büyük ölçüde kadınlardan, gençlerden, engelli işçilerden, tekrar
çalışmak zorunda kalan emeklilerden, eski mahkûmlardan ve
göçmenlerden, esnaftan, iktisadi değişim nedeniyle yerlerinden
edilmiş olan kalifiye ve yarı-kalifiye işçilerden ve işsizlerden
oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 109
Prekarya
110. (i) Burjuva demokrasileri giderek geçerliliğini yitiriyor,
iktidar ve muhalefet partileri arasındaki fark giderek
kayboluyor.
ii) Uzun dönemde “emperyalistler arası savaş” tezi
geçerliliğini korusa da, kısa vadede ABD, AB ve
Japonya üçlüsünden oluşan bir “kolektif emperyalist
işbirliği” mevcut.
Libya işgali ve gündemdeki Suriye müdahalesi bunun
somut örnekleri.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 110
Alt yapıdaki dönüşümün politik
sonuçları
111. (iii) Triad’ın emperyalist bloku azgelişmiş ülkelerdeki gerici
hegemonik bloklar ile stratejik ittifakını sağlamış durumda.
Azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik blokları da içine
alan bir küresel gerici hegemonyadan söz etmek
mümkündür.
(iv) Mevcut iktisadi kriz sadece bir kriz olmaktan öte
özellikler göstererek, sistemin kendi kendini yeniden
üretmekte zorlanmasından dolayı, içe doğru patlamalar
yaşamaktadır (Bolivya, Venezüella ve Ekvator).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 111
Alt yapıdaki dönüşümün politik
sonuçları
112. Dönüştürücü üst yapı dinamikleri
Burjuva ideolojisindeki dönüşüm ve neo
liberal ideoloji ve ekonomi politikaları, sosyal
devletin çöküşü ve Yeni Yönetişim anlayışı
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 112
113. 1970’li yıllardan bu yana metropol ülkelerde
geliştirilen neo-liberal ideoloji ve neo-liberal
politikalar IMF, DTÖ ve DB gibi örgütler
aracılığıyla tüm dünyaya egemen kılındı.
Bu ideoloji, işçi sınıfı ve aydınlar başta olmak üzere
toplumun büyük kesiminin ülke sorunlarına ilgisiz
kalmasına neden oldu.
Ayrıca bu ideolojinin muhafazakarlık ve din ile
ittifakı toplumun dönüştürülmesinde etkili oluyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 113
Neo-liberal ideoloji
114. Neo-liberalizm, emek örgütleri ve sendika
karşıtı yasaların hayata geçirilmesi,
sendikal faaliyetlerin yasaklanması ya da
kısıtlanması demek.
Bu rejimde sendikalara biçilen rol, emek
gücü piyasalarının düzenlenmesi ve
yönetilmesinde sendikaların, kapitalistlerin
ve devletin yönlendiriciliği altında
müttefiklik-yardımcılık rolüdür.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 114
Neo-liberal ideoloji
115. Neo liberal dönemde sınıfsal güç
dengelerinde ve kapitalist devlet anlayışında
önemli değişiklikler meydana geldi.
Bu gelişmeler sosyal devletlerin günümüzde
içine girdikleri paradigma değişikliğinin ve
beraberindeki kamusallık anlayışındaki
değişimin de arka planını oluşturuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 115
Sınıfsal güç dengesindeki değişim
116. 1980 sonrası neo liberalizm olarak
adlandırılır.
Neo-liberal dönem sermayenin
hegemonyasının yeniden ve daha güçlü
bir biçimde kurulmasını sağlarken,
sosyal devletin de giderek ortadan
kalkmasına neden oldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 116
Neo liberalizm:
Sosyal devletin sonu
Neo liberalizm
117. 1980 kırılması birbiriyle ilişkili iki önemli geçiş içeriyor:
(i) Fordist yapılanmadan Post-Fordist yapılanmaya geçildi.
Fordist dönemde sermaye ile emek arasında bir çeşit ateş kes mevcuttu ve
örgütlü emek ,ücret artışları ve iş güvenliği bağlamında oldukça güçlenmişti.
Post- Fordist dönemde ise bu ateşkes bitti ve emek ikame edilebilir,
vazgeçilebilir, kullanılıp atılabilir bir hale dönüştürüldü.
(ii) Keynesyen teoriden Post-Keynesyen teoriye geçildi.
Keynesyen teori altında hükümetten ekonomiyi düzenlemesi ve toplumun
refahı için sosyal refah programlarını sürdürmesi bekleniyordu.
Post-Keynesyen / Neo liberal dönemde ise hükümet bunların hiçbirini
yapmamalıydı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 117
Neo liberalizm
118. Kısaca;
Fordizm ve Keynesyenizm işçi sınıfını ve genel olarak
vatandaşları kapitalizmin aşırılıklarından koruyan bir
çeşit «Toplumsal Anlaşma» idi.
Neo liberalizm dünya çapındaki siyaset ve ekonomiyi
giderek daha fazla hâkim sınıf ya da ulusların emrine
sokacak şekilde şekillendiren bir ideoloji.
Topluma karşı açgözlü bir topyekûn saldırının, savaşın
hikâyesi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 118
Neo liberalizm
119. (i) Kamusal mal ve hizmetlerin metalaştırılması ve
kamunun küçültülmesi (özelleştirmeler).
(ii) Her türlü metaı bir spekülasyon aracına
dönüştüren bir hızlı finansallaşma.
(iii) Her türlü doğal, sosyal ve reel felaketin ve krizin
kapitalist sınıf için ve onun tarafından manipülasyonu.
(iv) Servetin üst sınıflar lehine ve bölüştürülmesinde
devletin açık ve pervasız bir biçimde bir araç olarak
kullanılması.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 119
Neo liberalizmin dört ayağı (D. Harvey)
120. Neo liberalizm ile birlikte geleneksel sermaye
birikimi yöntemlerine ilave olarak,
sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlere ve
doğaya ve doğal kaynaklara el koyma
biçiminde çağdaş bir “ilkel birikim modeli” de
yoğun bir biçimde kullanılmaya başlandı.
Bu gelişmeler kamusallığın da daraltılarak
etkisizleştirilmesiyle sonuçlandı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 120
İlkel birikime dönüş
121. Yönetim, devlet dışındaki aktörleri de (sivil toplum
örgütleri, şirketler, piyasalar vb) içeren, “birlikte
yönetme”, “hükümet olmadan yönetme” olarak
tanımlanıyor.
Son derece esnek, aynı ölçüde kaygan ve değişken bir
kavram.
Söylemde tarafsız , siyasi ve ideolojik olmayan bir özellik
sergiler.
Gerçekte bu kavram yeni bir siyasal iktidar modeli.
Toplumun ezilenlerini dışlarken, toplumun geleceğini
sermaye sınıfının egemenliğine mutlak olarak teslim eder.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 121
Neo liberal Yönetişim
122. Avrupalı devletler tekil kemer sıkma uygulamalarında
yeterince başarılı olamayınca,
2011’den itibaren Yeni Avrupa Ekonomik
Yönetişimi adı altında hem ulusal düzeyde hem de
ulus üstü bir açık hegemonya modeline başvuruluyor.
«Avrupa Sömestri» ile ulusal meclislerin bütçe yapma
hakkı fiilen ortadan kaldırılıyor ve Avrupa
Komisyonu’na veriliyor, üye ülke ekonomileri izlenip
denetleniyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 122
Yönetişim AB’de kanunlaştı
123. Üst yapıdaki en önemli değişim ideoloji
alanında oldu.
“Neo liberal burjuva ideolojisi” din ve
muhafazakârlık gibi yerleşik diğer ideolojilerle
yaptığı işbirliği sonucunda,
adeta yeni bir din gibi kesin biat edilen bir
ideolojiye dönüştü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 123
Kültürel Hegemonya tesisi: Neo liberalizm – ideoloji-
yeni muhafazakarlık - din işbirliği
124. Neo liberal yeniden yapılandırma ile geçen 30
yılın ardından gelen kemer sıkma çağında;
Avrupa Birliği ülkelerindeki sosyal devletlerin
geleceği son derece belirsiz.
Kemer sıkma AB’de kurumsallaştırılıp, kalıcı
hale getiriliyor.
Sermaye açısından artık emek ile uzlaşmaya
gerek de yer de yok.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 124
Çağ, kalıcı kemer sıkma çağı
126. Piyasa hegemonyası :
(i) Sermaye kontrollerinin kaldırıldığı ülkelerde, sermayenin
istediği yere ve yöne hareket edebilme serbestîsi,
(ii) Hükümetlerin özel yatırımların yönünü, koşullarını
denetleyebilme imkanlarının ortadan kalktığı,
(iii) Politikacıların, Merkez Bankası gibi kurumların
seçmenlerinden ziyade, giderek tahvil-bono piyasalarına
bağımlı kılındığı bir durum.
Sermaye çok talepkar davranıyor ve ulus devletlere kendi
şartlarını dayatıyor.
Davos Toplantıları : Küresel piyasa sisteminin ulus devlet
yöneticilerini teslim aldığı, onlara taleplerini dayattığı, ulusal
politikaları belirlediği toplantılar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 126
Demokrasi mi Piyasa hegemonyası mı?
127. “Merkez Bankası bağımsızlığı”:
Bono-tahvil piyasalarına yatırım yapanların
yatırımlarının getirilerinin erimesini önlemek için
getirilen bir garanti.
MB bağımsızlığı altında tüm sosyal politikalar bono-
tahvil piyasalarının izin verdiği ölçü ve biçimde
uygulanabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 127
Demokrasi mi Piyasa hegemonyası mı?
128. Devletin rolü: Kredi ve miktarsal kolaylaştırma:
Hem ABD hem de İngiltere bankacılık krizini savuşturabilmek ve para ve
krediyi dolaşımda tutabilmek için faiz oranlarını tarihsel olarak en düşük
düzeylere çektiler.
Ekim 2008 tarihinden itibaren her iki hükümet de çöken bankaları ayakta
tutabilmek için bunlara para aktardılar:
ABD / Paulson Planı : Hazine’ ye toksik kâğıtları satın almak ve
bankacılık sektörüne sermaye aktarmak amaçlı olarak 700 milyar $
aktarıldı.
Hükümete mortgage ve diğer varlıkları satın alabilmede sınırsız bir yetki
tanıdı.
Bankaların hisseleri karşılığında bankalara sermaye aktarılmasına yönelik
250 milyar $’lık bir fon kuruldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 128
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor?
Para Politikaları
129. ABD / Geithner Planı ( Mart 2009) : Hazine’ye ,
bankalarda tutulan ve değerini kaybetmiş bulunan 1
trilyon $ dolayındaki toksik varlıkların satın alınması
için bir kaynak sağlandı.
Bankalardaki toksik kâğıtların değeri ile ABD dolarının
değeri birebir eşitlendi.
Hükümet elindeki paranın 6 katı oranında borç
verebilme imkânına kavuştu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 129
Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para
Politikaları
130. Dünya Bankası’nın ekonomisti Jeffry Sachs : Bu durum servetin
vergi mükelleflerinden banka hissedarlarına doğru devasa bir
transferidir.
P. Krugman : Satın alınan toksik varlıkların değeri yükselirse
yatırımcılar kazanacak, değeri düşerse yatırımcılar zarara
uğramadan ellerini kollarını sallayarak çıkıp gidecekler.”
Financial Times: 10 milyon $’lık bir mortgage kağıdı alan bir özel
yatırımcı bu kağıtlar tamamen değerini yitirse de 2-5 milyon $ kar
elde edecek. Bu, kapitalistlerin hiçbir biçimde kaybetmeyecekleri
bir anlaşmadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 130
Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet
ediyor? Para Politikaları
131. İngiltere / Darling /Brown Planı :
Hükümet 850 milyar $’lık(500 milyar pound) bir bankacılık
kurtarma paketi açıkladı.
Bunun 50 milyar $’ı bankaların hisseleri karşılığında bankalara
verilen gerçek para ; 200 milyar $’ı İngiliz Merkez Bankası’nın
kısa vadeli kredileri şeklinde ve diğer 250 milyar $’ı bankalar
arasındaki kredilerde garanti olarak sunuldu.
Bank of England, para arzını artırmaya dönük olarak miktarsal
kolaylaştırma politikası uyguladı.
Banka, faiz oranlarını % 0.5 olarak belirledi. Normal koşullarda bu
oran, yeni yatırımlar için son derece teşvik edicidir ve ekonomik
büyümeyi hızlandırıcıdır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 131
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor?
Para Politikaları
132. Marx : Resesyon dönemlerinde para
sermayede bir fazlalık olmasına rağmen,
kapitalistler para sermayeyi meta sermayeye
ya da sınai sermayeye yatırımlar yaparak
dönüştürmek istemezler,
tam tersine sermayenin tüm biçimlerini para
sermayeye dönüştürmek ve iyi zamanlar
gelene kadar da orada kalmak çabası içinde
olurlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 132
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor?
Para Politikaları
133. Kriz sonrasında finans ve sanayi-ticaret tekellerinin devletleştirilmesi
sahte kamulaştırmalardır.
Yapılan devletleştirmeler kısmidir, geçicidir ve herhangi bir koşula bağlı
değildir.
Devletleştirmelerle, zor durumdaki bankaların kârlılığının yeniden tesis
edilmesi için sermaye yapılarının güçlendirilmesi hedeflenmiştir.
Gerçek bir kamulaştırma olsaydı, halkın parası hükümetler eliyle
bankalara aktarılırken, bankaların faaliyetleri daha sıkı kurallara
bağlanırdı.
Hükümetlerce, kriz sona erdiğinde devletleştirilmiş olan bu şirketlerin
tekrar özelleştirileceğinin garantisi verilmiştir.
Regülasyon ve vergi cennetlerinin denetlenmesi ihtiyacının konuşulması
sadece dikkatleri dağıtmak içindir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 133
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi : Devletleştirme finans kapitale hizmet
ediyor?
134. Bunlar devletçi kapitalist toplum mühendisliği örneği.
Devlet mülkiyetine dönüş üretim güçlerinin kapitalistlik doğasını
ortadan kaldırmıyor.
Kapitalist toplumlarda devlet kapitalist üretim tarzını muhafaza
etmek için kaçınılmaz olarak var olan bir aygıt.
Şekli ne olursa olsun modern devlet kaçınılmaz olarak kapitalist
bir makine.
Devletin ekonomiye ilişkin özgün müdahalesi kapitalizmin
yeniden üretimi ve kapitalist sınıfın genel çıkarlarının
muhafazasından başka bir amaç taşımaz.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 134
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi : Devletleştirme finans kapitale hizmet
ediyor?
135. 2011 Kasım ayında önce Papandreou’nun demokrasi ile flörtü, ardından
İtalya’nın krize girmesi finans piyasalarını endişelendirdi.
Dünyanın en büyük yedinci ekonomisindeki bir borç temerrüdü durumu
bankacılık krizi yaratarak Avro Bölgesi ve dünya finans sisteminin
çöküşüne ve yeni bir resesyona neden olabilirdi.
Ayrıca piyasalar Berlusconi’nin kemer sıkma programını yeterince sert
uygulamadığına inanıyordu.
Bu yüzden Troyka (AB+ECB+IMF) Berlusconi’nin 17 yıllık ve Papandreu
hanedanının 40 yıllık hegemonyası sona erdirdi.
Yerlerine iki bankacı bürokrat Monti ve Papademos atandı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 135
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden
finans oligarşisine
136. İki lider de apolitik teknisyenler değil.
Sağın ve Batıyı yıllardır fazla demokratik olmakla
suçlayan Troyka’ nın direktifleri doğrultusunda
“ücret ve sosyal haklardan fedakârlık yapılarak
krizden çıkılabileceğini” yönündeki bildik bir
ideolojiyi pazarlamaya çalışan ve
krizin faturasını iki halkın sırtına yıkma peşinde olan
adamlar.
Arkalarında Goldman Sachs gibi finans sermaye var.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 136
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden
finans oligarşisine
137. Bu hükümetler, demokrasinin beşiği Avrupa’da bile kemer sıkma
önlemlerinin hızlı ve kalıcı bir biçimde uygulanabilmesi için
demokrasiden vazgeçilebildiğini gösterdi.
Yüzyıllardır “piyasa ve demokrasi” ayrılmaz bir bütün gibi
gösterilmekteydi. Kapitalizm bir krizden diğerine sürüklendikçe artık
piyasaların demokrasiye ihtiyacının kalmadığı ortaya çıktı.
“Kapitalizm ile demokrasinin evliliğinin bittiği” tezi doğrulanıyor.
Asıl şok eden gelişme ise liderlerin her şeyi açıkça yapıyor olmaları.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 137
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden
finans oligarşisine
138. Ekonomi sadece siyaseti belirlemekle kalmıyor, kendi alanının
dışına taşıyor ve hükümetlerin demokratik denetimlerini de
ortadan kaldırıyor.
Karar alma gücü ve yetkisi siyasal alandan ekonomi alanına
kaydırılıyor.
Emekten yana siyaset seçenekleri “ekonominin ihtiyaçları”
gerekçesiyle yok edilirken, “apolitik uzmanlık” maskesi altında
politik projeler dayatılıyor.
Muhaliflere ise en ufak bir hoşgörü gösterilmiyor.
Bu gelişmeler artık AB gibi kapitalizm temelli birliklerin vahşi
kapitalizmin ılımlılaştırılacağı yerler olmadığını gösteriyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 138
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden
finans oligarşisine
139. Ayrıca aşırı sağ giderek güçleniyor ve Parlamenter Bonapartist
uygulamalar Avrupa ölçeğinde yaygınlaştırılmak isteniyor.
Nitekim Avrupa Komisyonu, Merkel ve Sarkozy’nin onayıyla,
kemer sıkmaya direnen Macaristan ve Romanya gibi ülkelerde de
Bonapartist diktaları gündeme getirmeye başladı.
Şimdilik bu bir parlamenter Bonapartizm biçiminde olsa da kriz
daha da derinleşir ve toplumsal muhalefet daha da yükselirse bu
daha sert biçimler alabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 139
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden
finans oligarşisine
140. Bu kavram ya politik tartışmalarda nadiren yer alıyor ya da yanlış
bir biçimde kamu kurumları ve bakanlıklardaki belli okul
mezunlarının ya da belli odakların egemenliklerini anlatmada,
çok dar anlamda ve yanıltıcı bir biçimde kullanılıyor.
Oysa bu kavram özellikle 2008 krizi sonrasında siyasal karar
alma mekanizmalarının ardındaki güç dinamiklerini açıklamakta
kullanılabilir nitelikte bir kavram.
«Finans oligarşisi” bugünün az sayıdaki küresel finans
zengininin ekonomik ve politik hegemonyasını tanımlamakta
faydalı olabilecek bir kavramdır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 140
Oligarşi
141. Yunancadaki ‘sayıca az’ (ὀλίγος-oligoi) ve ‘egemenlik-
yönetim’ (ἄρχω -arche) kelimelerinin birleşmesiyle
oluşturulmuş bir kelime.
Belirli bir grup azınlığın kötü yönetimi demektir.
Örneğin Aristoteles, oligarşiyi iktidarın belli bir azınlık
tarafından adaletsiz olarak kullanılması olarak
tanımlamıştır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 141
Oligarşi(ὀλιγαρχία, oligarkhía)
142. Çağımızda bu kavram özellikle de yarı sömürge ülkelerde,
askerden ve yönetimden destek almadan gücünü devam
ettiremeyen,
bu gücü kendi sınıfsal çıkarları için kullanan,
nispeten küçük bir grubun elinde büyük çapta bir servetin
toplanması anlamında kullanılmakta.
Bu anlamda oligarşi, toplumun genel refahı düşerken, zenginliğin
bu adaletsiz dağıtımının sürdürülebilmesi için gerekli olan yasal
ve siyasal çatı anlamında bir diktatörya olarak tanımlanabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 142
Oligarşi
143. Küçük bir azınlığın yönetimde olduğu bir devlet biçimi
olan oligarşik devletlerin yönetimdeki grup genelde,
askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen
gruplarından birisi ya da bir iki gruptan oluşan bir blok.
Bu grup, bir aile olabileceği gibi, çok dar bir sınıf da
olabilir.
Bu açıdan ele alındığında, oligarşi kavramı, devletin
tüm kurumlarının küçük bir azınlığının kontrolünde
olduğu bir diktatörlük demektir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 143
Oligarşi
144. Düşünür R. Michels (Oligarşinin Tunç Yasası) her
hangi bir politik sistemin son tahlilde oligarşiye
dönüşeceğini ileri sürer.
Bu bağlamda modern demokrasiler oligarşi olarak
kabul edilebilirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 144
Oligarşi
145. Bonapartizm terimi Fransa’da sırasıyla Fransız Devrimi’nin ardından
1799’da Napoleon Bonaparte (Napoleon I) ve 1848 Devriminin ardından
1851 yılında bu kez Louis Bonaparte (Napoleon II) tarafından kendi
hükümetlerine karşı gerçekleştirilen askeri darbe ve diktatörlüğü anlatan
bir terim.
Bu bağlamda Bonapartist eğilimler sosyal bir devrim gerilediğinde ve
restorasyona yöneldiğinde ortaya çıkmaktadır.
Marx 1852’de yazdığı L. Bonaparte’nin 18 Brumerei (Eighteenth
Brumaire of Louis Bonaparte) adlı çalışmasında Fransa’da sınıf
mücadelesinin nasıl kaba bir sıradanlığı kahramanlığa dönüştüren
koşulları ve ilişkileri yarattığını anlatır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 145
Bonapartizm
146. Marx, Bonapartizm nitelemesini karşı devrimci askerlerin iktidarı
devrimcilerden aldıkları ve seçici reformlar aracılığıyla halk
sınıflarının radikalliğini yönettikleri durumu anlatmak için
kullanmıştır.
Süreçte Bonapartistler egemen sınıfın gücünü maskelemişler ve
korumuşlar ve devrimlerin saptırılmasına hizmet etmişlerdir.
Tarihteki uygulamalarına bakıldığında Bonapartizmin, demogoji
ve şövenist propaganda ile yoğrulmuş bir biçimde ve polis
gücünü, bürokratik mekanizmaları ve kiliseyi en yoğun bir
biçimde kullanarak devrimci hareketleri ve demokratik
özgürlükleri yok etmeyi ya da baskılamayı hedeflediği görülür.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 146
Bonapartizm
147. Almanya’da Bismarck ve Rusya’da P.A.Stolypin dönemleri
Bonarpartist unsurlara sahip olmuştur.
20yyda bu terim genişletilerek büyük burjuvazinin, militarizmi,
gerici köylülüğün desteğini, sınıflar arasındaki güç dengesinin
istikrarsızlaştığı koşullarda sınıfsal manevraları temel alan karşı
devrimci iktidarları tanımlamakta kullanılmıştır (örneğin Rusya’da
1917 Temmuz Krizi sonrasında uygulanan politikalar)
Özetle Bonapartizm yaygın olarak egemen sınıfın iktidarının
sağlam olmadığı durumlarda düzenin sağlanması için asker,
polis ve bürokrasinin müdahalede bulunduğu bir hükümet etme
biçimini tanımlamakta kullanılmaktadır
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 147
Bonapartizm