1. 83/İNŞİKAK SURESİ
GİRİŞ
Adını 1. ayetteki “ تiقّتششانشinşakkat” fiilinin mastarı olan “ شقاقشالنشinşikak”
sözcüğünden alan sure Mekke’de 83. sırada inmiştir.
Sure, bir önceki sure olan İnfitar’ın devamı mahiyetinde olup ilk beş ayeti
“zaman zarfı” olarak İnfitar’ın son ayetinin öğesi durumundadır. “Zaman zarf”ı olan
bu bölümde kıyametin nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği anlatılmış ve kıyametin
gerçekleşeceğine ilişkin deliller gösterilmiştir. İnfitar suresinde yer alan kıyamet ve
ahiret günü gibi konular burada hem teyit edilmiş hem de detaylandırılmıştır.
İyilerle kötülerin kıyamet günündeki halleri açıklanmış ve kâfirler kesin bir
ifadeyle uyarılıp kınanmışlardır.
1
2. MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
İnşikak 1-5
gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman;
yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak
verdiği ve gerçekleştirildiği zaman …
6
Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine doğru koştukça koşan birisin. Sonunda
da O'na kavuşacaksın.
7-9
Artık, kitabı sağ eline verilen kişiye gelince; o, kolay bir hesapla hesaba
çekilecek ve o, sevinçli olarak yakınlarına dönecektir.
10-14
Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü
çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi.
Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
15
Hayır, şüphesiz Rabbi onu çok iyi görendi.
16-19
O hâlde, o şafak, gece ve içinde barındırdığı şeyler derlendiği zaman o
ay kanıttır ki, siz kesinlikle hâlden hâle biniyorsunuz [sürekli değişeceksiniz,
asla yok olup gitmeyeceksiniz].
20,21
O hâlde onlara ne oluyor? İman etmiyorlar ve kendilerine Kur’ân
okunduğu vakit boyun eğip teslimiyet göstermiyorlar/ikna olmuyorlar?
22
Aksine kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o
kimseler yalanlıyorlar.
23
Hâlbuki Allah, içlerinde sakladıklarını en iyi bilendir.
24
Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele.
25
Ancak iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler bunun
dışındadır, onlar için tükenmez bir ücret/ödül vardır.
2
3. TAHLİL:
İnşikak 1-5
gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman;
yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak
verdiği ve gerçekleştirildiği zaman …
Surenin ilk beş ayetinden oluşan bu pasajda kıyamet günü tasvir edilmektedir.
Tasvir edilen bu durumlar, İnfitar suresinin son ayetindeki “O gün” ifadesinin
açılımıdır. Bu durum, tıpkı Vakıa suresinin 1-6. ayetlerinin durumu gibidir.
Şöyle ki: Vakıa suresinin ilk altı ayeti nasıl bir önceki sure olan Ta Ha
suresinin 135. ayetinin “hal, zaman zarfı” öğesi durumunda olup anlamca onun
açılımı ise, bu ayetler de İnfitar/19’un anlamca açılımı olup onun “hal, zaman zarfı”
öğesi durumundadır. Aynı durum ileride “zilzal” suresinde de gelecektir.
Bu durum dikkate alınarak pasajın takdiri şöyle yapılabilir:
“Din Günü’nün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra bir kere daha, Din
Günü’nün ne olduğunu sana ne bildirdi? O gün [din günü], kimse kimseye malik
olmaz [efendilik yapamaz]. Ve o gün; Gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve
gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı
ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman, buyruk Allah’a aittir.”
Klasik kaynaklarda ise surenin başındaki ayetlerin doğru anlaşılabilmesi için
şu yollar aranmıştır:
“Şartların Cevabı
Bil ki, Cenâb-ı Hakk'ın, bu sûrenin başından buraya kadar olan ifadeleri, bir şart cümlesi
[cümleleri]dir. Binâenaleyh, bunların mutlaka bir cezası, cevabı olması gerekir. Âlimler bu cevabın ne
olduğu hususunda ihtilaf etmiş ve şu izahları yapmışlardır.
1- Keşşaf sahibi şöyle der: "Burada, “İzâ” edatının cevabı, anlayan herkesin [hayal gücünü
çalıştırarak] her şeyi anlayabilmesi için hazfedilmiştir. Böylece de bu, daha fazla korkutucu ve
ürkütücü olmuştur."
2- Ferrâ ise şöyle der: "Burada bu şartın cevabı getirilmemiştir. Çünkü şartın cevabının ne
olacağı malumdur. Zira, bunun manası, Kur'ân'ın diğer ayetlerinde de defaatle geçmiştir. Dolayısıyla
da maruf ve malum olmuştur. Ki, bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, “İnnâ enzelnâhu fi leyleti’l-
Kadri (Kadr/1” ifadesidir. Burada “Huve” zamirinin mercii olan Kur'ân kelimesi zikredilmemiştir.
Çünkü bu zamirin merciinin Kur'ân olduğu diğer yerlerde açık bir biçimde geçmektedir."
3- Bazı muhakkikler de şöyle demişlerdir. Bu şartın cevabı, “Fe mulâkîhi” ifadesi olup aradaki
“Yâ eyyuhe’l-insânu inneke kâdihun” ifadesi ise itiraziyye cümlesidir. Ve bu, tıpkı bir kimsenin "Şöyle
şöyle olduğunda, ey insan, bu esnada yaptığın iyi ve kötü şeyleri görürsün" demesi gibidir. İşte burada
da böyledir. Buna göre kelamın takdiri, "Kıyamet günü olduğu zaman, insan ameliyle baş başa kalır"
şeklindedir.
4- Ayette, bir takdim-tehir vardır. Buna göre adeta sanki "Ey insan, sen, Rabbine doğru
didineceksin. Derken, gök parça parça olduğunda, yarıldığında ve kıyamet koptuğunda ise, O'nunla
karşılaşacaksın" denilmek istenmiştir.
5- Kisâî, bu cevabın “Fe emmâ men ûtiye kitabehu (İnşikâk/7)” ifadesi olduğunu; “Yâ
eyyuhe’l-insânu inneke kâdihun” ifadesinin ise araya giren bir cümle-i mu'teriza olduğunu, buna göre
kelamın takdiri manasının "Gök yarıldığında ve şöyle şöyle ... olduğunda, kime de kitabı sağdan
verilirse, şöyle şöyle; kime de kitabı arkasından verilirse şöyle olur..." şeklinde olduğunu söylemiştir.
Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın "Şayet benden size bir hidayet rehberi gelir de, kim de benim
3
4. hidayetime tabi olursa, onlara korku yoktur (Bakara/38)” ayetidir.
6- Kâdî şöyle demiştir: "Şartın cevabı, “İnneke kâdihun” ifâdesinin delalet ettiği şeydir. Buna
göre Cenâb-ı Hak sanki "Ey insan, yaptığını görüyorsun. Binâenaleyh, ahirette nimetler elde etmen
için, bu gün için çalış çabala, didin" demek istemiştir.”1
Kıyametin dehşetinin anlatıldığı bu ayetlere göre, o gün göğün ve yeryüzünün
düzeni bozulacaktır. Durum gerçekten dehşet vericidir. Gökte milyarlarca yıldızın
düzeni bozulmuş, gök paramparça olmuştur. Yeryüzü de küreselliğini kaybetmiş,
dümdüz olmuş, içi dışına çıkmıştır. Artık gök ve yeryüzü Rabbinin emrine boyun
eğmiştir. Evren O’nun planladığı programa aynen uymuş ve plan gerçekleşmiştir.
İşte, bu ortamda buyruk sadece Allah’ındır. Allah’tan başka kimsenin herhangi bir
şeye müdahalesi söz konusu değildir.
Paragrafta yer alan fiiller “mutavaat” veya “edilgen” kalıplarla gelmiştir.
Fiillerin bu kalplarla yer almasından, gelişen olayların kendi kendine olmadıkları,
Allah tarafından bir plan ve program gereği oluşturuldukları anlamı çıkmaktadır.
11
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/ egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne,
“İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de, “Biz isteyerek geldik” dediler.
(Fussılet/11)
Evrendeki oluşumlar ile ilgili olarak konumuz olan pasajda yer alan ayrıntı
bundan evvelki surelerde de birçok kez (Ta Ha/105- 107, Zilzal/1, 2, İnfitar/1-5,
Adiyat/9- 11) dile getirilmişti:
6
Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine doğru koştukça koşan birisin. Sonunda
da O'na kavuşacaksın.
Bu ayette Rabbimiz doğrudan insana hitap ederek aklını başına toplamasını
istemektedir. Bu ifadesi ile insana gidecek başka yerinin olmadığını hatırlatmaktadır.
5
Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek
istiyor: 6
Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”
7-10
İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o
gün insan, “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” der.
11
Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. 12
O gün varıp durmak
sadece Rabbinedir/ o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
(Kıyamet/5-12)
Ayette “Ey insan!” diye seslenilen varlık, İnfitar suresinde de konu edilmiş
olan insan cinsidir; “Ey Âdemoğlu!” demektir. Ona “Sen doğduğun andan itibaren
koşarak Rabbine gidiyorsun. Sonunda da ona kavuşacaksın” denilmektedir.
Burada konu edilen “insan”ın belirli bir şahıs olduğu da ileri sürülmüştür:
"Mukatil dedi ki: Bu (insan ile) el-Esved b. Abdi'l-Esed kastedilmektedir. Ayrıca Ubey b.
Halef’in veya bütün kâfirlerin kastedildiği de söylenmiştir. “Ey kâfir, sen ... çalışıp çabalamaktasın.2
“İbn Abbas (r.a)'a göre bu ifadeyle Ubeyy İbn Halef kastedilmiş olup, onun didinmesi ise
dünyayı elde etmede, Hz. Peygamber (s.a.s)'e eziyet etmede ve küfründe ısrar etmesindeki çaba ve
gayret göstermesi kastedilmiştir. Ama doğru olanı ise ayetteki bu ifadenin genel [cins] manasına
alınmasıdır. Çünkü böyle alınması daha çok mana temin eder. Bir de, Cenâb-ı Hakk'ın "Kime kitabı
1
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
5. sağından verilirse ..." ifadesi ile "Kime kitabı arkasından verilirse ..." ifadesi, o cinsin iki türü
gibidirler. Bu ise, o ifadenin cins olması durumunda tam ve mükemmel olur.”3
Ayetteki “Ey İnsan! Şüphesiz sen, Rabbine doğru koştukça koşan birisin”
ifadesinden bizim anladığımız ise şöyledir:
“Ey İnsan! Sen, dünyada bir dizi zorluk ve sıkıntı çekmekte, yorulmaktasın.
Aslında hiç huzurun ve rahatın yok. Aklın varsa bu çabayı, mesaiyi sana yarayacak
konularda harca! Yorulduğuna, sıkıntı çektiğine değsin. Heba olup gidecek şeyler
için yorulma, sıkıntı çekme!”
7-9
Artık, kitabı sağ eline verilen kişiye gelince; o, kolay bir hesapla hesaba
çekilecek ve o, sevinçli olarak yakınlarına dönecektir.
Bu ayetlerde, dünyayı iyi değerlendiren kimselerin ahiretteki durumları
nakledilmektedir.
Temiz inanca ve iyi amele sahip olanların amel defterleri, yaptıklarının
kayıtlarının yer aldığı kitap [hayat tutanağı] sağ ellerine verilmekte, hesapları
kolaylaştırılmakta ve bu kimseler mutlu olarak cennetteki yakınlarının yanına
gönderilmektedirler.
Ayetteki “ اهههلehl [yakınlar]” ifadesi Kur’an bütünlüğü çerçevesinde ele
alındığında, bununla “Allahın cennette sunacağı yakınlar”ın ve “dünyadaki
yakınlarından imanlı olup da cennete girebilmiş olanlar”ın kastedildiği
anlaşılmaktadır
10
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11
İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
12
İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14
Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24
Onlar, yaptıklarına karşılık olarak,
15
mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16
Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar.
17,23
Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır,
ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç
büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25
Orada boş söz, saçmalama ve
günaha sokan şeyleri işitmezler. 26
Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm
[sağlık, esenlik, mutluluk]!”
27-34
Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili
muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok
meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.
35
Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38
Ki onları,
sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık.
39,40
Bir cemaat, çoğu öncekilerdendir. Bir cemaat da sonrakilerdendir.
(Vakıa/10- 40)
16
İşte bilgeleşmiş, bilinçlenmiş bu kimseler, vaat olunup durdukları doğru bir vaat olarak ve
kendileri haksızlığa uğratılmadan, Allah'ın onlara amellerini tam olarak ödemesi için kendilerinden,
yaptıklarının en güzelini kabul edeceğimiz ve cennet ashâbı içinde kötülüklerden koruyacağımız
kimselerdir.
(Ahkaf/16)
17-20
Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra
dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri
onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza
karşılık afiyetle yiyin, için!”–
21
Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da
kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
3
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
5
6. 22
Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23
Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.
24
Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine
gizlenmiş inci gibidirler.
25-28
Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde
korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na
yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.”
(Tur/17- 28)
51-57
Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir
makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak
atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar,
orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.
Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
(Duhan/51- 57)
10-14
Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü
çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi.
Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
15
Hayır, şüphesiz Rabbi onu çok iyi görendi.
Bu ayet grubunda, amellerinin kayıtlı olduğu kitap kendilerine arkalarından
verilenlerin durumu aşağılayıcı bir üslup ile verilmektedir. Kitabı arkasından verilen
o bedbaht kişi, bir zamanlar forslu ve havalı birisiydi. Ölüp Allah’a döneceğine de
inanmazdı. Şimdi ise hesap vermesi çok çetin geçmekte, utancından kitabını arkadan
almakta, durumunu saklamaya çalışmaktadır.
29
Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere gülüyorlardı.
30
Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. 31
Kendi yakınlarına döndükleri
zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. 32
Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman;
“Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
(Mutaffifin/29- 32)
18
Rablerine uyanlar için “en güzel” vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa
hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte
onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena
yataktır!
(Ra’d/18)
25-29
Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi,
hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar
sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der.
(Hakka/25- 29)
41
Ve solun ashâbı, nedir o solun ashâbı?
42-48
Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan
kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Şüphesiz solun ashâbı bundan önce varlık içinde zevk ve
eğlenceye dalanlar idiler. Ve büyük günah; Allah'a ortak kabul etme üzerine ısrar ediyorlardı. Ve
“Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız
da mı?” diyorlardı.
(Vakıa/41- 48)
11
Aslında onlar kıyâmeti yalanladılar. Biz ise kıyâmeti yalanlayanlara çılgın alevi hazırladık.
12
O çılgın alev onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler.
13
Ve elleri boyunlarına bağlanmış olarak cehennemden dar bir yere atıldıkları zaman, oracıkta
ölümü isterler.
–14
Bugün bir ölüm değil birçok ölüm isteyin!–
6
7. (Furkan/11-14)
16-19
O hâlde, o şafak, gece ve içinde barındırdığı şeyler derlendiği zaman o
ay kanıttır ki, siz kesinlikle hâlden hâle biniyorsunuz [sürekli değişeceksiniz,
asla yok olup gitmeyeceksiniz].
Bu ayetlerde; şafak, gece, içinde barındırdığı şeyler ve dolunay kanıt
gösterilmek suretiyle insanların da halden hale girmeleri kanıtlanmaktadır. İnsanların
dikkatleri evrendeki değişime çekilerek Sünnetüllah’ta [Allah’ın koyduğu düzende]
her şeyin bir plan çerçevesinde gerçekleştiğine, değişimin bu plandaki temel
süreçlerden biri olduğuna, bu sürecin kıyamete kadar sürüp gideceğine işaret
edilmektedir.
İnsan da evrenin bir parçası olarak sürekli bir değişim içindedir; “nutfe”den
sonra “alaka”ya, sonra bir çiğnem ete, sonra da canlı ve akıllı bir varlık haline
gelmektedir. Bunu bebeklik, çocukluk, delikanlılık, yaşlılık aşamaları takip
etmektedir. Sosyal bakımdan ise zenginlik ve fakirlik, sağlıklılık, hastalıklılık gibi
değişimlere uğramaktadır. En sonunda ise yaratılmış bir varlık olarak yeni bir
değişime tabi olmakta ve ölmektedir.
Konumuz olan ayetteki “hâlden hâle biniyorsunuz” ifadesiyle, insanın tabi
olduğu bu değişim yasasının ölümle de sona ermeyeceğini; dirilme, toplanma, hesap,
ödül ya da ceza görme aşamalarıyla ahirette de devam edeceğini; insanın bunu asla
aklından çıkarmaması gerektiğini öğütlemektedir.
20,21
O hâlde onlara ne oluyor? İman etmiyorlar ve kendilerine Kur’ân
okunduğu vakit boyun eğip teslimiyet göstermiyorlar/ikna olmuyorlar?
Bu ayetlerde, 15- 19. ayetlerde gösterilen kanıtlar tam anlamıyla ortada iken
insanların akılsızlık ederek iman etmeyişlerinin, kendilerine haber verilen akıbete
ikna olmayışlarının nedeni sorgulanmaktadır:
O halde onlara ne oluyor? İman etmiyorlar ve kendilerine Kur’an okunduğu
vakit boyun eğmiyorlar [ikna olmuyorlar]?
Buradaki soru bir hayret mesajıdır. Yani “Bu inkârcı tavır, şaşılacak, akıllı
insanın göstermeyeceği bir tavırdır” denilmektedir.
22
Aksine kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o
kimseler yalanlıyorlar.
23
Hâlbuki Allah, içlerinde sakladıklarını en iyi bilendir.
24
Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele.
Bu ayetler, bunca kanıta rağmen gözlerini, gönüllerini kapatanların halini
ortaya koyarak Rabbimizin onlara hazırladığı akıbeti haber vermektedir. Küfrettikleri
gibi bir de yalanlama cihetine giden bu katmerli inkârcıların akıbeti nükteli bir
üslupla ele alınmaktadır.
Birçok ayette açıklandığına göre; bu kâfirler, iman etmeyi gerektiren deliller
çok net ve açık olmasına rağmen ya atalarını taklit ettikleri için, ya
7
8. kıskançlıklarından dolayı, ya da iman ettiklerini ortaya koyduklarında dünyevi bir
takım makam ve menfaatlerin ellerinden çıkacağı endişesiyle yalanlama cihetine
gitmişlerdir.
Klasik kaynakların birçoğunda4
bu ayetlerde konu edilen kişilerin Amr b.
Umeyroğulları olduğu nakledilmiştir. Ancak ayetin mesajı, bu karakterdeki tüm
kâfirleri kapsamaktadır.
24. ayette, inkârcılarla ilgili anlatım bırakılarak Resulullah’a hitap edilmiş ve
“Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele!” denilmiştir. İnkârcılar hemen
müjdenin ne olduğuna kulak kabartsalar da, buradaki müjde sevindirici bir müjde
değildir.
100,101
Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/ göstergelerimden gözleri bir
örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenler için genişlettikçe genişlettik.
102
Peki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, Benim
astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini mi sandılar?
Şüphesiz Biz cehennemi, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir
konuk ziyafeti (!) olarak hazırladık.
103
De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104
Onlar, yapay
olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
105
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi
de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü
tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
106
İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve
elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
(Kehf/100-106)
106,107
İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma
vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği
müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.
108
Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir
ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği
müstesnadır.–
(Hud/106- 108)
137
Şüphesiz iman edip sonra küfreden; bilerek reddeden /inanmayan, sonra iman edip tekrar
küfreden; bilerek reddeden /inanmayan, sonra da Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedişlerini artırmış şu kimseler; Allah onları bağışlayacak ve onları bir yola kılavuzlayacak
değildir.
138,139
Mü’minlerin astlarından, küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye
sapanları yol gösterici, koruyucu yakın edinen şu münâfıklara, şüphesiz, çok acıklı bir azabın
kendileri için olduğunu müjdele! Onların yanında şan ve şeref mi arıyorlar? Oysa şan ve şerefin
tümü Allah'ındır.
(Nisa/137, 138)
3,4
Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik
yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve
O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara
bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman
şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar
kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş
kişileri sever.
(Tevbe/3,4)
4
(Mukatil)
8
9. 25
Ancak iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler bunun
dışındadır, onlar için tükenmez bir ücret/ödül vardır.
Kendilerini acı bir akıbet bekleyen kâfirlerin aksine, inanmış ve salihatı işlemiş
müminler tükenmez; başa kakılmaz, boğaza takılmaz, mükemmel ödüllere
kavuşmakla müjdelenmiştir.
SALİHATI İŞLEMEK
Kur'an'da kullanıldığı bağlam dikkate alınarak “salihat” ve “salihatı işlemek”
konusunda şunları söylemek mümkündür: Namaz, oruç, zekât “salihat” olmadığı
gibi, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek de “salihatı işlemek” değildir. Ancak
öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât vermeyeni
zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek “salihatı
işlemek”tir. Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda, bulunduğumuz zaman ve
zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve benzeri alanlarda her türlü bozukluğun
düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihatı işlemek kapsamına
girer.
“Dışa yansımayan güzel işler” demek olan “hasenat” ile “salihat” arasındaki
fark iyi anlaşılmalıdır. Bu iki konu arasındaki farka Kur’an şu şekilde işaret etmiştir:
Rabbimiz her bir haseneye on karşılık verirken [En'âm 160] salihat karşılığında ise
cenneti vaat etmektedir.
“Salihatı işlemek” konusu Asr suresinin tahlilinde genişçe ele alındığından,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
108
Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir
ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği
müstesnadır.–
(Hud/108)
10
Onların oradaki duaları, “Allah'ım! Sen her türlü eksiklikten arınıksın!”dır. Ve onların
oradaki selâmlaşmaları, “Selâm”dır [sağlık, esenlik, mutluluktur]! Dualarının sonu da, “Tüm
övgülerin, Âlemlerin Rabbi Allah'a olduğu!”dur.
(Yunus/10)
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
9
10. 25
Ancak iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler bunun
dışındadır, onlar için tükenmez bir ücret/ödül vardır.
Kendilerini acı bir akıbet bekleyen kâfirlerin aksine, inanmış ve salihatı işlemiş
müminler tükenmez; başa kakılmaz, boğaza takılmaz, mükemmel ödüllere
kavuşmakla müjdelenmiştir.
SALİHATI İŞLEMEK
Kur'an'da kullanıldığı bağlam dikkate alınarak “salihat” ve “salihatı işlemek”
konusunda şunları söylemek mümkündür: Namaz, oruç, zekât “salihat” olmadığı
gibi, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek de “salihatı işlemek” değildir. Ancak
öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât vermeyeni
zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek “salihatı
işlemek”tir. Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda, bulunduğumuz zaman ve
zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve benzeri alanlarda her türlü bozukluğun
düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihatı işlemek kapsamına
girer.
“Dışa yansımayan güzel işler” demek olan “hasenat” ile “salihat” arasındaki
fark iyi anlaşılmalıdır. Bu iki konu arasındaki farka Kur’an şu şekilde işaret etmiştir:
Rabbimiz her bir haseneye on karşılık verirken [En'âm 160] salihat karşılığında ise
cenneti vaat etmektedir.
“Salihatı işlemek” konusu Asr suresinin tahlilinde genişçe ele alındığından,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
108
Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir
ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği
müstesnadır.–
(Hud/108)
10
Onların oradaki duaları, “Allah'ım! Sen her türlü eksiklikten arınıksın!”dır. Ve onların
oradaki selâmlaşmaları, “Selâm”dır [sağlık, esenlik, mutluluktur]! Dualarının sonu da, “Tüm
övgülerin, Âlemlerin Rabbi Allah'a olduğu!”dur.
(Yunus/10)
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
9