1. 53 YUSUF SURESİ
GİRİŞ
Adını surenin eksenini oluşturan Yusuf kıssasından alan sure, Mekke
döneminin sonlarına doğru, Kureyşli müşriklerin peygamberimizi öldürme, sürme
veya hapsetme plânları tasarladığı sırada inmiştir. İniş sırasına göre Kur’an’ın 53.
suresidir. Bazı kaynaklarda 1-3 ve 7. ayetlerin Medine’de indiği ileri sürülmüşse de,
bu ayetlerin sure bütünlüğü ile gösterdiği uyum, söz konusu iddianın uzak bir
ihtimal olduğunu göstermektedir.
Surenin ilk üç ayetinde Kur’an üzerine vurgu yapılmakta, 4. ayetinden 101.
ayetine kadar olan bölümde ise “Kıssaların en güzeli” olarak nitelenen Yusuf
kıssası nakledilmektedir. Detaylı bir anlatımla Kitab-ı Mukaddes’te de yer alan
Yusuf kıssası, surenin indiği dönemde, gerek Ehl-i Kitap gerekse Ehl-i Kitap
olmayanlar arasında dillerde dolaşan en ünlü kıssa idi.
Diğer kıssaların kısa ve uzun anlatımlarla birden çok surede yer almasına
karşılık, Yusuf kıssası Kur’an’da sadece bu surede anlatılmaktadır. Kıssa, üslup ve
içerik olarak eşi olmayan bir özellik ve güzelliğe sahiptir. Nitekim bu husus 3. ayette
“… Biz sana kıssaların en güzelini aktarıyoruz” ifadesi ile de belirtilmiştir. Tevhit,
sabır, adalet, hoşgörü, bağışlama, yakın çevre ilişkileri, iktisat, siyaset; kalenin
içerden fethi konularında insanlığa eskimeyen ilkelerin konulduğu ve peygamber de
olsa her insanın hata yapabileceği hususunun vurgulandığı bu kıssa ile
Peygamberimize, Yûsuf (a.s) gibi sabırlı olması, korkmadan-yılmadan görevini
sürdürmesi, işin sonunun Yûsuf'un âkibetindeki gibi “hayır” olacağı mesajı verilmiş,
aynı zamanda, Kureyşlilere de Peygamberimizle girdikleri mücâdeleyi eninde-
sonunda kaybedecekleri, direnmelerinin anlamsız olduğu ihtarı Tevhit, sabır, adalet,
hoşgörü, bağışlama, yakın çevre ilişkileri, iktisat, siyaset konularında insanlığa
eskimeyen ilkelerin vazedildiği ve peygamber de olsa “beşer”in hata yapabileceği
hususunun vurgulandığı bu kıssa ile peygamberimize Yusuf peygamber gibi sabırlı
olması, korkmadan-yılmadan görevini sürdürmesi, işin sonunun Yusuf peygamberin
akıbetindeki gibi “hayır” olacağı mesajı verilmiştir. Aynı zamanda, Kureyşlilere de
peygamberimizle girdikleri mücadeleyi eninde sonunda kaybedecekleri,
direnmelerinin anlamsız olacağı ihtarı yapılmıştır.
Esbab-ı nüzul kayıtlarına göre1
bu sure, Yahudilerin -Yusuf kıssası ile ilişkili
olarak- peygamberimize Yakub’un ailesinin Şam'dan Mısır'a niçin gittiklerini sor-
maları üzerine inmiştir. Yahudilerin hesabına göre, bu sorunun cevabını bilmeyen
peygamberimiz önce soruyu kaçamak karşılıklarla geçiştirecek, sonra olayın nasıl
olduğunu bir takım Yahudilerden soruşturacak, böyle yaptığı anda da tüm foyası
meydana çıkmış olacaktı. Yahudiler bu faka bastırmayla insanlara peygamberimizin
Kur’an’ı kendisinin uydurduğunu göstermiş olacaklarını ummaktaydılar. Fakat
olaylar hiç de Yahudilerin bekledikleri gibi gelişmedi. Ehl-i Kitap kültüründen uzak
yaşamış olan peygamberimiz, Yakub ve Yusuf peygamberler ile ilgili kıssayı
Allah’ın vahyi olarak insanlara tebliğ etmiş, böylece Kur’an’ın Allah tarafından
indirildiği ve mucizeliği bir kez daha ortaya konmuştur.
Bir başka görüşe göre ise Yusuf suresi, bazı müminlerin “Ya Rasülellah!
Keşke bize bir kıssa anlatsaydın” diye talepte bulunmaları üzerine inmiştir.2
1
[Mukatil; Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
2
[Vahıdî; Esbab-ı nüzul, s. 155]
1
2. MEAL:
RAHMAN RAHİM ALLAH ADINA
1
Elif/1, Lâm/30, Râ/200. İşte bu, o apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
2
Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.
3
Sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini
anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/
bilgisizlerdendin.
4
Hani bir zaman Yûsuf, babasına: “Babacığım! Şüphesiz ben onbir yıldız,
güneş ve ay'ı gördüm; onları bana boyun eğip teslimiyet gösterirlerken
gördüm” demişti.
5,6
Babası: “Yavrucuğum! Gördüğünü kardeşlerine anlatma. Sonra sana
bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır. Ve işte
böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların/sözlerin ilk anlamlarının ne
olduğuna dair bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrâhîm'e ve
İshâk'a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Ya‘kûb soyuna tamamlayacaktır.
Şüphesiz ki, Rabbin çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır” dedi.
–7
Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar/isteyenler için nice
alâmetler/göstergeler vardır.–
8,9
Hani Yûsuf'un kardeşleri bir zaman: “Yûsuf ve kardeşi babamıza
bizden daha sevgili, biz ise güçlü ve tutkun bir grubuz. Şüphesiz, babamız
kesinlikle çok açık çıkmaz bir yoldadır. Yûsuf'u öldürün ya da bir yere atın ki,
babanız hepten size kalsın, sonra da siz sâlih bir toplum olursunuz” demişlerdi.
10
Onlardan bir sözcü, “Yûsuf'u öldürmeyin, o'nu o kuyunun dibine
bırakın da oradan geçen kafilenin biri o'nu bulup alsın. Eğer yapacaksanız
böyle yapın” dedi.
11,12
Onlar dediler ki: “Ey babamız! Sen bize Yûsuf için neden
güvenmiyorsun? Hâlbuki biz kesinlikle o'nun iyiliğini istiyoruz. Yarın o'nu
bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Ve şüphesiz biz o'nu
kesinlikle koruyucularız.”
13
Babaları dedi ki: “Onu götürmeniz beni üzer ve siz o'na karşı duyarsız/
ilgisiz iken o'nu kurt yemesinden korkarım.”
14
Yûsuf'un kardeşleri dediler ki: “Andolsun ki biz böyle güçlü kuvvetli bir
topluluk iken o'nu kurt yerse, o zaman şüphesiz biz kesinlikle zarara/kayba
uğrayıp acı çekenlerden olmuş oluruz.”
2
3. 15
Sonunda Yûsuf'un kardeşleri, Yûsuf'u götürdüler ve hepbirlikte o
kuyunun dibine bırakmaya karar verdiler. Biz de Yûsuf'a vahyettik:
“Andolsun ki sen onlara ilerde onlar hiç farkında değilken bu işlerini haber
vereceksin.”
16
Ve akşam vakti, ağlayarak babalarına geldiler.
17
Onlar dediler ki: “Ey babamız! Şüphesiz biz yarış yaparak gittik.
Yûsuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de baktık ki, o'nu kurt
yiyivermiş. Ve biz doğru kimseler olsak da sen bize inanmazsın.”
18
Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. Babaları dedi ki:
“Tam tersine, nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırtmış. –Artık güzel bir sabır!–
Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır.”
***
19
Ve bir yolcu kafilesi geldi de sucularını gönderdiler. O da kovasını
kuyuya saldı, “Müjde hey, müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Ve o'nu bir ticaret malı
olarak gizleyip korudular. Allah ise onların ne yapacaklarını biliyordu.
20
Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un
satılmasında azla yetinenlerden idiler.
21
Ve o'nu satın alan Mısırlı kişi, karısına: “Bunun yerini şerefli tut. Bize
yararlı olabilir ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve Biz, Yûsuf'u böylece
yeryüzünde yerleştirdik … ve kendisine olayların/ sözlerin ilk anlamlarının ne
olduğuna dair bilgileri öğretelim diye… Ve Allah, emrinde galiptir. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
22
Ve Yûsuf, tam erginlik çağına gelince, kendisine bilgi ve hüküm verdik.
Ve işte Biz, güzelleştirenlere böyle karşılık veririz.
***
23
Ve evinde bulunduğu hanım, o'nun nefsinden murat alıp yararlanmak
istedi, kapıları kilitledi ve “Haydi beri gel!” dedi. Yûsuf: “Allah'a sığınırım!
Kesinlikle kocan, benim efendim/ Rabbim; Allah, benim mevkiimi güzel yaptı.
Şüphesiz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar iflah olmazlar” dedi.
24
Ve andolsun o hanım, o'na niyeti kurmuştu. Eğer Yûsuf Rabbinin açık
kanıtını görmese idi, o kadına niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak
tutalım diye böyledir. Şüphesiz o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı.
25
Ve ikisi de kapıya koştular. Hanım, o'nun gömleğini arkadan yırttı. Ve
kapının yanında o hanımın efendisiyle karşı karşıya geldiler. O hanım; “Senin
ehline kötülük yapmak isteyen kişinin cezası, zindana atılmaktan veya acıklı bir
azaptan başka ne olabilir?” dedi.
26,27
Yûsuf: “O, benden, kendimden yararlanmak istedi” dedi. Ve o
hanımın yakınlarından bir şâhit şâhitlik etti: “Eğer Yûsuf'un gömleği önden
yırtılmış ise hanım doğru söylemiştir, Yûsuf da yalancılardandır. Ve eğer
Yûsuf'un gömleği arkadan yırtılmış ise hanım yalan söylemiştir, Yûsuf da
doğrulardandır.”
28,29
Artık ne zaman ki Yûsuf'un efendisi, Yûsuf'un gömleğinin arkadan
yırtılmış olduğunu gördü, “Şüphesiz bu, siz kadınların fendinizdendir.
Gerçekten de sizin fendiniz çok büyüktür. Yûsuf! Sen bundan vazgeç. Kadın!
Sen de günahın için bağışlanma dile. Şüphesiz sen hata edenlerden oldun” dedi.
***
30
Şehirde kadınlar da, “Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murat
almak istermiş. Kesinlikle sevgi onun yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz, kesinlikle
onu apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
3
4. 31
Sonra Aziz'in karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını
işitince, onlara elçi gönderdi ve onlara yastık/meyve; şahane bir sofra hazırladı.
Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve “Çık karşılarına!” dedi. Ve şimdi
onlar Yûsuf'u görür görmez o'nu gözlerinde çok büyüttüler ve ellerini kestiler.
Ve “Hâşâ! Allah için, bu bir beşer değil, ancak çok şerefli bir melektir.”/“Hâşâ
bu satın alınmış bir köle değil ancak çok şerefli bir prenstir” dediler.
32
Aziz'in karısı: “İşte, bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınızdır.
Andolsun ki ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de, o namuslu
davrandı. Yine andolsun ki kendisine emrettiğimi yapmazsa, kesinlikle zindana
atılacak ve kesinlikle itibarsızlığa uğrayanlardan olacaktır” dedi.
33
Yûsuf: “Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha
sevimlidir. Eğer Sen, bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, ben onların
tuzağına düşerim ve cahil kimselerden olurum” dedi.
34
Bunun üzerine Rabbi, o'na cevap verdi de ondan onların tuzaklarını
döndürdü. Şüphesiz O, evet O, hakkiyle işitenin, hakkiyle bilenin ta kendisidir.
35
Sonra bu kadar delili gördükten sonra bir süre için o'nu zindana
atmaları açığa çıktı.
***
36
Ve zindana o'nunla birlikte iki delikanlı girdi. Onlardan birisi:
“Şüphesiz ben, kendimi şarap sıkarken gördüm” dedi. Öteki de: “Şüphesiz ben
başımın üstünde ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize
bunun te’vîlini haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik/güzellik üretenlerden
görüyoruz” dedi.
37-41
Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun
te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz
ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin;
inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım
İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a
hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir
armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını
ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha
hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun
astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden
başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş
değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına
tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap
sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında
fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi.
42
Ve Yûsuf o iki kişiden, kurtulacağını kesin olarak bildiği kişiye,
“Efendi/hükümdar edindiğin kişinin yanında beni an!” dedi. Sonra benliği ona
hatırlatmayı terk ettirdi. Böylece Yûsuf, beş-on sene zindanda kaldı.
***
43
Ve hükümdar dedi ki: “Şüphesiz ben yedi cılız ineğin yedi semiz ineği
yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz
görüntü/ vizyon tabir ediyorsanız beni bu görüntü hakkında ikna edip
aydınlatın.”
44
İleri gelenler dediler ki: “Karmakarışık görüntülerdir. Biz ise böyle
karmakarışık görüntülerin te’vîlini bilenler değiliz.”
4
5. 45
Ve o ikiden kurtulmuş olan kişi iş işten geçtikten sonra anarak dedi ki:
“Ben size o görüntünün kesin olarak neyi ifade ettiğini haber veririm, hemen
beni gönderin.”
***
“46
Yûsuf! Ey doğru sözlü! Bize, insanlara bilgilenerek dönmem ve onların
öğrenmesi için ‘Yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor. Ve yedi yeşil başakla
diğer yedi kuru başak’ hakkında ikna edici bilgi ver.”
47-49
Yûsuf dedi ki: “Yedi sene âdet üzere ziraat edeceksini; her türlü gıda
ürününü üreteceksiniz, sonra da ürettiğiniz ürünleri yiyeceğiniz miktar hariç,
başağında bırakınız; stoklayınız. Sonra onun arkasından yedi kurak sene
gelecek. Bu kurak seneler önceki biriktirdiklerinizin biraz saklayacağınızdan
başkasını yiyecek. Sonra da onun arkasından bir sene gelecek ki, insanlar onda
yağmura kavuşacak ve onda sıkıp sağacaklar; zeytin yağı, üzüm suyu, pekmez
gibi gıdaya da kavuşacaklar; hayat normale dönecek.”
***
50
Ve o hükümdar, “Onu bana getirin!” dedi. Sonra ne zaman ki elçi
Yûsuf'a geldi, Yûsuf ona dedi ki: “Efendine geri dön de ona sor bakalım, o
ellerini kesen kadınların zoru ne imiş? Hiç şüphe yok ki, Rabbim, onların
oyunlarını çok iyi bilir.”
51
Hükümdar: “Yûsuf'un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman
durum ne idi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ, Allah için, biz o'nun aleyhinde hiçbir
fenalık bilmedik” dediler. Aziz'in karısı da: “Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi
ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murat almak istedim. O ise şeksiz şüphesiz
doğrulardandır. –52
İşte bu, Yûsuf'un, ıssız bir yerde benim o'na hainlik
etmediğimi ve kesinlikle Allah'ın hainlerin hilesine kılavuz olmadığını bilmesi
içindir.– 53
Ve ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz ki nefis, şiddetle
kötülüğü emredendir. Ancak Rabbimin esirgediği kimse müstesnadır. Şüphesiz
ki, Rabbim çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir” dedi.
54
Ve hükümdar, “Onu bana getirin, onu kendim için atayayım” dedi.
Sonra o'nunla konuşunca da, “Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli
bir mevki sâhibisin, güvenilir birisin” dedi.
55
Yûsuf dedi ki: “Beni yeryüzünün hazineleri üzerine görevlendir.
Şüphesiz ben, iyi koruyan, çok iyi bilenim.”
–56
Ve işte Biz böylece Yûsuf için o yerde iktidar; ülke yönetimi verdik.
Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve
iyilik edenlerin ödülünü kaybetmeyiz. 57
Ve iman eden ve Allah'ın koruması altına
girmiş kişiler için elbette âhiret ödülü daha hayırlıdır.–
***
58
Yûsuf'un kardeşleri geldiler de o'nun yanına girdiler. O, onları hemen
tanıdı, onlar ise o'nu tanıyamayan kimselerdi.
59,60
Ne zaman ki onların teçhizatlarını hazırladı, “Babanızdan olan
kardeşinizi bana getirin. Görüyorsunuz ya, ben ölçeği tam ölçüyorum ve ben
konuk ağırlayanların en iyisiyim. Siz eğer onu bana getirmezseniz, bir daha size
hiç tahıl yok, yanıma da yaklaşmayın!” dedi.
61
Onlar: “Onu babasından istemeye çalışacağız ve şüphesiz biz kesinlikle
yapanlarız” dediler.
62
Ve Yûsuf memurlarına: “Ailelerinin yanına dönünce farkına varmaları
için ve yine gelmeleri için sermayelerini yüklerinin içine koyuverin!” dedi.
***
5
6. 63
Böylece, babalarına döndükleri vakit, “Ey babamız! Bizden tahıl men
edildi; bize zahire verilmeyecek. Onun için bu kere kardeşimizi bizimle gönder
ki, tahıl alabilelim. Ve biz onu kesinlikle koruyacağız” dediler.
64
Babaları dedi ki: “Ben onu size emanet eder miyim? Bundan önce
kardeşini; Yûsuf'u emanet ettiğimde olan gibi olması başka! İşte Allah en
hayırlı koruyandır. Ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.”
65
Ve yüklerini açtıkları zaman sermayelerini kendilerine geri verilmiş
olarak buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte, sermayelerimiz
bize iade edilmiş. Bununla ailemize zahire alır getiririz, kardeşimizi de
koruruz, üstelik bir deve yükü daha fazla zahire alırız. Bu aldığımız, çok
kolay/pek az bir tahıldır.”
66
Babaları dedi ki: “Etrafınız kuşatılmadıkça/hepiniz çaresiz kalmadıkça,
onu bana kesinlikle getireceğinize dair Allah'tan bir üstlenme vermedikçe, onu
kesinlikle sizin ile birlikte göndermem.” Onlar, babalarına teminatlarını
verince, babaları, “Bu söylediklerimize Allah, belirli bir programa göre
ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır” dedi.
67
Ve dedi ki: “Ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan
girin. Ben, Allah'tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca
Allah'ındır. Ben, sadece O'na sonucu bıraktım. Artık sonucu bırakanlar da
sadece O'na sonucu bırakmalıdırlar.”
***
68
Ve ne zaman ki şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine
emrettiği şekilde girdiler. Bu, onlar hakkında Allah'tan hiçbir şeyi
önleyemezdi, bu sadece Ya‘kûb'un içinden geçirdiği bir isteğin gerçekleşmesi
oldu. Ve şüphesiz o, o'na öğrettiğimiz için bilgi sahibiydi. Velâkin insanların
çoğu bilmezler.
69
Ve Yûsuf'un yanına girdikleri vakit, Yûsuf, kardeşini yanına aldı:
“Şüphesiz ben, senin kardeşinin ta kendisiyim! İşte bundan dolayı onların
yapmış olduklarına üzülme!”
70
Sonra Yûsuf onlara önemli eşyalarını, malzemelerini hazırlayınca, su
kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir müezzin; ünleyici seslendi:
“Hey kervan! Şüphesiz siz kesinlikle hırsızsınız!”
71
Kafile onlara dönerek, “Ne kaybettiniz?” dediler.
72
Görevliler dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik ve onu getirene
bir yük zahire var. Ben de buna kefilim.”
73
Kafile: “Allah'a yemin ederiz ki kati sûrette, siz de bildiniz ki, biz
yeryüzünde/ burada kargaşa çıkarmak için gelmedik. Biz hırsızlar da değiliz”
dediler.
74
Görevliler: “Eğer yalancılar iseniz, hırsızlık edenin cezası nedir?”
dediler.
75
Kafile dediler ki: “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte kendisi,
onun cezasıdır/o, alıkonur, bedelini kendisi öder. Biz yanlış; kendi zararlarına
iş yapanlara işte böyle ceza veririz.”
76
Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin kabından önce onların kaplarını
aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte
Yûsuf'a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde/ülkenin yasalarında,
kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. –Ancak Allah dilerse o başka. Biz
dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha
iyi bilen vardır.–
6
7. 77
Kafile dedi ki: “Eğer o çalmışsa, andolsun daha önce bunun kardeşi de
çalmıştı.” O vakit Yûsuf bunu kendi içine attı ve onlara bunu hiç belli etmedi,
“Siz çok fena bir mevkidesiniz, nitelediğiniz şeyi Allah en iyi bilendir” dedi.
78
Onlar dediler ki: “Ey Aziz! Şüphesiz ki, bunun çok yaşlı bir babası var.
Onun için onun yerine bizim birimizi al. Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden
görüyoruz.”
79
Yûsuf dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını
yakalamaktan/ alıkoymaktan Allah'a sığınırız. Şüphesiz biz öyle yaparsak
kesinlikle yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar oluruz.”
80-82
Artık ne zaman ki o'ndan ümit kestiler, o zaman fısıldaşarak bir yana
çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına ahit aldığını ve
daha önce Yûsuf konusunda aşırı gittiğinizi bilmiyor musunuz? Babam bana
izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık
buradan ayrılmam. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün de
babanıza deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı/ hırsızlıkla
suçlandı. Biz de ancak bildiğimize şâhitlik ettik. Ve biz görülmeyenin,
duyulmayanın, sezilmeyenin bekçileri değiliz. Hem içinde bulunduğumuz kente
ve içlerinde geldiğimiz kervana sor. Ve şüphesiz ki, biz kesinlikle doğru
kimseleriz.”
***
83
Babaları dedi ki: “Aksine, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş.
Artık güzel bir sabır! Umarım ki Allah üçünü [Yûsuf'u, küçük kardeşini ve
büyük kardeşini] birden bana getirir. Şüphesiz O, en iyi bilenin, haksızlık ve
kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri koyanın ta
kendisidir.”
84
Ve Ya‘kûb, onlardan yüz çevirdi. Ve “Vah Yûsuf'la olan hasretim vah!”
dedi. Ve üzüntüden iki gözü bembeyaz oldu [sararıp soldu, derbederleşti].
Artık Ya‘kûb, yutkundukça yutkunan; derdini içinde tutan biri idi.
85
Dediler ki: “Allah'a yemin olsun ki sen Yûsuf'u anıp duruyorsun.
Sonunda eriyip gideceksin yahut değişime/yıkıma uğrayanlardan olacaksın.”
86,87
Ya‘kûb dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah'a
şikâyet ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri
biliyorum. Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın
vereceği ferahlıktan ümit kesmeyin, kesinlikle kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenler toplumundan başkası Allah'ın vereceği
ferahlıktan ümit kesmez.”
***
88
Sonra Yûsuf'un huzuruna girince, dediler ki: “Ey Aziz! Bize ve ehlimize
sıkıntı dokundu. Ve biz az bir sermaye ile geldik. Sen bize yine ölçek ver. Ve
bize sadaka da ver. Şüphesiz Allah sadaka verenlere karşılıklar verir.”
89
Yûsuf dedi ki: “Siz cahiller iken Yûsuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı
biliyor musunuz?”
90
Yûsuf'un kardeşleri: “Yoksa sen, sahiden Yûsuf musun?” dediler.
Yûsuf: “Ben Yûsuf'um, bu da kardeşim. Kesinlikle, Allah bizi nimetlendirdi.
Şüphesiz kim Allah'ın koruması altına girer ve sabrederse, artık hiç şüphesiz
Allah, iyi-güzel işler yapanların ödülünü kaybetmez” dedi.
91
Onlar dediler ki: “Allah'a yemin olsun, Allah seni gerçekten bize üstün
yaptı. Ve biz gerçekten hatalılar idik.”
92,93
Yûsuf dedi ki: “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi
bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Şu gömleğimi götürün
7
8. de babamın yüzüne koyun, o, ayıplanan/ dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş
hâle gelir/derbederlikten kurtulur. Ve bütün ailenizi bana getirin.”
***
94
Ve ne zaman ki, kafile ayrıldı, babaları dedi ki: “Eğer bana bunak
demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf'un kokusunu buluyorum.”
95
Dediler ki: “Vallahi şüphesiz sen hâlâ o eski şaşkınlığındasın.”
96
Fakat ne zaman ki, gerçekten müjdeci geldi, gömleği Ya‘kûb'un yüzüne
koydu, hemen ayıplanan/ dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hâle geldi. “Ben
size demedim mi, ben Allah'tan sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi.
97
Dediler ki: “Ey babamız! Bizim için günahlarımıza bağışlama dile.
Şüphesiz biz hatalılar idik.”
98
Ya‘kûb dedi ki: “Sizin için Rabbimden ilerde bağışlanma dileyeceğim.
Şüphesiz O çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.”
***
99
Ne zaman ki onlar Yûsuf'un yanına girdiler, işte o zaman Yûsuf anasını
ve babasını kucakladı, bağrına bastı, yanına aldı ve “Allah'ın dilemesiyle güven
içinde Mısır'a girin!” dedi.
100
Ve anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine yükseltti. Ve hepsi boyun
eğip teslimiyet göstererek o'nun için yere kapandılar. Ve Yûsuf: “Babacığım!
İşte bu durum, o gördüğümün te’vîlidir. Gerçekten Rabbim onu hak kıldı.
Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan
çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu.
Şüphesiz Rabbim dilediği şeye armağan vericidir. Şüphesiz O, en iyi bilen,
hüküm koyanın ta kendisidir.”
–“101
Rabbim! Sen bana hükümdarlık verdin ve bana olacakların/ sözlerin ilk
anlamlarının ne olacağı bilgisinden öğrettin. Gökleri ve yeri yoktan var eden! Sen
benim dünya ve âhirette yardım edenim, koruyanımsın, benim canımı Müslüman
olarak al ve beni sâlihler arasına kat!–
102
İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin
haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân
yaparlarken sen onların yanında değildin.
103
Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir.
104
Ve sen buna karşılık onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun. Kur’ân,
âlemlere sadece bir öğüttür.
105
Ve göklerde ve yerde nice alâmetler/göstergeler var, onlar ondan yüz
çeviren kimseler olarak üzerlerinden gelir geçerler. 106
Onların çoğu, ortak
koşmadan Allah'a iman etmezler.
107
Yoksa bunlar Allah'ın azabından hepsini saracak bir felaket
gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin/kıyâmetin
kopuş anının gelmesinden güven içinde midirler?
108
De ki: “İşte bu, benim yolumdur; aklın, bilginin, sağduyunun gereği
olarak Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar… Ve Allah arınıktır. Ve
ben ortak koşanlardan değilim.”
109
Ve Biz senden önce de yalnızca, kentlerin kendi halkından, kendilerine
vahyettiğimiz birtakım olgun kişileri elçi olarak gönderdik. Şimdi o yerlerde
şöyle bir gezip dolaşmadılar mı? Ki kendilerinden önce gelip geçenlerin
âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar! Elbette âhiret yurdu Allah'ın
koruması altına giren kişiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak
mısınız?
8
9. 110
Sonunda elçiler ümit kesecek hâle gelince ve kendilerinin
yalanlandıkları kanaatine varınca, kendilerine yardımımız geldi. Sonra da
dilediklerimiz kurtarıldı. Ve suçlular topluluğundan Bizim azabımız geri
çevrilemez.
111
Andolsun ki Yûsuf, babası, kardeşleri kıssalarında kavrama yeteneği
olanlar için bir ibret vardır.
Kur’ân, uydurulan bir söz değildir. Ancak sadece, içinde konu edilenlerin
doğrulaması, inananlar için her şeyin ayrıntılı açıklaması, bir yol gösterme ve
rahmettir.”
TAHLİL:
1
Elif/1, Lâm/30, Râ/200. İşte bu, o apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
2
Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.
Bu sure de Yunus ve Hud sureleri gibi “ اelif”, “ لlam” ve “ رra” kesik
harfleriyle başlamıştır. Bu harflerle yapılan dikkat çekmeden sonra, işaret zamiri ile
bakışlar Kur’an’a yönlendirilmiş ve Kur’an’ın özelliklerine vurgu yapılmıştır.
2. ayette, Kur’an’ın Arapça olarak indirilme sebebi açıklanmış ve Kur’an’ın
insanların akletmeleri, düşünmeleri, anlamaları için Arapça indirildiği belirtilmiştir.
Çünkü Kur’an Arap toplumuna inmektedir ve bir toplumun kendisine inen mesajı
anlaması, akletmesi, uygulaması ve başkalarına da anlatabilmesi için mesajın o
toplumun anadilinde olması gerekmektedir. Eğer böyle olmasa, yani mesaj topluma
yabancı bir dilde indirilse, mesajın o dili bilmeyen bir toplum tarafından anlaşılması,
akledilmesi, uygulaması da mümkün olmayacaktır.
Ancak buradaki “ اaيييّاعربarabiyyen” sözcüğünün sadece “Arapça, Arap dili”
olarak anlaşılması ve açıklanması doğru değildir. Zira bu sözcük “ بًa يريعarabe”
kalıbından türeme olduğu kadar “ربُب ع arube” kalıbından da türemiştir. Sözcüğün
“arube” kalıbına göre anlamı “fesahat, fasih konuşmak” demektir.3
“Fesahat [fasih konuşmak]” ise “sözün ses ve mana kusurlarından arınmış
olması, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması”
anlamına gelmektedir.4
Bu durumda ayetin anlamı “Şüphesiz ki, Biz onu akledersiniz diye ‘kolay
anlaşılır, rahat telâffuz edilir, dizimi mükemmel, dilbilgisi kurallarına uyumlu’ bir
Kur’an olarak indirdik” demek olur.
Kur’an’ın indirildiği toplumun dilinin Arapça olması dolayısıyla, o toplumun
Kur’an’ı anlayıp akledebilmesi için Arapça indirildiği birçok ayette (Nahl/103,
Fussılet/44, Şuara/198, 199, Zühruf/2, 3, Şuara/193-195, Ra’d/37, Ahkaf/12, Ta Ha/113,
Zümer/27, 28, Fussılet/3, Şûra/7) vurgulanmıştır.
3
Sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini
anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/
bilgisizlerdendin.
3
(Lisanü’l-Arab; s. 153-159, a-r-b mad.)
4
(es-Sekkakî; Miftahu’l Ulum)
9
10. Yusuf kıssasının girişi olan bu ayette, peygamberimizin bu kıssa hakkında
daha önceden herhangi bir bilgisinin bulunmadığı vurgulanmıştır. Ehl-i Kitap
arasında çok iyi bilinen bu kıssa, kıssayı hiç bilmeyen peygamberimiz tarafından “en
güzel” bir şekilde, üstelik Ehl-i Kitab’ın yanlış bildiği noktalar da düzeltilerek
nakledilince, Allah Elçisi’ni sınamaya kalkanlar bu duruma şaşırıp kalmışlardır.
Peygamberimizin bu konularla ilgilenen biri olmadığı, bu meselelere karşı
duyarsız, ilgisiz olduğu başka ayetlerde de dile getirilmiştir:
22
kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık.
Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun.
(Kaf/22)
86
Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir
rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere
arka çıkma/ yardımcı olma.
(Kasas/86)
52,53
İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik.
Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle
kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde
bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız
Allah'a döner.
(Şûra/52)
Surenin 3. ayetinde “kıssaların en güzeli” olarak nitelenen Yusuf kıssası için
111. ayette de “Ant olsun ki, onların [Yusuf’un, babasının, kardeşlerinin]
kıssalarında kavrama yeteneği olanlar için bir ibret vardır” denilmektedir. Bu ayet,
Yakup ailesinin mutlu sona ulaştırıldığı anlatılan bu kıssalarda insanlığa yararlı
birçok ilkenin bulunduğunu ifade etmektedir.
Yusuf kıssası Kitab-ı Mukaddes’te Tekvin bölümünün 37-45. bablarında yer
almaktadır. Yeri geldikçe ilgili bölümler oradan aktarılarak konunun mukayeseli bir
şekilde incelenmesi sağlanacak, böylece Kitab-ı Mukaddes’te zayi edilen vahiy
ruhunun Kur’an’da nasıl ortaya çıktığı daha iyi anlaşılacaktır.
4
Hani bir zaman Yûsuf, babasına: “Babacığım! Şüphesiz ben onbir yıldız,
güneş ve ay'ı gördüm; onları bana boyun eğip teslimiyet gösterirlerken
gördüm” demişti.
Yusuf kıssası, Yusuf’un gördüğü bir görüntüyü babasına anlattığı bu ayetle
başlamaktadır. On bir yıldızın, Güneş’in ve Ay’ın kendisine secde ettiği [teslim olup
emrine girdiği] şeklindeki bu “görüntü”, uykuda görülen bir rüya olmayıp Yusuf’un
uyanıkken gördüğü bir görüntüdür. Bu husus, ayette “ رأيت raeytü [gördüm]” fiilinin
iki kez kullanılması suretiyle vurgulanmıştır. Yani Yusuf, gördüklerini uykuda değil
de uyanıkken gördüğünü “Babacığım, şüphesiz ben, on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı
gördüm; onları bana secde ederken [boyun eğerken] gördüm” diyerek üstüne basa
basa bildirmiştir.
Yusuf’un uyanıkken gördüklerine benzer görüntüler, ilerideki ayetlerde
bildirileceği gibi, Yusuf’un zindan arkadaşları ve ülkenin kralı tarafından yine
uyanıkken görülecektir. Yani, kıssanın devamında yer alan “içki imal etmek, baş
üstünde ekmek taşımak ve taşınan ekmekleri kuşların yemesi” ve “yedi cılız ineğin
yedi semiz ineği yemesi ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak” görüntüleri de rüya
olarak değil, gerçek görüntüler olarak karşımıza gelecektir. Aslında bu görüntüler,
10
11. “gelecek” ile ilgili görüntülerdir. Yani, kâhinlerin, medyumların gördüğü cinsten
karmaşık görüntülerdir. Bu çeşit görüntülerin surede Yusuf dışındaki kişilerce de
görüldüğünün bildirilmesinden, o dönemde kâhinliğin yaygın bir durumda olduğu
anlaşılmaktadır. Bu sebeple, nasıl sihrin yaygın olduğu bir dönemde Musa
peygamber sihre yönelik mucizeler ile desteklenmişse, nasıl söz sanatı ve edebiyatın
yaygın olduğu bir dönemde peygamberimiz edebî bir mucize olan Kur’an ile
gönderilmişse, Yusuf peygamber de kendi döneminde “olacak olayların karmaşık
görüntülerinin” tevili ile mucizelendirilmiştir.
Geleceğe ait bu tür bir görüntü peygamberimiz için de söz konusu olmuştur:
27
Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde
başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz”
vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan
ast/yakın bir fetih kıldı.
(Fetih/27)
Uykuda iken görülen ve Türkçede “rüya” sözcüğüyle ifade edilen görüntüler
ise Kur’an’da “ نامنالمن نىنف fi’l-menâmi [uykuda]” ifadesi kullanılarak söz konusu
edilmiştir.
43
Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer Allah, onları sana çok
gösterseydi kesinlikle korkmuştunuz ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah
güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir.
44
Ve hani olması gereken bir şeyi gerçekleştirmek için, onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin
gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah'a
döndürülür.
(Enfal/43, 44)
Saffat/102’de konu edilen “elmenam” ifadesi, ism-i mekân kalıbı olup “uyku
yeri” anlamındadır. Ki burada mecazen o kentin duyarsızlığı, ilgisizliği, üzerlerine
ölü toprağı saçılmışlığı kastedilmştir. Yerinde gerekli açıklama yapılmıştır.
Uyanıkken görülen -Yusuf peygamberin gördüğü türden- görüntüler
günümüzde “vision [vizyon]” olarak adlandırılmaktadır. Müslümanlar yeterli
düzeyde zihin yorup inceleme yapmadıkları için, bu konularla ilgili olarak
ekseriyetle Batı’da yapılan inceleme ve araştırmalar doğrultusunda bir
kavramlaştırma oluşmuştur. Verdikleri bilgilere ihtiyatla yaklaşmak gerekse de, bir
fikir vermesi açısından metapsşik, parapsikolojiye ait bilgilere de bakmak yararlı
olur kanaatindeyiz.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre, vizyon, herkes tarafından görülebilecek bir
olgudur. Çünkü ilerideki ayetlerde görüleceği üzere, Yusuf peygamberin zindan
arkadaşları ve ülkenin kralı da böyle görüntüleri görmüşlerdir. Tarihe bakıldığında
da, Kur’an’ın naklettiklerinden başka, değişik yerlerde, değişik vizyonlardan söz
edildiği görülmektedir. Bu vizyonların en bilineni ve günümüzde de hâlâ ilgi
çekmeye devam edeni Nostradamus vizyonlarıdır. Burada hemen belirtmek gerekir
ki, vizyon ile kehanet [veya medyumluk] aynı şeyler değildir. Kehanet, vizyonu
[veya rüyayı] “sözde” yorumlama işidir. Böyle görüntüleri [vizyonları]
11
12. yorumlayabilmek, Kur’an’da bildirildiğine göre, sadece Yusuf peygambere verilmiş
bir özelliktir. Nitekim Yusuf peygamberin babası Yakub peygamber de oğlunun
vizyonunu tam olarak tevil edemeyip sadece tahminde bulunmuştur. Yusuf kıssası
dışında Kur’an’daki tek vizyon olan peygamberimizin vizyonu da herhangi bir kul
tarafından tevil edilmeyip bizzat Rabbimiz tarafından açıklanmıştır. Aynı şekilde
Nostradamus’un vizyonları da insanların ancak günü gelince anlayacakları
biçimdedir.
Vizyonerlik, özellikle de Nostradamus’un vizyonerliği araştırmacılar
tarafından bir takım araç ve öğretilere bağlanmışsa da, biz bu özelliğin yaratılıştan
gelme [genetik] olduğunu, çalışma ve öğrenme ile kazanılamayacağını
düşünüyoruz. Nostradamus’un Kitab-ı Mukaddes’te adı geçen birçok peygamberin
yetiştiği İsaşar adlı Yahudi kabilesi ile var olan genetik bağını bu düşüncemizi
destekler mahiyette buluyoruz. Bize göre, Nostradamus’un Yakub ve Yusuf
peygamberlerin soyundan gelebileceği yönünde bir tahminde bulunmak bile
mümkün görünmektedir.
Ayette yıldızların, Güneş’in ve Ay’ın Yusuf peygambere ettikleri bildirilen
secde namazdaki secde değil, tıpkı meleklerin Âdem’e ettikleri secde gibi, Yusuf
peygambere duyulan saygıyı ve onun otoritesinin kabulünü ifade etmektedir.
“Secde” sözcüğü ile ilgili detay Necm suresinde verildiği için bu kadarla yetiniyor,
ilgili bölümün oradan okunmasını örneriyoruz.
Secde sözcüğü, yukarıda belirtilen anlamıyla surenin 100. ayetinde de
karşımıza gelecektir:
100
Ve anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine yükseltti. Ve hepsi boyun eğip teslimiyet
göstererek o'nun için yere kapandılar. Ve Yûsuf: “Babacığım! İşte bu durum, o gördüğümün
te’vîlidir. Gerçekten Rabbim onu hak kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra,
beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Şüphesiz
Rabbim dilediği şeye armağan vericidir. Şüphesiz O, en iyi bilen, hüküm koyanın ta kendisidir.”
(Yusuf/100)
5,6
Babası: “Yavrucuğum! Gördüğünü kardeşlerine anlatma. Sonra sana
bir tuzak kurarlar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır. Ve işte
böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların/sözlerin ilk anlamlarının ne
olduğuna dair bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrâhîm'e ve
İshâk'a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Ya‘kûb soyuna tamamlayacaktır.
Şüphesiz ki, Rabbin çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır” dedi.
Görüldüğü gibi, Yakub peygamber oğlunun vizyonunu tam olarak tevil
edememiş, ancak bir elçi olmanın kazandırdığı birikimle ona çok ciddi öğütler
vermiştir. Kardeşlerinin kıskançlık sebebiyle kendisine kötülük yapmayı
plânlayabilecekleri uyarısında bulunan Yakub peygamber, oğlunun gördükleri
hakkında da Allah’ın onu hem kendi katında hem de insanlar arasında iyi bir
konuma getireceği, ona “kurmayca değerlendirme” yeteneği vererek sözlerin,
olayların, olacakların tevilini öğreteceği, vizyonları tevil edebilme özelliği vereceği,
dedeleri İbrahim ve İshak’a ihsan ettiği gibi Yusuf’a da nimetler ihsan edeceği
yorumunu yapmıştır.
Oğluna yaptığı öğüdü “Şüphesiz ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir” diyerek
bitiren Yakub peygamber, bu son sözleriyle, Allah’ın elçiliği kime vereceğini çok iyi
12
13. bildiğini ve en iyi yasaları O’nun yapacağını ifade etmiş, kendisinin kulluktan gelen
âcizliğini itiraf ederek gerçeği Allah’a havale etmiştir. Yakub peygamberin buradaki
sözlerinden, onun büyük babası İbrahim peygamberin duasını bildiği ve o dua
doğrultusunda beklentileri olduğu anlaşılmaktadır:
127-129
Ve hani İbrâhîm ve İsmâîl Beyt'ten temelleri yükseltirler: “Rabbimiz! Bizden kabul
buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için
sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri kıl.
Soyumuzdan da Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine
girmesini sağlayan] bir önderli toplum getir. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tevbemizi de kabul
et. Şüphesiz Sen suçtan dönüşleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin.
Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki onlara Senin âyetlerini okusun, onlara
kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri
öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyanın, bozulmayı iyi engelleyenin; sağlam yapanın ta
kendisisin.”
(Bakara/129)
Kardeşlerinin Yusuf peygamberi kıskanmaları Kitab-ı Mukaddes’te şu şekilde
yer almaktadır:
Yusuf'un Düşleri
1 Yakup babasının yabancı olarak kalmış olduğu Kenan ülkesinde yaşadı.
2 Yakup soyunun öyküsü: Yusuf on yedi yaşında bir gençti. Babasının karıları Bilha ve
Zilpa'dan olan üvey kardeşleriyle birlikte sürü güdüyordu. Kardeşlerinin yaptığı kötülükleri babasına
ulaştırırdı.
3 İsrail Yusuf'u öbür oğullarının hepsinden çok severdi. Çünkü Yusuf onun yaşlılığında
doğmuştu. Yusuf'a uzun, renkli bir giysi yaptırmıştı.
4 Yusuf'un kardeşleri babalarının onu kendilerinden çok sevdiğini görünce, ondan nefret
ettiler. Yusuf'a tatlı söz söylemez oldular.
5 Yusuf bir düş gördü. Bunu kardeşlerine anlatınca, ondan daha çok nefret ettiler.
6 Yusuf, "Lütfen gördüğüm düşü dinleyin!" dedi,
7 "Tarlada demet bağlıyorduk. Ansızın benim demetim kalkıp dikildi. Sizinkilerse, çevresine
toplanıp önünde eğildiler."
8 Kardeşleri, "Başımıza kral mı olacaksın? Bizi sen mi yöneteceksin?" dediler. Düşlerinden,
söylediklerinden ötürü ondan büsbütün nefret ettiler.
9 Yusuf bir düş daha görüp kardeşlerine anlattı. "Dinleyin, bir düş daha gördüm" dedi,
"Güneş, ay ve on bir yıldız önümde eğildiler."
10 Yusuf babasıyla kardeşlerine bu düşü anlatınca, babası onu azarladı: "Ne biçim düş bu?"
dedi, "Ben, annen ve kardeşlerin gelip önünde yere mi eğileceğiz yani?"
11 Kardeşleri Yusuf'u kıskanıyordu, ama bu olay babasının aklına takıldı.5
Orijinal metinde geçen “ الاحننادس تأويننلte’vîle’l-ehâdis [olayların, sözlerin
önceliklenmesi]”, genellikle “görüntülerin tevili” olarak anlaşılmıştır. Oysa
“Allah’ın ona [Yusuf peygambere] te’vile’l-ehadis öğretmesi” yalnızca bu anlama
gelmez. İfade, daha kapsamlı olarak Allah’ın Yusuf’a olayları, hayatın problemlerini
anlama ve çözümler bulma yeteneği bahşetmesi, her şeyin hakikatine ulaştırıcı görüş
ihsan etmesi demektir.
Bizim ısrarla “vizyon” olarak ifade ettiğimiz ve “uyanıkken görülen görüntü”
olarak tanımladığımız “rüya” sözcüğünü Türkçedeki anlamıyla “uykuda görülenler”
olarak algılayanlar, psikiyatri, psikoloji gibi bilimlerden hiç haberleri olmadıkları
5
(Tekvin; 37. Bab, 1-11. cümleler)
13
14. hâlde bir takım görüşler beyan etmişler ve peygamberimizi de malzeme yapmak
suretiyle “rüya” kavramı hakkında pek çok tutarsız rivayet ortaya atmışlardır.
Böylece “rüya” kavramı da İslam dinine düzenlenen suikastlardan birine konu
yapılmış, “rüya-i sadık” adıyla bir rüya tipi kabul edilerek İslam dini ile taban tabana
zıt yepyeni bir din icat edilmiştir. Ne var ki, sahtekâr mucitlerin icat ettiği bu yeni
din bir takım yeni kurallar vazedilmesi şeklinde değil, birçok konuda olduğu gibi,
Allah’ın dinine hurafeler yerleştirip onu yozlaştırmak suretiyle oluşturulmuştur. Bu
kötü amaçlı sahtekârlar peygamberimiz adına uydurdukları “sadık rüya” kavramı ile
birçok batıl inanç ve amel üretmişler, kendilerine inanıp tuzaklarına düşen gafillerle
birlikte yeni sapık dinlerini, rüyalarında kendilerine Allah’ın veya peygamberimizin
telkin ettiğini ileri sürdükleri kuruntular üzerine kurmuşlardır.
Hâlbuki “rüyanın doğrusu” diye bir kavramın bir müminin hayatında yeri
olmamalıdır. Çünkü rüyanın sadık olmadığı Kur’an’da açıkça gösterilmiştir:
43
Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer Allah, onları sana çok
gösterseydi kesinlikle korkmuştunuz ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz. Fakat Allah
güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir.
44
Ve hani olması gereken bir şeyi gerçekleştirmek için, onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin
gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah'a
döndürülür.
(Enfal/43, 44)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, peygamberimizin gördüğü rüya bile
gerçekle ilgisi olmayan bir rüyadır. Diğer taraftan Yüce Rabbimiz, kulları ile
konuşma, onlara mesaj yollama ilkelerini Kur’an’da açık ifadelerle bildirmiştir.
Bildirdiği bu ilkeler arasında “rüya” bulunmamaktadır. Dolayısıyla sahtekârların
uydurma dininde ileri sürülen “rüya ile Allah’tan mesaj alma” iddiası Kur’an’a
aykırıdır:
51
Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/
bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah'ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok
yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.
(Şûra/51)
Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet, rüyasında Allah’tan mesaj aldığını iddia eden,
hem de bunu vahyin [dinin] tamamlandığının açık bir ayetle belirtildiği bir dinin
mensubu olduğunu söyleyerek yapan kişilerin ipliğini pazara çıkarmaktadır.
–7
Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar/isteyenler için nice
alâmetler/göstergeler vardır.–
Yusuf kıssasındaki olaylar, kıssanın temelini teşkil eden görüntünün ve Yakub
peygamberin bu görüntü ile ilgili görüşünün belirtilmesinden sonra, “Yusuf ve
kardeşlerinde soranlar/isteyenler [araştıranlar] için birçok ayet” olduğunu bildiren
bu ayetle başlamakta ve surenin sonunda yer alan 111. ayetteki aynı ifade ile sona
ermektedir.
Ayetteki “nice ayetler” ifadesiyle, kıssanın içeriğinde bulunan insanlığa öğüt
niteliğindeki inceliklere, derin anlamlı örneklere işaret edilmiştir. Ayrıca bu ayet,
çoğu peygamberimizin akrabası olan ve kıskançlık sebebiyle peygamberliğini kabul
etmeyerek ona düşmanlık yapan Mekkeliler için de bir uyarı niteliğindedir. Çünkü
Yusuf peygambere eziyet etmede -Mekkeliler gibi- aşırı giden kardeşleri, kıssanın
sonunda, Allah'ın yardımına erişerek güçlenen Yusuf peygamberin yetkilerine boyun
14
15. eğmişler ve onun yönetimi altına girmişlerdir. Dolayısıyla bu kıssa ile Mekkelilere,
Yusuf peygamberin kardeşleri gibi en sonunda kıskandıkları kişinin himayesine,
kontrolüne girecekleri mesajı verilmektedir.
Yusuf peygamberin kardeşlerinin kimlikleri bazı eserlerde şöyle açıklanmıştır:
En büyüklerinin adı Rûbîl idi. Diğerleri ise Şem'ûn, Lâvî, Yehûza, Zeyâlûn ve Yeşcer'dir.
Bunların annesi Leyan kızı Leyâ'dır. Hz. Ya'kub'un dayısının kızıdır. Hz. Ya'kub'un ayrıca iki
cariyesinden dört oğlu olmuştu: Dân, Naftalî, Câd ve Âşer diye. Daha sonra Leyâ vefat edince, Hz.
Ya'kub onun kızkardeşi Râhil ile evlendi. Bundan da Yûsuf ve Bünyamin adındaki oğulları dünyaya
geldi. Böylelikle Hz. Ya'kub'un çocukları toplam on iki kişi idi. es-Süheylî der ki: Ya'kub'un
annesinin adı ise Refkâ idi. Râhil, Bünyamin'den dolayı lohusa iken vefat etmişti. Leyân b. Nâlıer b.
Âzer ise Hz. Ya'kub'un dayısıdır.6
Zemahşerî Yûsuf'un kardeşlerinin ismini şöyle sıralamaktadır: Yehûda, Rubyal, Şemon, Levi,
Ribalon, Yeşcer, Deyne, Dan, Neftali, Cad ve Aşir. Bunların ilk yedisi Hz. Ya'kûb'un evlendiği
halasının kızı Libya'dandır. Libya ölünce, Hz. Ya'kûb Libya'nın kızkardeşi Rahil ile evlendi.
Rahil'den de Bünyamin ile Yûsuf doğdu. Öyle anlaşılıyor ki, kardeşler arasında üveylik de vardı.7
8,9
Hani Yûsuf'un kardeşleri bir zaman: “Yûsuf ve kardeşi babamıza
bizden daha sevgili, biz ise güçlü ve tutkun bir grubuz. Şüphesiz, babamız
kesinlikle çok açık çıkmaz bir yoldadır. Yûsuf'u öldürün ya da bir yere atın ki,
babanız hepten size kalsın, sonra da siz sâlih bir toplum olursunuz” demişlerdi.
10
Onlardan bir sözcü, “Yûsuf'u öldürmeyin, o'nu o kuyunun dibine
bırakın da oradan geçen kafilenin biri o'nu bulup alsın. Eğer yapacaksanız
böyle yapın” dedi.
Bu ayetlerde, Yakub peygamberin Yusuf ile onun küçük kardeşini diğer
çocuklarından fazla sevdiği ve bu yüzden de diğer çocukların kıskançlıkla Yusuf’tan
kurtulma planı yaptıkları anlatılmakta, böylece insanda yaratılıştan var olan bazı
huylara dikkat çekilmektedir.
Ayetlerden anlaşıldığına göre, Yakub (as), vahye muhatap olmuş bir
peygamber olmasına rağmen sevgisini Yusuf ile onun küçüğüne yoğunlaştırmış,
bunun sonucunda oluşan kıskançlık duygusu da diğer çocuklarına kardeşleri Yusuf’u
oradan uzaklaştırmayı, hatta öldürmeyi düşündürebilmiştir. Kıskançlık duygusunun
ne kadar kötü bir şey olduğuna daha evvel Felak suresinde işaret edilmiş, kıskananın
şerrinden Rabbimize sığınılması istenmiştir:
1-5
“Oluşturduğu şeylerin kötülüğünden ve çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden ve
düğümlere tükürüp üfleyenlerin/sözleşmelere uymayanların kötülüğünden ve kıskandığı zaman
kıskananın kötülüğünden çatlamaların Rabbine; sıkıntıları ortadan kaldıran Allah'a sığınırım” de!
(Felak/1-5)
Konumuz olan ayetler, aynı zamanda, Yakub peygamberin evlatları arasında
yaptığı ayırımdan kaynaklanan kıskançlığın nelere mal olabileceğine dair dolaylı bir
mesaj da içermektedir. Kardeşlerin kendi aralarında Yusuf’la ilgili planlarını
tartışırken “Yusuf ve kardeşi” şeklinde bir ifade kullanmaları, Yusuf ile küçük
kardeşinin bir başka anneden olduklarına işaret etmektedir. Bu da Yakub
peygamberin sevgi konusunda özellikle dikkatli olmasını, evlatlarını kıskançlığa
sevkedebilecek tavırlardan özenle kaçınmasını gerektiren bir durumdu.
6
(Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
7
(Zemahşeri, Keşşaf; c.2, S. 304)
15
16. 8. ayette kardeşlerin kendilerini “usbe” olarak tanımlamaları dikkat çekicidir.
“Usbe”, “sıkı, birbirine bağlı, tutkun on ila kırk kişiden oluşan bir topluluk”
anlamına gelmektedir.8
Sonuçta, Yakub peygamberin birbirine bağlı, tutkun evlatları, kendi
aralarındaki tartışma sonucu, Yusuf’u kuyuya atmayı kararlaştırmışlardır. Ayette
geçen “el-cübb [kuyu]” sözcüğünün önündeki “el” takısı, bu kuyunun herhangi bir
kuyu değil, kardeşlerin bildikleri ve planda belirgin olarak ifade edilen “malûm,
bilinen” bir kuyu olduğunu göstermektedir.
Ayette geçen “sonra da siz salih bir kavim olursunuz” ifadesi, “sonra
babanızın gönlünü alırsınız, babanız sizi de sever, gözünde iyi birer evlat olursunuz”
anlamına gelmektedir. Bu ifadeden “tövbe eder, arınırsınız” anlamı çıkarmak, bize
göre, isabetli bir görüş değildir. Çünkü “tövbe”, cehaletle işlenmiş suçlar için söz
konusudur. Oysa kardeşlerin işlemeyi kararlaştırdıkları suç, planlı ve bilinçli olarak
işlenecek bir suçtur. Böyle teammüden işlenen suçlar ise istihfafa; Allah’ı, ahireti ve
suçu hafif görmeye girer.
11,12
Onlar dediler ki: “Ey babamız! Sen bize Yûsuf için neden
güvenmiyorsun? Hâlbuki biz kesinlikle o'nun iyiliğini istiyoruz. Yarın o'nu
bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Ve şüphesiz biz o'nu
kesinlikle koruyucularız.”
13
Babaları dedi ki: “Onu götürmeniz beni üzer ve siz o'na karşı duyarsız/
ilgisiz iken o'nu kurt yemesinden korkarım.”
14
Yûsuf'un kardeşleri dediler ki: “Andolsun ki biz böyle güçlü kuvvetli bir
topluluk iken o'nu kurt yerse, o zaman şüphesiz biz kesinlikle zarara/kayba
uğrayıp acı çekenlerden olmuş oluruz.”
Bu bölümde, Yusuf için plan kuran kardeşlerin ona göz kulak olacakları
konusunda babalarına güvence vermeye çalışmaları, buna karşılık Yakub
peygamberin de evlatlarından gelen bu talebi kaygı ve endişe ile karşılaması
nakledilmektedir.
15
Sonunda Yûsuf'un kardeşleri, Yûsuf'u götürdüler ve hepbirlikte o
kuyunun dibine bırakmaya karar verdiler. Biz de Yûsuf'a vahyettik:
“Andolsun ki sen onlara ilerde onlar hiç farkında değilken bu işlerini haber
vereceksin.”
16
Ve akşam vakti, ağlayarak babalarına geldiler.
17
Onlar dediler ki: “Ey babamız! Şüphesiz biz yarış yaparak gittik.
Yûsuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de baktık ki, o'nu kurt
yiyivermiş. Ve biz doğru kimseler olsak da sen bize inanmazsın.”
18
Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirdiler. Babaları dedi ki:
“Tam tersine, nefisleriniz aldatıp size bir iş yaptırtmış. –Artık güzel bir sabır!–
Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır.”
Bu ayetlerde, Yusuf’un kardeşlerinin babalarını ikna ederek Yusuf’u
yanlarında götürmeleri, kurdukları plan gereği Yusuf’u kuyuya bırakmaları, sonra da
babalarını bu kez Yusuf’un öldüğüne ikna etmek için Yusuf’un gömleğini, üzerinde
yalandan bir kan lekesi ile getirmeleri nakledilmektedir.
15. ayette Rabbimiz, kıssanın anlatımı arasına bir parantez açarak Yusuf’a
vahyettiğini bildirmiştir. Böylece Yusuf, gördüğü ilk vizyonun arkasından bu kez
8
(Lisanü’l Arab; c: 6, s: 276 asb mad.)
16
17. vahy alarak ikinci defa büyük bir lütfa mazhar olmuştur. Yapılan vahy, ayette kısaca
“… sen onlara … bu işlerini haber vereceksin” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak
kıssanın gelişimini aktaran sonraki ayetlerden anlaşıldığına göre, Yusuf’a, ileride
olacak olaylar, yani kuyudan kurtulacağı, iyi bir yerde yurt tutturularak saygın bir
yönetici yapılacağı, peygamberlik görevi verileceği, kardeşleri ve babası ile
kavuşturulacağı, kardeşlerinin ondan yardım alacakları ve yapıp-ettiklerine
pişmanlık duyacakları vahyedilmiş ve böylece sıkıntılı anında rahatlatılmak suretiyle
olacakları sabırla beklemesi sağlanmıştır.
Bazı yorumcular, Yusuf’a yapılan vahyi gerekçe göstererek, Yusuf’un kuyuya
atıldığında on sekiz yaşının üstünde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat 12. ayette
kardeşlerinin “yesin, içsin, oynasın” demeleri, 13. ayette Yakub peygamberin onun
kendisini kurttan koruyamayacağını ifade etmesi, 19. ayette de yolcu kafilesi
tarafından “lukata” olarak kabul edilmesi, Yusuf’un kuyuya atıldığında henüz çocuk
yaşta olduğunu göstermektedir. Zaten 22. ayette de nübüvvetin Yusuf’a erginlik
çağında verildiği bildirilmiştir. Yusuf’a kuyuda iken yapılan vahiy, Musa
peygamberin annesine (Kasas/77) ve bal arısına (Nahl/68) yapılan vahiy
kabilindendir.
Kıssada Yusuf’un değişik dönemlerde başından geçenlerle ilgili olarak üç ayrı
gömlekten söz edilmiştir. Bu gömleklerden biri, kardeşlerin yalandan bir kan
bulaştırarak babalarına götürdükleri gömlek; diğeri, Aziz’in karısının Yusuf’a
saldırdığı sırada arkasından yırtılan gömlek; üçüncüsü de, Yusuf’un, yüzüne sürmesi
için babasına yolladığı gömlektir. Bu gömlekler Yusuf’un hayatındaki farklı
dönemlere ait farklı gömleklerdir; aynı gömlek olmaları mümkün değildir.
Yusuf kıssası da uydurmacıların hedefi olmuş ve Yusuf, Yakup, Züleyha ve
gömlek ile ilgili birçok efsane uydurulmuştur.
YAKUB (AS), OĞULLARININ YALANINI BİLMİŞTİ
Yakub peygamber, 18. ayette geçen konuşmasının “bel [bilakis]” edatıyla
başlamasından anlaşılacağı üzere, oğullarının Yusuf hakkında söylediklerinin yalan
olduğunu bilmiştir. Bunu nasıl bilebildiğine mantıklı gerekçeler bulmak
mümkündür:
* Yakub peygamber, Yusuf’un vizyonunu onun ileride büyük nimetlere nail
olacağı yönünde tahmin etmiştir. Bu beklentisi gerçekleşmediği için de Yusuf’un
öldüğüne inanmamıştır.
* Yakub peygamber, kesin bilgi sahibi olmasa da, bir baba olarak, Yusuf’un ve
küçük kardeşinin diğer çocukları tarafından kıskanıldığını az çok tahmin ettiği için,
Yusuf’un öldürülmeyip sadece kıskançlıkla evden uzaklaştırıldığını düşünmüş
olabilir.
* Belki de Yakub peygambere getirilen kanlı gömlekte Yusuf’u parçaladığı
söylenen kurda ait diş ve pençe izi yoktur, gömlek de yırtılıp parçalanmamıştır. O da
bunlara dikkat ettiği için Yusuf’un ölümüne inanmamıştır.
Yakub peygamberin Yusuf’un ölümü haberine gösterdiği tepki hakkında
Mevdudî’nin yaptığı tespitler şöyledir:
Yakub'un (a.s) Hz. Yusuf'un (a.s) ölüm haberine gösterdiği tepki de Kitab-ı Mukaddes ve
Talmud'da zikredilenden farklıdır. Bu kitaplara göre Hz. Yakub (a.s) söz konusu kötü haber
karşısında alt-üst olmuş ve sıradan bir baba gibi davranmıştır. Kitab-ı Mukaddes şöyle diyor: "Ve
Yakub elbisesini parçaladı ve çulunu beline doladı. Ve oğlu için yıllarca ağladı" (Tekvin, 37:34).
Talmud ise acıklı haberi aldıktan sonra kendini kederin kucağına koyverdiğini ve yüzünü yerlere
17
18. çaldığını söyleyerek Hz. Yakub'un işin aslından haberdar oluşunu reddeder. Güya Yakub: "Vahşi bir
hayvan Yusuf'u parçaladı ve bir daha onu asla göremeyeceğim" diyerek haykırmış ve "yıllarca Yusuf
için ağlamıştır" (The Talmud, H. Polano, sh. 78. 79).9
YAKUB PEYGAMBER NİÇİN YUSUF'U KURTARMAYA GİRİŞMEDİ?
18. ayetin ifadesinden evlatlarının anlattıklarına inanmadığı açıkça belli olan
Yakub peygamberin, Yusuf’un ölmediğini düşünmesine rağmen Yusuf’a ne
olduğunu, kardeşlerinin Yusuf’a ne yaptıklarını öğrenmek için harekete geçmemesi
ve işin arkasını kovalamaması merak uyandıran bir durumdur. Kıssanın bütünü
üzerinden oluşabilecek bir kanaatle bu durum hakkında şu görüşler ileri sürülebilir:
* Yakub peygamber, güçlü kuvvetli olan çocuklarının kıskançlık sebebiyle
Yusuf’u arayıp bulmasına imkân vermeyeceklerini, eğer bu konuda fazla ısrarlı
olursa kendisine eziyet edebileceklerini, hatta belki de öldürebileceklerini düşünmüş
olabilir.
* Yakub peygamber, Allah’ın Yusuf'u belâ ve mihnetlerden koruyacağına ve
onun şanının yücelteceğine, Yusuf’un gördüğü vizyon sayesinde inanıyordu. Bu
nedenle, Yusuf’a kardeşlerine söylememesini tembihlediği bu sırrı kendisinin ifşa
etmesi mümkün değildi.
* Yakup peygamber, ataları İbrahim ve İshak’ın uyguladığı yöntemden farklı
olarak Mısır’ı içten fethetmeyi düşünmüş olabilir.
Kısacası, Yakub peygamber, böyle bir belânın ortasında kalınca, en doğru
olanın susup sabretmek ve işi tamamen Allah'a havale etmek olduğunu düşünmüş
olmalıdır.
SABR-I CEMİL
Yakub peygamberin çıkış yolu olarak sarıldığı “ جميل صبرsabr-ı cemil [güzel
sabır]”, herhangi bir tahammülsüzlüğün ve şikâyetin bulunmadığı sabırdır.
19
Ve bir yolcu kafilesi geldi de sucularını gönderdiler. O da kovasını
kuyuya saldı, “Müjde hey, müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Ve o'nu bir ticaret malı
olarak gizleyip korudular. Allah ise onların ne yapacaklarını biliyordu.
20
Ve o'nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yûsuf'un
satılmasında azla yetinenlerden idiler.
Bu ayetlerde, kuyuya atılması teklifini ortaya atan kardeşin öngördüğü gibi,
Yusuf’un yoldan geçen ve su almak için orada duran bir kafile tarafından bulunup
kurtulduğu anlatılmaktadır. Ayetlerin bildirdiğine göre, Yusuf’u bulan kafile onu
“lukata” olarak görüp korumuş ve ilk fırsatta düşük bir fiyata satmış, bu olay da
Yusuf’un hayatındaki başka bir dönemin başlangıcı olmuştur.
LUKATA
“ لقطةLukata”, bir hukuk terimi olarak “mülkiyetini veya üzerindeki hakkını
terk etme niyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası
9
(Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an)
18
19. tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış, bulanın sahibini bilmediği
muhterem [üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan] mal” şeklinde
tanımlanmıştır. Hukuk alanında “lukata”, tanık göstermekten duyuru yapmaya,
sahibine teslim şartlarından bulanın sahibi çıkmayan buluntudan yararlanma
koşullarına, kısımlarından vergisine kadar, ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Ayette geçen “ هاهدونزّا هالzahidun” sözcüğünün mastarı olan “ زهدzühd”; “dünya
için hırslı olmamak, dünyaya rağbet etmemek” demektir.10
Buna göre, ayetten iki türlü anlam çıkarmak mümkündür:
* Kafiledekiler, istedikleri takdirde çok para karşılığı satabilecekken Yusuf’u
az bir para karşılığı satmışlardır. Böyle yapmalarının sebebi, ya velisinin ortaya
çıkıp geleceğinden endişelenerek bir an önce onu ellerinden çıkarmak istemeleri, ya
da emek harcamadan buldukları için onu fazla değerli görmemeleridir.
* Buldukları küçük bir çocuğu satmak karşılığında haksız olarak aldıkları para,
yaptıkları işin kötülüğüne göre önemsizdir.
Gerek Yusuf’u bulan kafile hakkında, gerekse Yusuf’un satılması ile ilgili
olarak birçok efsane ortaya çıkmıştır. Gerçeklikleri çok kuşkulu olan bu anlatıların
ibret teşkil edecek herhangi bir özellikleri bulunmamaktadır. Bu nedenle nakillerinde
yarar görmüyoruz.
***
21
Ve o'nu satın alan Mısırlı kişi, karısına: “Bunun yerini şerefli tut. Bize
yararlı olabilir ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve Biz, Yûsuf'u böylece
yeryüzünde yerleştirdik … ve kendisine olayların/ sözlerin ilk anlamlarının ne
olduğuna dair bilgileri öğretelim diye… Ve Allah, emrinde galiptir. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
22
Ve Yûsuf, tam erginlik çağına gelince, kendisine bilgi ve hüküm verdik.
Ve işte Biz, güzelleştirenlere böyle karşılık veririz.
21. ayette, Yusuf’un Mısırlı bir kişiye satıldığı ve Mısır’a yerleştirildiği,
böylece yeni bir hayata başladığı bildirilmektedir. 22. ayette ise Yusuf’a bahşedilen
nimetler açıklanmaktadır.
Yusuf’u satın alan kişinin, karısına “bunun yerini şerefli tut” demesi, “ona
değer ver, onu yücelt” anlamına gelmektedir. Rabbimizin aynı ayetteki “Ve Biz
Yusuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik. Ona olayların tevilini de öğrettik. Ve Allah
emrinde galiptir” ifadesinden, Yusuf’u satın alan ailenin gerçekten ona değer
vererek iyi bir eğitim ve öğretim sağladığı, bu durumun da aslında Allah’ın emri ile
olduğu ve hayatının bu döneminde Yusuf’un vahye muhatap olarak kendisine
olayların te’vilinin öğretildiği anlaşılmaktadır. Yani, daha önce çölde yaşayan bir
ailenin çocuğu iken, Yusuf, ilk olarak kendisine iyi bir eğitim ve öğretim imkânı
sağlayacak bir ailenin yanına yerleştirilmiş, erişkinlik çağına gelince de Allah
tarafından elçi yapılmıştır.
Yusuf’un elçi yapıldığının bildirildiği 22. ayetteki “kendisine ilim ve hüküm
verdik” ifadesi, Rabbimizin hem elçi hem de hükümdar yaptığı elçiler için
kullandığı bir ifadedir. Bu da Yusuf’un hem elçi hem de mülki amir, hükümdar
yapıldığını göstermektedir. Çünkü “hüküm verdik” ifadesi, Yusuf’a, “yeryüzünde
fitne ve fesadı önleyip adaleti sağlayacak yasalar” demek olan “hikmet” ile
10
(Lisanü’l-Arab; c. 4, s.419)
19
20. yargılama gücü verildiği anlamına gelmektedir. Nitekim bu husus, 101. ayette
Yusuf’un “Rabbim! Sen bana mülk verdin …” şeklindeki ifadesi ile teyit edilmiştir.
Yusuf'un erginlik çağı hakkında Rabbimiz tarafından Kur’an’da herhangi bir
bilgi verilmediği hâlde, bu konuda pek çok fikir ileri sürülmüştür:
İbn Abbâs, Mücâhid ve Katâde “otuz üç sene” derler. İbn Abbâs'tan rivayete göre, otuz küsur
senedir. Dahhâk yirmi, Hasan kırk, İkrime otuz beş, Süddî otuz, Saîd b. Cübeyr de on sekiz sene
derler. İmâm Mâlik, Rabîa, Zeyd b. Eslem ve Şa'bî, erginliği baliğ olmakla açıklamışlardır. Bundan
başkaları da söylenmiştir.11
MISIRLI KİMDİR?
Kur’an’da Yusuf’u satın alan Mısırlı kişinin kim olduğuna dair bir bilgi
verilmemiş, ancak bu şahsın karısı için 30. ayette “Aziz’in karısı” ifadesi
kullanılmıştır. “Aziz” sıfatı insanlara nispet edildiğinde, o kişinin “çok güçlü,
yenilmez kişi” olduğu anlamına gelmekte, dolayısıyla bu ifadeden de Yusuf’u satın
alan kişinin Mısır’da gayet etkin birisi olduğu anlaşılmaktadır.
Bu konudaki anlatılar şöyledir:
Mısır'da onu satın alan kişi Mısır'ın azîzi, veziri idi. İbn Abbâs'tan rivayetle Avfî, onun isminin
Kıtfîr olduğunu söyler. Muhammed b. İshâk ise isminin Itfîr b. Rûhayb olup Mısır azîzi ve Mısır
hazîneleri üzerine görevli olduğunu söyler. Buna göre, o zamanda Mısır kralı, Reyyân b. Velîd
isminde Amâlika'dan birisiydi. Muhammed b. İshâk'a göre karısının ismi Râîl bint Râîl imiş.
Başkaları ise karısının isminin Zelîhâ [veya Züleyhâ] olduğunu söylerler. Yine Muhammed b.
Sâib'den, onun Ebu Sâlih'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre, Hz. Yûsuf'u Mısır'da satın alan,
Mâlik b. Bûyeb b. Anka b. Medyan b. İbrahim imiş.12
Kitab-ı Mukadddes'e göre bu şahsın adı Potifar idi. Fakat Kur'an onu yalnızca "el-Aziz"
ünvanıyla zikreder. Kur'an'ın aynı ünvanı, mevkii yükseldiği zaman Hz. Yusuf (a.s) için de
kullandığına bakılırsa, bu ünvanın Mısır'da oldukça yüksek bir resmi makama delalet ettiği ortaya
çıkar. Zira "Aziz" kelimesi, karşı çıkılamayan, itaatsizliğin mümkün olmadığı muktedir şahıslar için
kullanılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'un zikrettiğine bakılırsa, "Aziz"in Firavun'un özel
muhafızı ve muhafız subayı olması gerekir. İbn Cerir'in zikrettiği Hz. İbn Abbas hadisine göre, Aziz,
kraliyet hazine memuruydu.
Talmud'a göre zevcesinin ismi "Zelıcha" [Zeliha] idi ve bu kadın müslüman geleneğinde de
aynı isimle tanınır.13
1 İsmailîler Yusuf'u Mısır'a götürmüştü. Firavun'un görevlisi, muhafız birliği komutanı Mısırlı
Potifar onu İsmailîler'den satın almıştı.
2 RABB Yusuf'la birlikteydi ve onu başarılı kılıyordu. Yusuf Mısırlı efendisinin evinde
kalıyordu.
3 Efendisi RABB'in Yusuf'la birlikte olduğunu ve yaptığı her işte onu başarılı kıldığını gördü.
4 Ondan hoşnut kalarak onu özel hizmetine aldı. Evinin ve sahip olduğu her şeyin
sorumluluğunu ona verdi.
5 Yusuf'u evinin ve sahip olduğu her şeyin sorumlusu atadığı andan itibaren RABB Yusuf
sayesinde Potifar'ın evini kutsadı. Evini, tarlasını, kendisine ait her şeyi bereketli kıldı.
6 Potifar sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu Yusuf'a verdi; yediği yemek dışında, hiçbir
şeyle ilgilenmedi. Yusuf güzel yapılı, yakışıklıydı.14
11
(İbn Kesir)
12
(Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
13
(Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an)
14
(Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 39:6)
20
21. 22. ayetin son kısmındaki “Ve işte Biz, güzelleştirenleri böyle
karşılıklandırırız” ifadesiyle Rabbimiz, iktidarı vereceği kimselerin ona layık bilgi
ve güzel davranışlara sahip olmaları gerektiğini ve muhsin [sürekli iyilik-güzellik
üreten] insanlara hem dünyada hem de ahirette nimetler verdiğini bildirmektedir.
23
Ve evinde bulunduğu hanım, o'nun nefsinden murat alıp yararlanmak
istedi, kapıları kilitledi ve “Haydi beri gel!” dedi. Yûsuf: “Allah'a sığınırım!
Kesinlikle kocan, benim efendim/ Rabbim; Allah, benim mevkiimi güzel yaptı.
Şüphesiz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar iflah olmazlar” dedi.
24
Ve andolsun o hanım, o'na niyeti kurmuştu. Eğer Yûsuf Rabbinin açık
kanıtını görmese idi, o kadına niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak
tutalım diye böyledir. Şüphesiz o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı.
25
Ve ikisi de kapıya koştular. Hanım, o'nun gömleğini arkadan yırttı. Ve
kapının yanında o hanımın efendisiyle karşı karşıya geldiler. O hanım; “Senin
ehline kötülük yapmak isteyen kişinin cezası, zindana atılmaktan veya acıklı bir
azaptan başka ne olabilir?” dedi.
26,27
Yûsuf: “O, benden, kendimden yararlanmak istedi” dedi. Ve o
hanımın yakınlarından bir şâhit şâhitlik etti: “Eğer Yûsuf'un gömleği önden
yırtılmış ise hanım doğru söylemiştir, Yûsuf da yalancılardandır. Ve eğer
Yûsuf'un gömleği arkadan yırtılmış ise hanım yalan söylemiştir, Yûsuf da
doğrulardandır.”
28,29
Artık ne zaman ki Yûsuf'un efendisi, Yûsuf'un gömleğinin arkadan
yırtılmış olduğunu gördü, “Şüphesiz bu, siz kadınların fendinizdendir.
Gerçekten de sizin fendiniz çok büyüktür. Yûsuf! Sen bundan vazgeç. Kadın!
Sen de günahın için bağışlanma dile. Şüphesiz sen hata edenlerden oldun” dedi.
Bu pasaj, sonuçları bakımından Yusuf’un hayatında önemli yeri olan bir hadise
ile ilgilidir. Evin hanımının cinsel arzu ile Yusuf’a saldırışıyla başlayan hadise,
Yusuf’un Allah’a sığınarak kadının isteklerine alet olmayışı ile ibretamiz sonuçlara
neden olmuştur.
23. ayetteki Yusuf’un “Rabbim” ifadesinde (Allah şüphesiz daha iyi bilir)
Tevriye vardır. Tevriye, edebiyat sanatında “İki anlamı olan bir sözcüğün yakın
anlamını söyleyerek uzak anlamını kastetme”dir. Tevriyede bu sözcüğün her iki
anlamı da gerçektir. Ayette Yusuf, “Rabbim” derken yakın anlamı olan saraydaki
efendisini söyleyerek uzak anlam olan Rabbülalemin olan Allah’ı kastetmiştir.
Ayetlerdeki gayet açık ve net anlatıma göre; evin hanımının kendisine
saldırması üzerine Yusuf kapıya doğru koşarak kaçmış, arkasından kovalayan kadın
ise onu gömleğinden yakalayıp çekiştirerek gömleğinin yırtılmasına sebep olmuştur.
Kadının kocası tam bu esnada eve gelmiş ve kendini kurtarmak için Yusuf’a iftira
eden karısı ile kendini savunan Yusuf’un söyledikleri arasında kararsız kalmıştır.
Sonuçta olay, kendisine hakemlik için başvurulan bir kadın tarafından gayet mantıklı
bir şekilde çözümlenmiştir. Aziz’in karısının akrabası olan bu kadın, gömleğin
önden yırtılmış olması halinde Yusuf’un, arkadan yırtılmış olması halinde ise
kadının suçlu olduğunun anlaşılacağı yönünde görüş bildirmiş, sonuçta gömleğin
arkadan yırtılmış olması sebebiyle Yusuf’un iftiraya uğradığı anlaşılmıştır. Olayın
21
22. çözüme kavuşması üzerine, kadının kocası Yusuf’tan olayı başkalarına
duyurmamasını, karısından da suçu için istiğfar etmesini istemiştir.
YUSUF’UN, RABBİNİN BURHANINI GÖRMESİ
24. ayetten anlaşıldığına göre, kadının niyetini açığa vurarak harekete geçmesi
karşısında Yusuf’un da içinden aynı niyet geçmiş fakat Yusuf, Allah’ın kendisine
gösterdiği bir kanıt sayesinde nefsine hâkim olmuş ve meydana gelecek çirkin işten
uzak kalmıştır.
Allah’ın Yusuf’a gösterdiği burhanın [kanıtın] ne olduğu Kur’an’da
açıklanmamıştır. Yusuf’un olaydaki konumu dikkate alınarak ayetteki “burhan”
hakkında birçok görüş ileri sürülebilir. Nitekim klasik eserlerde de bu konuya
değişik açıklamalar getirilmiştir:
Ayetteki "Rabbin burhanı" ile ne kasdedildiğini şöyle açıklarız: Peygamberlerin masum
[günahsız] olduğunu kabul eden muhakkik alimler Hz. Yusuf'un gördüğü burhanı birkaç şekilde
açıklamışlardır:
a- Bu, zina fiilinin haram olduğu hususundaki, Allah'ın hüccetinin ve zina edecek kimseye
terettüb eden cezanın bilinmesidir.
b- Allah Teâlâ, peygamberlerin nefislerini kötü huylardan temizlemiştir. Hatta Allah'ın,
peygamberlerin yakın arkadaşlarının nefislerini bile böyle kötü huylardan temizlediğini
söyleyebiliriz. Nitekim Cenab-ı Hak, "Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi
tertemiz yapmak diler" (Ahzab/33) buyurmuştur. Binaenaleyh burada Hz. Yusuf'un gördüğü
bildirilen ilahî burhandan maksat, peygamberler için güzel huyların tahakkuk etmesi, onları öyle kötü
işlere yönelmekten alıkoyan hallerin hatırlatılmasıdır.
c- Hz. Yûsuf (a.s), odanın tavanında,"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz ki hayâsızlıktır,
kötü bir yoldur" (İsra/32) ayetini yazılı olarak gördü.
d- Bu, fuhşiyyatı işlemeye mâni olacak olan "nübüvvet"tir. Bunun delili, peygamberlerin,
insanları kötülüklerden ve rezil rüsvay eden şeylerden men etmek için gönderilmiş olmalarıdır.
Dolayısıyla, eğer peygamberler, kendileri her türlü kötülük ve fuhşa yönelirken, insanlara bunu
yasaklamaya kalkışırlarsa, "Ey iman edenler, niçin kendinizin yapmadığı şeyleri söyleyip
emrediyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz, en şiddetli bir buğz bakımından Allah indinde
büyüktür" (Saff/2-3) ayetinin muhtevasına girmiş olurlar.
Hem sonra, Allah Teâlâ, Yahudileri "Siz, insanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur
musunuz?" (Bakara/44) diye ayıplamıştır. Yahudiler için ayıp olan birşey, mucizelerle desteklenmiş
bir peygambere nasıl isnad edilebilir?
Bu günahı Yusuf (a.s)'a nisbet edenler de, bu "bürhân”ın ne demek olduğu hususunda, şu
izahları yapmışlardır:
1- "Kadın, evin ortasında inci ve yakut kakmalı bir puta yöneldi ve onun üzerini bir bezle örttü.
Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s): "Bunu niçin yaptın?" dediğinde de, "Ben putumun bir günah işlerken
beni görmesinden utanırım" dedi. Hz. Yûsuf (a.s) da: "Sen, aklı olmayan, duymayan bir puttan
utanırken ben nasıl olur da, herkesin yaptığını [yapma gücünü] kendisine veren ilahımdan utanmam!
Allah'a yemin olsun ki, ben bu işi kesinlikte yapmam!" dedi" Bu görüşte olanlar, "işte bürhân budur"
demişlerdir.
2] Ontar, İbn Abbas (r.a)'dan şunu rivayet etmişlerdir: "Hz. Yûsuf (a.s)'a, babası Ya'kûb,
parmaklarını ısırır olduğu halde ve "Peygamberler zümresinden takdir edilmiş olduğun halde,
tacirlerin işini mi yapıyorsun? Bundan utan!" der vaziyette temessül etti, göründü." Bu aynı zamanda
İkrime, Mücahid, Hasan el-Basri, Sald b. Cübeyr, Katâde, Dahhâk, Mukâtil ve İbn Sîrîn'in görüşüdür.
Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: Hz. Yaküp (a.s.) Yusuf (a.s.)'a göründü ve onun göğsüne vurdu.
Böylece onun bütün şehveti, parmak uçlarından –adetâ- çıkıp gitti."
3- Onlar şöyle demişlerdir: "Hz. Yusuf (a.s.), birisinin gökten kendisine "Ey Ya'kûb'un oğlu,
sen kuşlar gibi olma. Kuşun tüyleri vardır. Ama zina ettiğinde, o güzel tüyleri dökülür [güzelliği
gider] diye seslendiğini duydu"
4- Onlar, İbn Abbas (r.a)'ın şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Hz. Yûsuf (a.s.), Yakub (a.s.)'un
temsilini [hayalini] görünce de, vazgeçmedi. Ta ki Cebrail (a.s.), onu geri tepince bütün şehveti
kayboldu.” Vahidî bu rivayetleri nakledince, kibirlenerek [laf atarak] "Bu, tenzili [Kur'ân'ın
22
23. nüzulünü] gören zatlardan, Kur'ân'ın tefsirini alan tefsir önderlerinin görüşüdür" demiştir. Ona şöyle
denilebilir: "Sen, bize hiç bir faydası bulunmayan bu laf atmalardan başka birşey söylemiyorsun.
Senin, buna delilin nerede?" Hem, aynı şeyde delillerin birbirini takib etmesi caizdir. Yûsuf (a.s.), asli
delillere göre, zinadan uzak durmuştur.15
“Rabbinin burhanı” demek, Allah'tan gelen ilham demektir ki, bu ilham kendisini bir kadının
tahrikine kapılmanın hiçbir kâr getiremeyeceği şuuruna erdirmiştir. "Bu burhan neydi?" sorusunun
karşılığı da daha önceki ayette zaten geçmektedir: "Rabbim bana karşı bunca ihsanda bulundu. Şu
halde ben niye böyle yanlış bir iş yapayım? Zalimler asla felah bulmaz." Şu halde, gençliğine rağmen
Hz. Yusuf'u (a.s) bu büyük tahrikten koruyan "ilahi burhan" anlaşılmış olmalıdır.
Ali b. Ebi Talib (r.a)’dan rivayete göre Züleyha evin bir köşesinde inci ve yakutlarla süslü bir
taç giydirilmiş puta kalkıp bir örtüyle üzerini kapattı. Hz. Yusuf ona ne yapıyorsun diye sorunca,
Zeliha: Bu ilahımın beni bu şekilde görmesinden utanırım deyince: Benim Allah'tan utanmam daha
bir yaraşır, diye cevap verdi. Bu, bu hususta yapılmış en güzel açıklamadır. Çünkü bu şekildeki cevab
ile [Zeliha'ya şirkine karşı] delil getirilmiş olmaktadır.
Denildiğine göre Hz. Yûsuf evin tavanında: "Zinaya yaklaşmayın, o cidden bir hayasızlıktır,
kötü bir yoldur" (İsra/32) buyruğunu yazılı olarak gördü.
el-A'meş, Mücahid'den şöyle dediğini rivayet eder: O şalvarını çözünce Ya'kub ona göründü
ve: Ey Yûsuf! deyince, Hz. Yûsuf dönüp kaçtı.
Süfyan da, Ebu Husayn'dan, o Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Yûsuf’a, Hz.
Ya'kub göründü ve göğsüne bir darbe indirdi. Bunun üzerine şehveti parmak uçlarından çıkıp gitti.
Mücahid der ki: Hz. Ya'kub'un herbir oğlunun oniki erkek çocuğu oldu. Yûsuf’un ise sadece
iki oğlu oldu, bu şehveti dolayısıyla çocukları azaldı.
Bundan başka açıklamalar da yapılmıştır.16
Bizim görüşümüze göre, Yusuf’a gösterilen ayet, Allah'ın, zina fiilinin suç
olduğuna ve bu fiili işleyenlerin cezalandırılmaları gerektiğine dair olan emridir.
Nitekim 24. ayette Yüce Allah, Yusuf’a kanıt göstermesinin gerekçesini, “Ondan
fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir” diye açıklamıştır.
24. ayetin son cümlesi olan “Şüphesiz o, Bizim arıtılmış kullarımızdandı”
ifadesinden anlaşıldığına göre, Yusuf bu olaydan evvel birçok bela ve fitne ile
arıtılmış, saf, halis, katışıksız bir kul hâline getirilmiş bulunmaktaydı.
“Arıtılmış” diye çevirdiğimiz “Muhles” sözcüğü, Kur’an’da, Dâvûd,
Süleymân, İbrâhîm, İsmâîl ve Yusuf peygamberler için kullanılmış bir niteliktir.
Ancak Kur’ân'da muhles oldukları bildirilen bu peygamberlerden başka hiç kimsenin
muhles olamayacağını düşünmek ve bu niteliği sadece peygamberlere özgü saymak
isabetli bir kanaat değildir. Fitnelenen, belâ ve musibetlerle sınanmaya sabreden,
arınma isteğiyle kendini eğitip olgunlaştıran, tefekkür ve akletme gibi zihnî
donanımlarını güçlendirerek kendini yetiştiren herkes muhles olup İblis'in
iğvalarından korunabilir.
Konumuz olan ayetlerde [Yusuf/23-29] anlatılan olay, Kitab-ı Mukaddes’te şu
şekilde yer almaktadır:
7 Bir süre sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, "Benimle yat" dedi.
8 Ama Yusuf reddetti. "Ben burada olduğum için efendim evdeki hiçbir şeyle ilgilenme
gereğini duymuyor" dedi, "Sahip olduğu her şeyin yönetimini bana verdi.
9 Bu evde ben de onun kadar yetkiliyim. Senin dışında hiçbir şeyi benden esirgemedi. Sen
onun karısısın. Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?"
15
(Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
16
(Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
23
24. 10 Potifar'ın karısı her gün kendisiyle yatması ya da birlikte olması için direttiyse de, Yusuf
onun isteğini kabul etmedi.
11 Bir gün Yusuf işlerini yapmak üzere eve gitti. İçerde ev halkından hiç kimse yoktu.
12 Potifar'ın karısı Yusuf'un giysisini tutarak, "Benimle yat" dedi. Ama Yusuf giysisini onun
elinde bırakıp evden dışarı kaçtı.
13 Kadın Yusuf'un giysisini bırakıp kaçtığını görünce,
14 hizmetkârlarını çağırdı. "Bakın şuna!" dedi, "Kocamın getirdiği bu İbrani bizi rezil etti.
Yanıma geldi, benimle yatmak istedi. Ben de bağırdım.
15 Bağırdığımı duyunca, giysisini yanımda bırakıp dışarı kaçtı."
16 Efendisi eve gelinceye kadar Yusuf'un giysisini yanında alıkoydu.
17 Ona da aynı şeyleri anlattı: "Buraya getirdiğin İbrani köle yanıma gelip beni aşağılamak
istedi.
18 Ama ben bağırınca giysisini yanımda bırakıp kaçtı."
19 Karısının, "Senin kölen bana böyle yaptı" diyerek anlattıklarını duyunca, Yusuf'un
efendisinin öfkesi tepesine çıktı.17
30
Şehirde kadınlar da, “Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murat
almak istermiş. Kesinlikle sevgi onun yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz, kesinlikle
onu apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
31
Sonra Aziz'in karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını
işitince, onlara elçi gönderdi ve onlara yastık/meyve; şahane bir sofra hazırladı.
Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve “Çık karşılarına!” dedi. Ve şimdi
onlar Yûsuf'u görür görmez o'nu gözlerinde çok büyüttüler ve ellerini kestiler.
Ve “Hâşâ! Allah için, bu bir beşer değil, ancak çok şerefli bir melektir.”/“Hâşâ
bu satın alınmış bir köle değil ancak çok şerefli bir prenstir” dediler.
32
Aziz'in karısı: “İşte, bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınızdır.
Andolsun ki ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de, o namuslu
davrandı. Yine andolsun ki kendisine emrettiğimi yapmazsa, kesinlikle zindana
atılacak ve kesinlikle itibarsızlığa uğrayanlardan olacaktır” dedi.
33
Yûsuf: “Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha
sevimlidir. Eğer Sen, bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, ben onların
tuzağına düşerim ve cahil kimselerden olurum” dedi.
34
Bunun üzerine Rabbi, o'na cevap verdi de ondan onların tuzaklarını
döndürdü. Şüphesiz O, evet O, hakkiyle işitenin, hakkiyle bilenin ta kendisidir.
Saldırı olayından sonraki gelişmelerin konu edildiği bu pasajdan, olayın Mısır
sosyetesi arasında dedikodu konusu olduğu, buna rağmen evin hanımının yine de
niyetinden vazgeçmediği anlaşılmaktadır.
Anlatılanlara göre, Aziz’in karısının Yusuf’tan murat alma arzusunda olduğu
çevrede duyulmuş ve bu durum kentin kadınları tarafından kınanmıştır. Büyük bir
ihtimalle, olayın haberi, hakemlik yapan kişi tarafından sızdırılmıştır. Aziz’in karısı
da, kendi yerinde kim olsa Yusuf’a karşı aynı arzuları duyacağını göstermek için
olsa gerek, kendisini kınayan kadınları evine ziyafete çağırıp Yusuf’u karşılarına
çıkarmıştır. Bundan sonraki olaylar Aziz’in karısının düşündüğü gibi gelişmiş ve
Yusuf’u gören kadınlar öyle bir hayranlık duyup şaşkınlığa kapılmışlardır ki,
meyvelerini yerken ellerini kesmişlerdir. Böylece Yusuf’a yönelik arzuları yüzünden
kendisini kınayan kadınların desteğini alan Aziz’in karısı, kadınların önünde de
niyetinden vazgeçmediğini açıklamış ve Yusuf’un karşı çıkması durumunda onu
17
(Tekvin; 39. Bab, 7-19. cümleler)
24
25. zindana attırmakla tehdit etmiştir. Yusuf ise, zindana atılmanın ne kadar kötü bir şey
olduğunu bilmesine ve kadının istediği şeyin çok cazip olmasına rağmen akıllı
davranmış, geçici bir zevki ahiret hayatına tercih etmemiş, yani suçu değil, zindana
girmeyi tercih etmiştir.
30. ayette konu edilen kadınların sayısı Kur’an’da bildirilmemiş olmasına
karşılık, bu konuda bir takım iddialar ortaya atılmıştır:
Kelbî şöyle demiştir: "Bu kadınlar dört kişi idiler: Aziz'in sucusunun karısı, ekmekçisinin
karısı, gardiyanın karısı ve çobanının karısı."18
Mukatil, bunlara bekçisinin karısını da ilâve edilmiştir.
Biz, ayetteki “nisvetün [kadınlar]” sözcüğünün çoğul anlamından yola çıkarak
sözü edilen kadınların üç veya daha fazla olduklarını düşünüyoruz.
31. ayetteki “ellerini kestiler” ifadesi, “ellerini çizip yaraladılar” demektir.
Hemen hemen her dilde, vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen çizilme,
kanama gibi yaralanmalar “kesilme” şeklinde ifade edilir.
Ayetteki “kesme” fiili “ عkطّا قkattaa” kalıbıyla verilmiştir. Bu kalıp fiile “kesret
[çokluk]” anlamı katar. Ancak “anlam”a katılan bu çokluk, cümlenin fiil, fail veya
mefulünden herhangi birine ait olabilir. Dolayısıyla kadınların ellerini çokça
kesmeleri ifadesinden: a- Ellerini üç-beş kez kestikleri; b- Ellerinin birkaç parmağını
birden kestikleri; c- Ya da ellerini kesenlerin sayıca çok oldukları anlamı
çıkarılabilir.
22, 24. ayetlerde Yusuf için hem “محسن muhsin [iyilik-güzellik üreten]” hem
de “ مخلصmuhles [arıtılmış]” nitelikleri verilmiştir. Bu durum, Yusuf’un kimlik,
kişilik, ahlak ve eğitim yönünden hangi boyutta olduğunu anlamaya yetip
artmaktadır.
35
Sonra bu kadar delili gördükten sonra bir süre için o'nu zindana
atmaları açığa çıktı.
Bu ayette, Yusuf’un duasının kabul edildiği ve zindana atıldığı
nakledilmektedir. Her şeyin ortaya çıkmasına, asıl saldırıya uğrayanın o olduğunun
anlaşılmasına ve bunun bizzat Aziz’in karısı tarafından itiraf edilmesine rağmen
Yusuf zindana atılarak kadının rezaleti örtbas edilmeye çalışılmıştır. Bu, o dönemin
sosyetesinin ahlaken ne kadar kokuşmuş olduğunu gözler önüne seren bir durumdur.
Çünkü ahlaki zafiyet içinde olan tacizkâr bir kadının sosyal statüsü sarsılmasın diye,
suçsuzluğu kanıtlanmış bir insan haksız yere hapse gönderilmiştir.
Zemahşeri, Yusuf’un haksız yere zindana atılmasını, karısına karşı uysal ve
zayıf davranan Aziz’in kılıbık kişiliğine bağlamış ve Aziz’i “yularını kadının eline
bir binek devesi misali teslim etmiş bir kişi” olarak nitelemiştir.19
Yusuf’un zindan süresi olarak klasık eserlerde “üç ay”, “beş yıl”, “yedi yıl”,
“on iki yıl”, “dokuz yıl” gibi sürelerden söz edilmiştir. Ancak bu iddiaların hiçbir
dayanağı yoktur. Ayetteki “ حينhıyn [bir süre]” ifadesinden, Yusuf’un uzun bir süre
18
(Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
19
(Zemahşerî; Keşşaf, c.2,s. 319)
25
26. için değil, kısa bir süre için hapse atıldığı anlaşılmaktadır. Bu da dedikodunun
dinmesini, ortalığın yatışmasını sağlayacak kadar bir süredir.
36
Ve zindana o'nunla birlikte iki delikanlı girdi. Onlardan birisi:
“Şüphesiz ben, kendimi şarap sıkarken gördüm” dedi. Öteki de: “Şüphesiz ben
başımın üstünde ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize
bunun te’vîlini haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik/güzellik üretenlerden
görüyoruz” dedi.
37-41
Yûsuf: “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun
te’vîlini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz
ben, Allah'a inanmayan bir toplumun –ki onlar âhireti bilerek reddedenlerin;
inanmayanların ta kendileridir– dinini, yaşam tarzını terk ettim. Ve atalarım
İbrâhîm, İshâk ve Ya‘kûb'un dinine, yaşam ilkesine uydum. Bizim, Allah'a
hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara bir
armağanıdır. Velâkin insanların çoğu kendilerine verilen nimetlerin karşılığını
ödemiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha
hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O'nun
astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden
başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız konusuna Allah hiçbir delil indirmiş
değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, size, Kendisinden başkasına
tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru/koruyan dindir. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap
sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında
fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi.
Bu ayetlerde Yusuf’un zindan hayatından bir kesit nakledilmektedir. İki zindan
arkadaşı kendi haklarında gördükleri görüntüleri Yusuf’a anlatmışlar, Yusuf da bu
görüntüleri tevil etmeden önce hapisane arkadaşlarına net bir tevhit dersi vermiştir.
Zindan arkadaşlarının Yusuf’a “Şüphesiz biz seni iyileştirenlerden görüyoruz”
demeleri, onun boş durmayıp salihatı işlediğini ve zindanda saygı duyulan, değer
verilen bir konumda olduğunu göstermektedir. Nitekim gördükleri görüntüleri
anlatmak suretiyle Yusuf’a içlerini dökmüşler, dertlerini açmışlar, çözüm için ona
müracaat etmişlerdir. Bu hususta Kitab-ı Mukaddes’te şunlar yazılıdır:
Ve gardiyan zindanda daha önce tutuklu bulunan tüm mahkûmları Yusuf'un eline teslim etti.
Böylece ne yaptılarsa, onu Yusuf yapmış oldu. Gardiyanın izlediği hiçbir şey yoktu ki Yusuf'un eli
altından çıkmış olmasın.20
Yusuf’un görüntüleri tevil etmeden önce önce yanındakilere verdiği tevhit
dersi çok dikkat çekicidir. Yusuf’un buradaki sözleri, ancak vahy ile muhatap olup
elçilik görevi almış birinin sözleridir:
“Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin -ki onlar ahireti inkâr edenlerin
ta kendileridir- milletini terk ettim. Ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un
milletine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize
ve insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar. Ey benim zindan
arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve
galip olan bir tek Allah mı? Sizin, Allah’ın astlarından o taptıklarınız, sizin ve
atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Ona [bunlara
20
(Tekvin; 39. Bab, 22, 23. cümleler)
26
27. tapmanız konusuna] Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a
aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru dindir.
Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”
Yusuf peygamberin bu konuşmasında geçen “Ayrı ayrı birçok rabbler mi daha
hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı?” sözleriyle yaptığı
mukayese tarzındaki uyarı Neml suresinde de yer almaktadır:
59
De ki: “Tüm övgüler, Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Esenlik, güvenlik de seçip arı-
duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”
60
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü oluşturan, gökten sizin
için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel
bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle
yanlış; kendi zararlarına işte devam eden bir toplumdur.
61
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler
oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh
mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.
62
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık
veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı
var? Çok az düşünüyorsunuz!
63
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size
kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı
var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
64
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce oluşturmayı başlatan, sonra onu iade
edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var?
De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!”
(Neml/59-64):
Yusuf peygamberin, konuşmasına başlarken “Size yiyecek olarak verilecek bir
yemek gelmeden önce onun tevilini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği
şeylerdendir” diyerek kendisinin bir kâhin olmadığını, yapacağı tevillerin gerçeği
ifade ettiğini haber vermesi ve tevhit dersinden sonra da arkadaşlarının gördükleri
görüntüleri tevil etmesi, ona “tevil mucizesi” verildiğinin, yani peygamber
yapıldığının bir başka göstergesidir.
TE’VİL
“Te’vil” sözcüğü, “geriye dönüş” şeklindeki kök anlamından değişerek “tedbir
[arkalaştırma]” yani birinci, ikinci, üçüncü şeklinde “ardı ardına dizmek, sıralamak,
öncelik sırasına koymak” anlamlarında kullanılır. Burada vizyonlara ait birçok
benzer olay ortaya atılabilir. Bunların tevili, bu olayların en uygun olanının tercih
edilmesi, benimsenmesidir.
Bu ayetlerde anlatılan olaylar, Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin; 40. Bab’ında yer
almaktadır.
42
Ve Yûsuf o iki kişiden, kurtulacağını kesin olarak bildiği kişiye,
“Efendi/hükümdar edindiğin kişinin yanında beni an!” dedi. Sonra benliği ona
hatırlatmayı terk ettirdi. Böylece Yûsuf, beş-on sene zindanda kaldı.
Ayetten anlaşıldığına göre, Allah’ın verdiği ilim sayesinde Yusuf peygamberin
yaptığı tevil gerçekleşmiş, ne var ki, kurtulacağını söylediği kişi Yusuf peygamberin
tembihini efendisinin yanında söylememiş ve o da zindanda kalmaya devam
etmiştir.
27
28. Kurtulan kişiye o tembihi hatırlatmayı terk ettiren şeytan o kişinin kendisi,
yani kendi şeytanı, iblisidir. Çünkü Rabbimizin bildirdiği gibi, şeytanın herhangi bir
zorlama gücü yoktur. Dolayısıyla o kişi, unuttuğundan ya da kendisine
unutturulduğundan değil, işine gelmediği, kendisi istemediği için efendisine Yusuf
peygamberden bahsetmemiştir.
Ayetin orijinalinde geçen سسسيانسنسّا[هالnisyân] sözcüğü “unutmak” olarak
meşhurlaşmıştır; ancak sözcüğün esas anlamı “ دّ ضوهالحفظ ذركرّاهال zıddu'z-zikri ve'l hıfz
[söylememek, anmamak ve akılda tutmamak]”tır.21
Buna göre, “nisyân” sözcüğü “bile
bile terk etme”yi, “değer vermeme”yi, “umursamama”yı ifade eder. “Hatırlamamak,
unutmak” kavramları da bu sözcükle ifade edilmekle beraber, Kur’an’daki bütün
“nisyân” sözcükleri için daima “umursamamak, ağza almamak” anlamı da itibara
alınmalıdır.
Sonuç olarak, zindan arkadaşının Yusuf peygamberden efendisine bahsetmeyi
unutması mazeret niteliğindeki normal bir unutma değil, genç arkadaşının Musa
peygambere “Hut’u unuttum” (Kehf/60) demesi gibi, “umursamamak,
önemsememek, bile bile terk etmek” anlamında, suç niteliğinde bir unutmadır.
“Senelerin küsurunca [3 ila 10 yıl]” olarak çevirdiğimiz ifadenin orijinali, “
سنين عkبض biz’ı siniyn”dir. “ عkبضBiz’ı” sözcüğü “3 ila 10 arasında” demek olup buna
“3 ila 9 veya 4 ila 9 arasında” diyenler de vardır.22
Buradaki gibi, alt ve üst sınırı belli aralıktaki sayılar dilimizde “küsur” olarak
ifade edilmektedir. Meselâ on ila yirmi yıl arasındaki süreler “on küsur yıl” veya yüz
lira ile iki yüz lira arasındaki fiyatlar “yüz küsur lira” olarak söylenir. Bizim de
çevirimizi “senelerin küsuru” şeklinde yapmamızın sebebi budur. Yusuf önce kısa
süre için zindana atılmış olmasına rağmen, ayetten anlaşıldığına göre, planlanandan
daha uzun süre hapiste kalmıştır.
Ayette geçen “ نّا ظzann” sözcüğü burada “kesin bilgi” anlamındadır. “Zann”
sözcüğünün Kur’an’daki kullanımı ile ilgili detay Sad suresinin sonunda bulunan
“Zann” başlıklı yazımızda mevcuttur.
43
Ve hükümdar dedi ki: “Şüphesiz ben yedi cılız ineğin yedi semiz ineği
yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz
görüntü/ vizyon tabir ediyorsanız beni bu görüntü hakkında ikna edip
aydınlatın.”
44
İleri gelenler dediler ki: “Karmakarışık görüntülerdir. Biz ise böyle
karmakarışık görüntülerin te’vîlini bilenler değiliz.”
Bu ayetlerde ülke yöneticisinin gördüğü görüntü [vizyon] anlatılmaktadır ki,
bu görüntü rüyada değil, uyanıkken görülmüştür. Hükümdarın canını sıktığı, tevilini
çevresindekilere sormasından belli olan görüntü, sonraki ayetlerden anlaşıldığı gibi,
aslında Yusuf peygamberin zindandan çıkmasına vesile olmuştur. Ya da başka bir
ifade ile Rabbimiz, hükümdarın vizyonunu, Yusuf peygamberin zindandan çıkması
için bir sebep kılmıştır.
“Yöneticinin kimliği” ve “rüyaların çeşitleri” konularında Elmalılı Hamdi
Yazır’ın görüşleri şöyledir:
İslâm âlimleri, rüya hadisesini üç sınıf olarak tasnif etmişlerdir: Birincisi, Allah tarafından
doğrudan doğruya veya bir melek aracılığıyla meydana gelen ilâhî bir telkindir ki, asıl rüya, hak ve
gerçek olan rüya budur. İkincisi, benliğin kendinden kendisine yapılan telkin ile meydana gelen
21
(Lisanü’l-Arab; c: 8, s: 544)
22
(Lisanü’l-Arab c: 1, s: 438, “bz’ı” mad.)
28