SlideShare ist ein Scribd-Unternehmen logo
1 von 12
Downloaden Sie, um offline zu lesen
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                  www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




                 KÜRESELLEŞME SAKIZI ve DİNLERİN MELEZLEŞMESİ

                                                                 Hiçbir problemin dar bir cemaate ve onların doğmala-
                                                       rına dayanılarak çözülemeyeceği çağımızda, entegrizm* en bü-
                                                       yük tehlikedir. Diyalog entegrizmin karşıtıdır. Fakat köle ile
                                                       efendisi arasında diyalog olur mu hiç? … Entegrizme vücut ve-
                                                       ren temel problemler halledilmedikçe, diyalog bir sahtekârlıktan
                                                       öteye geçmez… Entegrizm, kökleri ekonomi ve politika içlerine
                                                       kadar uzanan bir problemi ortaya koymaktadır. Fakat aynı za-
                                                       manda bütün medeniyetleri tehdit eden manevi bir kansere de
                                                       işaret etmektedir. Ondan kurtulmak için dünya ne bir Sezar’a
                                                       veya ne de bir Napolyon’a muhtaçtır. Milyonlarca erkek ve ka-
                                                       dının yeni Lutherlerin, yeni Gandhilerin çağrısına uyup yürüme-
                                                       leri yeterlidir.
                                                         Roger Garaudy, Entegrizm ve Kültürel İntihar adlı eserinden
         Soğuk Savaş olarak anılan dönemin sona ermesinden sonra ortaya çıkan, belirsizlerle dolu bu-
nalımlı dönemi küreselleşme olarak adlandırmak adet oldu. Ne var ki, söz konusu dönemin bu adla
anılması, kültür ve ekonomi alanındaki uluslararası gelişmeleri doğru ve yerinde yansıtmıyor. Çünkü
gerçekte, tarihsel tecrübelerin süzgecinden geçirilmiş, daha verimli hale getirmek ve daha inanılır
kılmak için şirin söylemlerle ambalajlanmış, rakipsiz cilalı yeni emperyalizm dönemi söz konusudur.
Yeni emperyalizmin gerçek amacını ve hedefini gizlemek adına, söyleminin içine olumlu çağrışımlar
sıkıştırmak için küreselleşme denmiştir. Biz bu hileli deyimi kullanmaya hevesli değiliz ama meramımı-
                                                                                                                             1
zı kısa yoldan anlatabilmek için küreselleşme denmesine kerhen razı geleceğiz. Aslında bunun yerine
öne sürülen güzel isimler yok değil. Birkaçını söyleyelim: Marlin Monroe Doktrini, Kültürel Çernobil,
Coca-Colonizasyon, Anglo-Amerikan uygarlığının Helenistik dönemi. Bu isimler, konuyu gayet güzel
özetleyiveren üstün zekâ ürünleri. Bunları ortaya atanların sürecin getirdiği olumsuzlukları en kısa
yoldan peşinen ifade etmek istedikleri, okuyucularını yanıltıcı çağrışımlardan kurtarmaya çalıştıkları
hemen belli oluyor. Buna rağmen biz yine de klişeleşmiş olan adı kullanacağız.
         Konu üzerinde görüş öne sürenlerin ve tartışmalara taraf olanların oluşturduğu yelpazenin iki
zıt ucu şöyle özetlenebilir: Uçlardan biri, ciddi hiçbir çaba göstermeden, üç beş hamasi söylem etra-
fında dolanarak reddiye düzenlerden oluşuyor. Bunlar, genel olarak kabaca ifade edecek olursak,
kimliğini bir şeylere itiraz ederek kabul ettirmek isteyen, gelişmeler karşısında sınırlı kapasite ortaya
koyabilen kimselerin bulunduğu guruptur. Kendileri gibi düşünmeyenleri ya da gelişmelerin açık açık
sergilediği olumsuzlukların idrakine varamamış olanları ikna edecek, uyandıracak bir çaba içinde ol-
madıkları için karşı görüştekiler hak etmedikleri büyük bir avantaj yakalamışlardır. Diğer uçtakiler ise,
direniş göstermeksizin küreselleşmeye doğal bir yasa olarak uyum gösterilmesi gerektiğini savunan-
lardır. Esasında bu guruba dâhil olanlar, bir fikri olanlar değil, rüzgâra göre yelken açanlardır. Çoğu ne
Türk tarihinden, ne Avrupa tarihinden haberdardır. Hatta böyle konuları pek merak etmedikleri bile
söylenebilir. Buna rağmen, gelecek adına konuşmaktan geri durmazlar. Eğer günün birinde karşı görü-
şün rüzgârı kuvvetlenirse, rahatlıkla ve pişkinlikle saf değiştirebilirler. Hatta yine öne bile geçebilirler.
           Küreselcilerin sermayesi “değişim”dir. Bunlar, kendilerine felsefe kitaplarından gelecek biç-

*
    Roger Garaudy, söz konusu eserinde entegrizmi şöyle tarif ediyor: Entegrizm, dini ve siyasi olsun, bir inancı, tarihin
    bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir. Böylece mutlak bir doğruya
    malik olduğuna inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmaktır.




                   İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                  www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




meye çalışan, gerçekle bağ kurmakta istekli davranmayan, felsefe cereyanlarına kendini kaptırmış
olanların toplandığı guruptur. Değişim, hem liberalistlerin hem de Karl Marks’ın üzerinde uzun uzadı-
ya durduğu kavramdır. Bu nokta, liberalistlerle Marksistlerin buluştuğu ve artık birlikte yürümeye
başladıkları kavşak noktasıdır. Bir anahtar kavram olarak değişim, Soğuk Savaş sonrasında ortaya atı-
lan emperyalist hedeflere doğru yeni guruplaşmalara zemin hazırlamıştır. Soğuk Savaş döneminin
birbirine zıt iki ucu –liberaller ve Marksistler-, şimdi kol kola, küreselleşmeyi, barış ve demokrasi çağını
açacak olan kaçınılmaz, -tıpkı doğadaki ve jeolojideki değişme olgusu gibi-, önlenemez bir süreç olarak
pazarlıyor.
         Küreselleşme adlandırması genel kabul görmeden önce Amerikan ağırlıklı olarak gelişe gelen
bir “kitle kültürü” olgusu ortaya çıkmıştı. Daha çok “Üçüncü Dalga”dan söz edilirdi. Küreselleşme ol-
gusu üzerinde yapılan akademik gözlemler, dünyayı bir mono kültüre doğru sürüklemenin, öteki insan
topluluklarının zihinlerini Amerika’nın çıkarları doğrultusunda biçimlendirmenin kolay yollarının gö-
rülmesini sağlamıştı. Söz konusu gözlemler, cesaret uyandırıcı sonuçlara da işaret etmekteydi. Bu
yolla ortaya çıkarılan amaca uygun çözümlemeler, zamanla sistematik bir biçime kavuşturuldu ve
küresel sermaye çevrelerinin işlerini kolaylaştıracak bir paket program haline sokuldu. Süreci azdıran,
medya ve bilgisayar teknikleri oldu. Bu sayede insanları edilgen hale getirmek mümkün görülüyordu.
İnsanlar medya aracılığıyla pasif alıcı olmaya kendiliğinden rıza gösteriyordu.
        Aslında günümüzde sahnede oynanmakta olan tek oyun küreselleşme oyunu değildir. Ama
söz konusu söylem, bütün diğer oyunların aklama aracı mahiyetindedir ve bu yüzden bütün oyunlarda
ortak kullanımdadır. Ancak oynanmakta olan birçok oyunun en büyüğünün ve en kapsamlısının küre-
selleşme oyunu olduğu söylenebilir.
        Küreselleşmenin iki boyutu vardır. Birincisi kültürel ve ikincisi ekonomik boyut.
        Kültürel boyut, eskiden misyonerlerin yürüttüğü faaliyetlerin kapsamının genişletilmesiyle, önden      2
giderek ekonomik alanda arzulanan egemenliğin meşrulaştırıcı ve istek uyandırıcı ön hazırlığını yapıyor.
Ekonomik alanda küreselleşmenin tek bir amacı var. Söz konusu amaç kısaca şöyle ifade edilebilir: Ege-
men küresel sermayenin, herhangi bir gelişmekte olan ülkeye dilediği zamanda girebilmesinin ve diledi-
ği zamanda çıkabilmesinin yasal ve siyasal zeminini hazırlamak. Bu yüzden hedef ülkelerin anayasaların-
da değişiklik istemekten, o ülkelerde yandaş güçlerin iktidara gelmeleri için gizli anlaşmalar yapmaya
kadar değişik konularda faaliyet içerisindedirler. Wikileaks belgeleri neler yaptıklarının birçok örneğini
ortaya döktü.
         Söylemde, neo-liberalizmin tarihin sonu olduğu, bu sayede yeryüzüne barış ve özgürlük gelece-
ği, savaşların nedeninin ortadan kalkacağı, hep önde tutulan ve her fırsatta tekrarlanan reklamlardır.
Liberalizm sayesinde tarihin sonuna gelindiği iddiası alay konusu olmuştur. Ama liberalizm sayesinde
savaşların nedeninin ortadan kalkacağı iddiası canlı tutuluyor. İddiaya göre, yabancı sermayenin girdiği
ülkeler hızla kalkınacakmış. Dolayısıyla halklar refahtan daha fazla pay aldıkça savaş kabul edilebilir ol-
maktan çıkacakmış. Oysa apaçık görülen şudur: Küresel sermaye kısa vadeli amaçlarla geliyor ve yüksek
faizle tüketiciyi finanse ediyor. Çok az bir kısmı yatırımcı. Çok büyük bir kısmı, ekonominin bacaklarına
yapışmış sülük rolü oynuyor. Bu sermayenin spekülatif sermaye olarak adlandırılmasının nedeni de bu-
dur. Türkiye, bunun içinde yaşadığımız tipik bir örneği.
        Türkiye, elli yıldan beri aralıksız olarak cari açıkla yaşayan dünyadaki tek ülkedir. Daima borç
bulabilmesini mümkün kılan, sahip olduğu stratejik önemidir. Çünkü ihtiyacı olan borcu, Batılı ülkele-
re sürekli olarak siyasi tavizler vererek, bölgede onların istediği rolü oynayarak bulabilmektedir. Borç
bulabilmek için kendi ekonomik ve mali programını bile borç verenlerin yapmasını kabul etmektedir.
Bir başka deyişle, tarihte örneği olmayan bir şekilde, bölge dışındaki büyük güçlerin işbirlikçiliğini ya-
parak, bölgemizde baskı kurmalarına aracılık ederek borç alabilmektedir. Bugüne kadar alınan borç-




               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




lar, yeni yatırımlara aktarılmış da değildir, çok büyük bir kısmı kamu açıklarının finansmanında kulla-
nılmıştır.
         Durum önceden de farklı değildi. AKP iktidarıyla birlikte, yabancı sermayeyle ilgili yasal düzen-
lemeler yapılmış ama söz konusu yeni yasalar, spekülatif sermayenin yerine yatırımcı sermayenin
girişini özendirmemiş, aksine, yapılan bir dizi düzenlemeyle spekülatif sermayenin cesareti artmış,
buna karşılık reel faizlerde düşüş yaşanmamıştır. Bu halin sürdüğü sürece, spekülatif sermaye girişi
tetiklenmiş ve tetiklenmeye de devam etmektedir. Bu dönemde Türk parası değerlenmiş, ithalat kö-
rüklenmiş, dış ticaret açığı alabildiğine şişmiş ve ülkemiz, spekülatif sermayeye dayanarak borçlarının
faizlerini ve ana para geri ödemelerini yeni borçlar alarak öder duruma düşmüştür. Ekonomik alanda
küreselleşmenin bizdeki görünen sonucu kısaca budur.
        Küreselleşme olgusunun ana özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
         1- Küreselleştirmecilerin yoğun çaba harcadıkları birinci hedefi milliyetçiliği söndürmektir. Bu
amaçla, milliyetçiliği ırkçılığın eşdeğeri olarak sunarlar ve Hitler Almanya’sını öne sürerler. Milliyetçi-
lere faşist derler. (Bu konuyu da yakında tebliğ halinde sunacağız.) Oysa bu satırların yazarı bundan on yıl
önce, Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?, adlı kitabında, ırkçığın
Batı dünyasında ne kadar derine işlediğini incelemiş, Türk milliyetçiliği ile ne kadar uzak olduğunu
göstermiştir. Batıyı taklit ederek ırkçılık yapmaya çalışan varsa, bu bizi bağlamadığı gibi, çok geniş bir
milliyetçi kesimi de bağlamaz.
        Küreselleşmecilerin milliyetçilik yerine kültüre aşılamaya çalıştıkları düşünce bireyselciliktir.
Bireyselciliğin propagandasını yaparken, bunu özgürleşme olarak sunarlar. Cinsel tercih, cinsel özgür-
lük ve serbest aşk gibi söylemler bu çerçevede işlenen özellikle genç kuşaklara yönelik propaganda
argümanlarıdır. Bireyciliğin öyle bir sunumu var ki, satır aralarını iyi okuyacak olursak, düpedüz aile
kurumunu hedef aldığını görürüz. Oysa Türk milleti olanca badirenin içinden sıyrılıp bugünlere çıka-           3
bilmesini çok büyük ölçüde aile kurumunun kültüründeki sağlam yerine borçludur. Bu yüzden de kü-
reselleşmeciler gerçekte bizim kültürel genlerimize saldırmış olmaktadır.
         2- Küreselleşmenin diğer bir özelliği İngilizcenin yayılmasıdır. Nitekim İngilizcenin eğitim dili
olarak seçildiğini görmekteyiz. Bu hal, en önemli küreselleşmecinin Amerika olması yüzünden böyle-
dir. Öteden beri, İngilizce ile rekabet halinde olan iki dil vardır: Almanca ve Fransızca. Her ikisi de ken-
di çapında etkindir. Ama her iki ülkede de İngilizcenin iş dünyasında kullanımının arttığı açıkça görülü-
yor. Amerikan basıncıyla, Almanca ve Fransızca sözcüklerde anlam kayması bile oluyor. Alman halkı
eskiden olduğu gibi, aynı sözcüğü kullanıyor olabilir. Ama bunların zihinde oluşturduğu bulutlar, yap-
tığı çağrışımlar eskiye göre çok değişiyor ve içeriği Amerikanlaşıyor. Bir de kültürel etkinlikleri zayıf
olan halkların dillerinin uğradığı aşınmanın derinliğini düşünün.
         3- Küreselleşme sürecinde ön sırada üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biri gündelik
hayatımızın dışarıdan biçimlendirilmesi, güdülenmesi ve bizim buna maalesef yeterince karşı dura-
mamamızdır. Hayatımızın, zaaflarımıza hitap ederek dışarıdan biçimlendirilmesinde karşılaşılan yoğun
ısrar, bir insanlık suçu olarak nitelemenin abartılı sayılmaması gereken boyutlardadır. Medya marife-
tiyle, medyatik güdümlü plan ve programlarla, içinde bilgisayarcıdan psikologa kadar pek çok uzman
istihdam eden organizasyonlarla, insanlar arası ilişkiler, bir başka deyişle, toplum hayatımız piyasala-
rın çıkarları doğrultusunda metalaştırılmakta, yönlendirilmekte ve şartlandırılmaktadır. Kısacası med-
ya, insanların sahici bir hayat yaşamasını önleyerek kazanç elde eden bir sektör halini almış durumda.
Küreselleşme konusunda dünyanın çeşitli köşelerinden derlenen makalelerin yer aldığı bir kitapta,
Hintli yazar Tulasi Srinavas’ın Kaderle Randevu adlı makalesinde yer verilen tespitlerden biri şöyledir:
“Küreselleşmenin en görünür biçimi, uluslararası medyanın yoğunlaştırdığı gösterişçi tüketim kalıpla-
rıdır.” Bu tespitin herkes farkındadır. Demek ki sadece Türkiye’de değilmiş, yoksulluğun kol gezdiği




               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
             www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




Hindistan’dan bile görülebiliyormuş.
         Hangi açıdan bakarsak bakalım, insanı insan yapan, olumlu gelişmelere, uygarlaşmaya kapı
aralayan insani ilişkilerimiz, ticarete konu olabilecek yönlerde etkilere uğratılıyor. Bir başka deyişle,
toplumsal değerlerimiz piyasalaştırılıyor, bilinçli olarak, içinden kazanç çıkacak biçimlerde besleniyor.
Bize serbest düşünme alanı bırakmıyor. Buna iki örnek vereceğiz. Birincisi tutunmuş bir televizyon
dizisi olan Muhteşem Süleyman dizisi, ikincisi ise futboldur.
        Muhteşem Süleyman dizisinde tarih, insanları ekrana bağlayacak şekilde çarpıtılıyor. Saray
kadınlarının göğüs dekoltesinden tutun da birbirleriyle olan ilişkilerindeki kıskançlık ve entrika yoğun-
luğuna kadar her konu kullanılarak, izleyenler, bir evin içinde olanları anahtar deliğinden heyecanla ve
dikkatle gözleyen insan psikolojisiyle güdülenerek televizyona bağlanıyor. Tarihsel gerçekler, bilimsel
bir ölçüde değil de, bir röntgencinin gözünü anahtar deliğinden ayırmasına mani olacak bir psikolojik
ortam hazırlayacak şekilde çarpıtılarak sunuluyor. Dizi başladığında kimse kimseyi telefonla aramıyor,
o günlerde ev ziyaretine bile gidilmiyor. Benzer durum daha önce Kurtlar Vadisi dizisinde de yaşan-
madı mı? Hatırlarsınız, sokaklar boşalırdı. Dizinin senaryosu gerçeğin yerine konmadı mı? Bunlar
medya marifetiyle ticari amaçla üretilmiş sanal gerçeklerdir ve zihinleri derinden etkilemektedir.
         Futbol da tipik bir örnektir. Eskiden futbolda, kıyıda köşede bile olsa daima bir amatör ruh
vardı. Profesyonel futbol, gençleri spora özendirecek bir fırsat olarak görülür, zoraki olarak savunu-
lurdu. Ama geçen uzun yıllar boyunca gençlerimizin bu yola girdiklerini pek görmedik. Dünya çapında
atletlerimiz, yüzücülerimiz, uzun atlamacılarımız, pentatloncularımız, triatloncularımız var mı? Yetişti-
rebildik mi? Yetiştiremedik. Ata sporumuz güreş ilerledi mi? Bu spora ilgi gösterenlerin sayısı arttı mı,
azaldı mı? Ama artık neredeyse her gün futbol izliyoruz. Futbolkolik olduk. Futbola olan çarpık ticari
bakış açısı, sporu ve sporculuğu özendiren bir iş olmaktan çıkardı. Üstelik çok geniş bir kesimi kumar-
baz yaptı. Şili’den, Brezilya’dan, Kore’den futbol maçları üzerinde kumar oynanabiliyor. Kumar olum-        4
suz ve itici anlamından sıyrıldı ve sıradanlaştı, köşe dönmeciliğin gündelik faaliyetine dönüştü. Şike
iddialarının dünya çapında çoğalmasının nedeni de, futbolun içindeki oyuncu ve yöneticilerin, medya
patronlarının, futbolu giderek daha fazla ölçüde, bir spor olmaktan çıkarması ve köşe dönme aracı
haline getirmesi değil mi? Aynı sorun Türkiye’de de, öbür uçtaki Şili’de de yaşanıyor. Eğer küresel
sermaye, insanları televizyona bağlayarak reklamları izletebilmek için atraksiyonlar peşinde koşma-
saydı, bütün bunlar olur muydu?
        Küreselleşme sürecinde medya, entelektüel yanımızı köreltiyor ve bizi markaların savaştığı bir
arena iklimine taşıyarak “alıklaştırıyor”. Bu duyguyu bitmek tükenmek bilmeyen dizilerin orta yerinde
alıyoruz. İhtiyaçlarımızla markalar arasında bağ kurmamız için bizi sanal bir kapanda baskı altına alı-
yorlar. Amerikan üniversitelerinde “etkin pazarlama” dersleri veriliyor. Etkin pazarlama demek imaj
savaşına girişmek demek. Harvard’da CİA’nın akıl hocalığını yapan Samuel Huntington, bir makalesin-
de şöyle diyor: “Küresel yönetici, küresel pazarın yaratığı değildir, pazarı yaratandır.”
        Pazar yaratmak için öteki toplumların kültürel çerçevesine yeni yeni “şeyler” sokuşturmak ge-
rekir. Kültürel çerçevede yeri olmayan hiçbir şeyin pazar değeri yoktur çünkü. Pazar yaratmak için
kültüre, tüketim eğilimini artıracak şekilde olabildiğince kısa zamanda sert darbeler indirmek gerekir.
İşte bu, toplumsal ve kültürel faaliyetlerimizin ticarileştirilmesi, ticarete konu olabilecek yönlerde
çekip çevrilmesini de insanlık suçu olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunuyoruz.
         İmaj pazarlamacılığı, küreselleşme sürecinin önemli özelliklerinden biridir. Yakın zamanlara
kadar ekonomi hocaları öğrencilerine piyasada rekabetin, ürünler arasındaki fiyat farkıyla ilişkisini
geniş olarak anlatırlar, kara tahtaya karma karışık grafikler çizerlerdi. Ama şimdi Amerikan üniversite-
leri rekabetin imajlar arasında cereyan ettiğini savunuyorlar. Bu oluşum medya için de büyük fırsat
sağlamıştır. Medya “imaj maker” görevini üstlenerek büyük kazanç elde ediyor. Maddi ve manevi




              İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
             www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                 www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




neyimiz varsa her şeyin metalaştırılması sürecinde öne sürülen çok önemli bir kavram var: Sinerji. Bir
yazar şöyle diyor: “Sinerji gökten zembille inmez, yaratılması ve örgütlenmesi gerekir.” Aynı çevreler,
bunu yapacak olanların “küresel yöneticiler” olduğunu söylüyor ki, bu işin “dükkânı” medya oluyor.
Dikkat edilirse medya, her taşın altından karşımıza çıkıyor, bütün çevremizi kuşatmış, bizi kafeslemiş,
kiminin deyimiyle bizi havuzlamış+, kiminin deyimiyle de bukağılanmışx durumdadır. Son olarak şunu
da ifade etmek isteriz ki, küreselleşmenin ekonomi boyutunda amaca uygun insan, solucan gibi yaşa-
yan, önden yiyen ve arkadan çıkaran bir yaratık olarak tasarlanmış olan insandır. Kendilerine vurulan
prangadan kurtulmak isteyenler hemen harekete geçsin. Çünkü etkin üretici olan insan, yerini giderek
edilgen-tüketici insana bırakıyor. Bu doğrultuda farkında olmadan kimyası bile değişiyor. Beynimizde-
ki sinir uçlarımızın erimesi yüzünden eylem kudretimiz giderek azalıyormuş. Bu sonuca kültürel genle-
rimizle oynayarak varmaya çalışıyorlar. Bu gidişat, insani değerlerimize, bizi biz yapan, uygarlığı bu-
günlere taşıyan değerlere yeniden kavuşmanın belki de yüzyıllar alacağı bir zihinsel gerilemeye işaret
etmektedir. Biz de medyanın zaferine çanak tutuyoruz. Tutmuyor muyuz?
         4- Küreselleşmenin önemli etkilerinden biri melezleşmedir. Öyle ki hem genetik anlamda hem
de kültürel anlamda melezleşme söz konusudur. Özellikle ABD, melezleşmenin en yüksek hızla seyret-
tiği ülkedir. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar, Amerika kazanına düştükten sonra başkası
olmaktadır. Doğan çocuklar ve torunlar genetik melezleşmenin ürünleridir. Genetik melezleşmeyi
katmerli hale sokan da kültürel melezleşmedir. Bir melez, artık sadece bulunduğu ve serpildiği ortama
aittir. Geçmişine saygısı sürer belki ama geri dönüşü olmayan bir yoldadır. Önünde kendine özgü şart-
lar vardır ve hayatı bunlara tepki vererek geçecektir. Ona göre güdülenmiştir. Kendini hayata tutun-
mak için gerekenleri yapmak zorunda hissetmektedir. Başkalaşmaya nasıl bir örnek verebiliriz diye
düşünürken aklımıza sözde Ermeni soykırım yasasını Fransa parlamentosuna taşıyan Cezayir kökenli
parlamenter Valery Bayer geldi. Valery’nin babası Cezayirli ve annesi Tunuslu. Ama Fransızlar tarafın-
                                                                                                                                       5
dan eğitilmiş ve dolayısıyla onların yargısını benimsemiş. Öyle ki bu kadın, Cezayir’de Fransızlar tara-
fından yapılmış soykırımı inkâr ediyor. Sarkozy, soykırım yasasını savunmak için onu öne çıkardı. Oysa
Sarkozy de Yahudi asıllı bir devşirme. Yahudilere akıl almaz kötülükler yapan Katolik bir ülkeye cum-
hurbaşkanı olmuş. Oysa ırkçılığın babası sayılan Gobienau, bir Fransız’dır ve 1942-44 arasında 76 bin
Yahudi toplama kamplarına gönderilmiştir. Sarkozy de Valery Bayer de öyle sıkı bir kültürel şartlan-
dırmadan geçirilmişler ki, “Cezayir halkını barbar Türklerden biz kurtardık”, “Cezayir’i tarihin içine biz
çektik”, sözleriyle zihinleri çarpıtılmış kimselerdir. Bunlar aslında Fransız toplumundan olmadıklarının,
dışarıdan eklendiklerinin bilincindeler. Bu gerçeğin etraftan da iyi bilindiğinin farkındalar. Bu yüzden,
kendilerini iliştirildikleri topluma kabul ettirebilmek adına, bir Fransız’dan daha Fransız görünmek için
yırtınıyorlar. Korsikalı Napolyon da böyleydi. Aslında bir Gürcü olan Stalin de böyleydi. Aslen Avustur-
yalı olan ve soyunda muhtemelen Yahudilik de bulunan Hitler de Alman’dan daha koyu bir Alman
olduğunu göstermek için en büyük insanlık suçlarını işledi.
         5- Küreselleşme dinleri bile melezleştiriyor. Ama bunun sorumluluğunun, öncelikle, varlıklı
çevrelerle yakın ilişkiler kurarak kolay yaşamanın yollarını arayan dini önderlerde olduğunu kabul etmek
gerekir. Melezleşmeyi tetikleyen güç odaklarına yakın olmaya çalışan şeyhler ve mehdilik iddiasındaki
kimselerdir. Küreselleşme olgusu, sürecin sadece hızlanmasının sorumluluğunu taşımaktadır. Nitekim
Afrika’da, Çin’de, Hindistan’da, Kore’de yerel kültürel motiflerle sentezlenmiş Hıristiyanlık yaygınlaşıyor.
Pakistan’da, İran’da ve Türkiye’de üç dini tek çatı altında birleştirmeyi düşleyen guruplar var. Dikkatle ince-

+
  Havuzlama, bir balık çiftliğinde yetiştirilen balıkların etraflarını kuşatan ağların içinde, kendilerine çizilen sınırlar arasında
  bir o yana bir bu yana koşuşturmalarını ve saati gelince verilen yemi yemelerini örnek alarak, ne durumda olduğunu fark
  edemeden, kendini hür sanması olayına deniyor.
x
  Çayıra salınan atların kaçıp gitmelerini önlemek için bir halat yardımıyla ön ayaklarından, hareket etmesine engel olmaya-
  cak derecede biraz gevşek olarak bağlanmasına bukağılama deniyor.




                  İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                 www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
               www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




leyenler, bunların Müslümanları Hıristiyanlara yaklaştırmaya çalışan bir tavır sergilediklerini hemen fark
ediyor. Kore’de Mooncular, Afrika’da Afrika Yerel Kilisesi, Çin’de Konfüçyüs’çü Hıristiyanlık, Türkiye’de
İbrahimî Dinler söylemi hepsi melezleşmenin tipik örnekleridir.
         Önce Nijerya’dan yönetilen Afrika Yerel Kilisesi’ne değinelim.
         Söz konusu kilise, Afrika’nın yerel dinleriyle Hıristiyanlığı sentezlemiş. En son gelişmiş yöntem-
lerle, en hızlı Hıristiyanlaştırma fabrikası haline sokulmuş. Afrika’ya özgü, çabuk ikna edebilir bir Hıris-
tiyanlık tasarlanmış. Dünyada en büyük ayinler, merkezi Nijerya’da olan bu kilise tarafından yapılıyor.
Her ayine en az bir milyon Afrikalı katılıyor. Öyle ki, bu kilisenin siyah önderleri Avrupa’yı bile doğru
Hıristiyanlığa davet ettiklerini söylüyorlar. National Geografic böyle bir ayinin belgeselini yayınlıyor.
         1995 World Almanac’ına göre, Afrika’da 341 milyon Hıristiyan var. Buna karşılık Müslümanla-
rın sayısı, büyük kısmı Akdeniz kıyısı ülkelerinde olmak üzere 284 milyon. Misyonerlik benzeri bir sis-
temli etkinlik görülmüyor ama İslamiyet’in yayılma hızı yüksek. Ne var ki, misyoner kuruluşlarından
gelen büyük parasal destekle, Hıristiyanlığı yerelleştirerek de olsa, Hıristiyanlaştırma faaliyetleri de
hızlı. Bu arada İbrahimî dinleri birleştirme davası güttüğünü söyleyen Bahaîler ve Ahmediye mezhebi
de –biraz sonra her ikisinden de söz edeceğiz- Batılı ülkelerden geniş destek görüyor.
         Paul Harrison, Üçüncü Dünyanın Batılılaştırılması adlı eserinde Afrika’daki misyonerlik faaliyetle-
rini anlatırken, söz konusu okulların asıl hedefinin öğrencileri kendi toplumlarından, ailelerinden koparmak
olduğunu vurguluyor. Misyonerlerin ellerine düşenlerin, kendi toplumlarına yabancılaştırıldıklarını, geç-
mişlerinden “tiksindirildiklerini”, Batı hayranı haline getirildiklerini söylüyor. Bütün bunları başarmak için
Hz. İsa’nın aslında bir zenci olduğunu söylüyorlar ve kiliselerdeki İsa heykelleri buna göre yapılmış. Elimizde
Afrika’da dinleri gösteren bir harita var. Haritada Hıristiyanlığın en yoğun olduğu ülke yüzde 95 ile Namib-
ya. Burada uçsuz bucaksız kıyı şeridi boyunca elmas madenleri var. Ayrıca dünyanın açık ocak halinde işle-
tilen en büyük uranyum madeni de burada. İkinci olarak, yüzde 80 ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti                   6
geliyor. Bu ülke maden varlığı bakımından dünyanın en zengin ülkesi. Ama Afrika’nın en yoksul insanları
burada yaşıyor. Son yıllarda burada 4 milyon kadar masum insan öldürüldü. Güney Afrika Cumhuriyeti de
Kongo gibi. Halkının yüzde 70’den fazlası Hıristiyan ama bu ülkede ırk ayrımı var. Misyonerler stratejik
hedef bölgeleri iyi belirlemişler. Her tarafta anlatılmakta olan Hıristiyanlık, Afrikalılaşmış bir Hıristiyanlık.
(Bu gibi konuları Afrika/Zengin Ama Yoksul adlı kitabımızda incelemiştik.)
         Durumu bize en ilginç görünen ülke Çin.
        Çinliler “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” diyor. Ama halk arasında İngilizce adlar kullan-
mak yaygınlaşıyor. Uzman bir gözlemcinin makalesinde belirttiği üzere Coca Cola içiyorlar, televiz-
yonda NBA maçlarını izliyorlar. Ülkedeki Hıristiyanların sayısı Türkiye’nin nüfusundan fazla. Günü-
müzde Çin Komünist Partisi’nin üye sayısından (62 milyon) daha fazla sayıda Çinli Hıristiyan olmuş
durumda. Devlet, Çin Komünist Partisi(ÇKP)’ne yakın duran Hıristiyanlara ilişmiyor ama uzak duranla-
ra kök söktürüyor. Ama yakın duran da uzaklaşan da kayıtsız şartsız batılılaşmacı. ÇKP, bunu biliyor
ama bunları ne yapacağını pek bilemiyor.
         Çeşitli melezleşme oluşumları arasında FALUN GONG adlı hareket tipik bir örnek teşkil ediyor.
Bu hareket, hastalıkları inançla tedavi etme, nefes denetimi ile sağlıklı yaşama gibi söylem ve felsefe-
lerle bir tutam Hıristiyanlık, bir tutam Konfüçyüs ve bir tutam da Budizm şeklinde ortaya çıkmıştır.
Gurubun önderleri rejime karşı pasif direniş örgütlemiş, bu yüzden de ağır baskılarla karşılaşmışlar ve
“Üstat Li Hongii” Amerika’ya kaçırılmıştır. İşine oradan devam etmektedir. Hareketin özü, “evrenin
karakteristiği” olarak gösterilen doğruluk, merhamet ve hoşgörü ilkelerinin yol göstericiliği altında,
insanın zihinsel ve bedensel gelişmesini amaçlayan bir uygulamadır. Uygulamaları ve ayinleri, stresi
azaltmaya yardımcı olmaktadır. Hayatın gerçek anlamını sorgulamakta, insanın gerçek doğasına dön-
mesini öğütlemekte ve kendince uygun yollar göstermektedir. Günümüzde 100’den fazla ülkede,




                İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
               www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




deyim yerindeyse tekkeleri var. Yüz milyon insan bu hareketin inananıdır. Bu hareketi 100’den fazla
ülkeye kimler taşıdı?
          Dünya Çin’i Amerika’nın en büyük rakibi olarak görüyor. Ama Çin’de Çin kültürünü tamamen
reddeden, Batı kültürünün koşulsuz olarak benimsenmesi için çağrılar yapan sivil örgütler var.
Yunşiang Yan adlı bir Çinlinin ABD’de yayınlanan bir makalesine göre, Çinli aydınların büyük bölümü,
modernleşmede Batı modelinin evrenselliğine inanıyor. Aslında bu düşünce onların kendi kendilerine
geliştirdiği bir düşünce değil. Hıristiyanlaştırılmaları döneminde dini öğretilerle birlikte zihinlerine
sokulmuş bir düşünce. Onlara göre, Çin’in modernleşmesinin tek yolu Batıdan öğrenmekten, Batılı
gibi düşünmekten, Batılı gibi yaşamaktan geçiyor. Gurubun bu amaçla yaptığı eylemleri ve bütün et-
kinlikleri 4 Haziran 1989’da Tiananmen Meydanı’nda ağır bir darbe aldı. Ama hareket sona ermedi.
İçin için yürüdü ve on yıl sonra devlete karşı yeni bir toplu girişim başlatıldı. Bir yandan devlet baskısı,
diğer yandan da dış destek dolayısıyla siyasi hareketler yeni çehrelere büründü ve mücadele çeşitli
kollara ayrılarak dal budak saldı. Kimi “Yeni Sol” kimi de “Yeni Liberal” adı etrafında öbekleşmiş du-
rumda. Bütün taraflar birbirlerini “Batının kuramlarını Çin’in gerçeklerine körü körüne uygulamakla”
suçluyor. Yani onlar da bizim gibi düşünüyor ama ne hikmetse, çelişkiler yumağının içinden çıkamıyor-
lar. Amerikan vakıfları Çin’in büyük şehirlerinde ve kırsalında cirit atıyor. Çinli araştırmacılara, sonuç-
ları kendilerine ulaştırılmak koşuluyla maddi destek sağlıyorlar. Bir uzmanın deyişiyle, Çin, ürünleriyle
dünyaya açılırken, dünya da kültürüyle Çin’e açılıyor. Devlet bir yandan kültürel küreselleşme eğilim-
lerini denetim altında tutmak isterken, diğer taraftan da her geçen gün artan sayıda insan, daha fazla
özgürlük, daha fazla demokrasi istemektedir. ABD, Çin yönetimi meydan okumacı tavrını tırmandır-
dıkça, muhalifleri daha fazla desteklemektedir. Küresel medya her ne kadar Çin’de geliştirilen, Batıya
meydan okuyan yeni silahların gösterilerini dünya kamuoyuna yansıtıyorsa da kültürel alanda Çin’in
giderek parçalanmakta olduğundan pek haber verilmiyor. Çünkü bu eğilim, kulaktan kulağa yol alan
                                                                                                               7
bir eğilim. Su üstünde değil, saman altında yürüyor. Ama çeşitli Amerikan vakıfları bu süreci “Sosyal
Bilimciler” aracılığıyla izleyebiliyor. Hatta gelişmeleri tetikliyor.
        Yaygın olarak bilinen tipik örneklerden biri de Kore’de ortaya çıkan Moon Hareketi’dir. Bu ha-
reket Budizm ile Hıristiyanlığın bir sentezidir. Önderi kendini kovan olmadığı halde Amerika’ya taşındı.
Bugün 1 trilyon doların üzerinde bir serveti yönetiyor ve yatırımlarının büyük çoğunluğunu medya
sektöründe yapıyor. Kendilerine pazar arayan ve pazarda dayanak arayan iş çevreleri Moon taifesinde
çok para olduğunu duyunca onlara sokuldular ve Mooncular yapay da olsa, güçlendikçe güçlendi.
İçlerinden birini Birleşmiş Milletlerin başına bile getirdiler.
        Mooncuların sözde peygamberi, henüz 16 yaşındayken, rüyasında Hz. İsa’yı gördüğünü ve
kendisini bütün dinleri birleştirmekle görevlendirdiğini öne sürüyor. Hz. İsa ile her zaman görüştüğü-
nü, ondan vahiy aldığını söylüyor. Ama kendisini Hz. İsa’dan da Konfüçyüs’ten de üstün olduğunu
eklemeyi ihmal etmiyor. Kendi internet sitelerinde, CİA ile olan ilişkilerini ve onlardan gördüğü deste-
ği övünerek itiraf ediyor. Mooncuların dünyanın her yanında yüzlerce büyük şirketi var. Dünyanın her
tarafında misyonerleri aracılığıyla örgütlenmişler ve her geçen gün mistisizm’e ilgi gösteren insanların
arasına sızarak örgütlerini genişletiyorlar. Bunlar bütün dinlere hoşgörü ile bakıyorlar ve tek amaçla-
rının dünya dinlerini birleştirmek olduğunu söylüyorlar.
         Küreselleşme sürecinde, Hindistan’da da benzer gelişmeler olmaktadır. Ne var ki Hindistan’da
Batılılaşma karşıtı bir eğilimin pek gücü yok. Hintliler, küreselleşmeyi “bu kez kaçırılmaması gereken
bir fırsat” olarak görüyorlar. Bu düşünce dolayısıyla, Hindistan’dan kaçma, bir şeye karşı olma, gizli
örgütsel faaliyetler söz konusu değil.
         Hindistan’da Çin’dekine benzer bir SAİ BABA Hareketi var. Sai Baba’ya inananlar başka dinlere de
inanabilirler. Burada Şri Satya Sai Baba karizması etrafında bütün dinleri birleştirmek çabası söz konusu-




               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
               www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




dur. Nasıl Hz. İsa’nın Tanrı olduğuna inananlar varsa, Sai Baba’nın da yaşayan tanrı olduğuna inananlar
vardır. Bu hareketin önü o kadar açılmış ki, 137 ülkede 2000 merkezde 70 milyon kadar inananı olmuş. Bir
eserde onun için “Küresel Tanrı Adam” deniyor. İşin ilginci, Sai Baba sadece Telugu dilini biliyor. Biz böyle
bir dilin adını bile daha önce hiç duymadık. Fakat ne hikmetse, Şili’den Kenya’ya, Singapur’dan Almanya’ya
kadar her yerde meramını anlatabilmiş. İnananları onun, sahip olduğu Tanrısal güçle, insanları iyileştirdiği-
ni iddia ediyor. İki bin yıldan beri Hz. İsa’nın da öyle olduğuna inanılıyor. Bunun yanında Sai Baba’da Hz.
İsa’ya atfedilen iki özellik daha var. O, insanlar dertlerini söylemeden onların derdini anlayabiliyor ve ina-
nanların dünyevi acılarını dindirebiliyordu. Sai Baba’nın yaşadığı köyü ziyarete gelen Hıristiyan bir hemşire
şöyle diyor: “Hıristiyan olmakla Baba’nın müridi olmak birbirini dışlayan tutumlar değildir. Baba’ya inan-
cım, inançlı bir Hıristiyan olmadığım anlamına gelmez. Baba İsa’dır. Benim dilimi konuşmakta, benim zih-
nimi okumaktadır. Baba bana insanlığa hizmet etmemi ve sevgiyi yaymamı söyledi.” Hollanda’da açılan ve
3000’den fazla Hollandalı müride hizmet eden tekkeyi yöneten bir Hollandalıya göre, teslis (kutsal üçleme)
şöyledir: İsa, Meryem ve Sai Baba. Sai Baba’yı izleyen Hintliler Hıristiyanlığı Hintlileştirdiklerini düşünür-
ken, Kiliseler, Hintlileri Hıristiyanlaştırdığını düşünüyor. Sizce bu ilişkilerden kimin davası kazançlı çıkabilir?
        Sai Baba şöyle diyor: Farklı inançlar var olsun. Farklı inançlar yeşersin. İdeal bu olmalıdır.
İnançlar arasındaki farklılıklara saygı gösterin ve birlik alevini söndürmedikleri sürece hepsini geçerli
kabul edin… Ben insanın ibadetinde ilahi varlığı anmak için kullandığı bütün adları kabul ederim…
Kendi seçtiğiniz Tanrı’ya, kendi bildiğiniz biçimde ibadet etmeyi sürdürün. Böylece BANA gittikçe daha
fazla yaklaştığınızı göreceksiniz… Çünkü bütün adlar benimdir.”
        Sai Baba Hareketi’nin yayılma stratejisi, temel olarak Hinduizm’in başka inanışların içine gir-
mek için uyguladığı bir yöntemden başkası değildir. 137 ülkede 2000 merkezde propagandası yapılan
bu sözler, küreselleşme söyleminin önde tuttuğu sözlerle tamamen paraleldir. Hint uygarlığı kültürel
yoğunluğu yüksek olan bir “güçlü kültür”dür. Hint maddi kültürünün ürünleri de dünyanın her yanın-                    8
da geniş ilgi görmektedir. Avrupalılar ve Amerikalılar Hint takılarını, ayak parmağına takılan yüzükleri-
ni, kınasını, dövmesini, ipek sarî çarşaflarını, baharatlarını, göbeği açıkta bırakan Hint modasını pek
beğenmişlerdir. Bunlara yoga ve derin düşünme (meditasyon) gibi, uygulayıcıları hızla çoğalmakta
olan zihinsel ve fiziksel gelişme amaçlı disiplinleri de eklemeliyiz.
         Sai Baba Hareketi’nin en dikkat çekici stratejisi, hiç kimseyi eski inancını terk ederek yanına
çekmeye çalışmamasıdır. Aslında bu inanış bu harekete özgü değildir. Çağlar boyunca Hint kültüründe
görülen nerdeyse ortak özelliktir. Hintliler, İndus uygarlığı çağından beri kendileri gibi düşünmeyenlere
daima hoşgörü göstermişlerdir. Bunun istisna dönemleri olmuştur elbette ama beş bin yıllık Hint tarihinin
öne çıkmış olan ana özelliklerinden biri budur. Diğer bir özellik, Hintlilerin hiçbir zaman kültürel birlik pe-
şinde koşmamaları ve komşularını inançları dolayısıyla rahatsız etmemeleridir. Hint kültürü, hoşgörü örne-
ği olarak, yan yana mozaik gibi yaşama konusunda dünyaya model olarak sunulmaktadır.
         ABD, kendi ülkesinde bir sonuç alamadığı çok kültürlücülüğü dünyaya ihraç etmek için yatırım
yapıyor. O da kimsenin kültürünü reddetmiyor ama içine ihraç edebileceği tek kültür ürünü olan kitle
kültürünü sokuşturmaya çalışıyor. Düşüncenin ve izlenmekte olan stratejinin ilham kaynağı Hint kül-
türü gibi görünüyor. Ama bu olgu, aynı zamanda tarihin en eski üç uygarlığından (Sumer, Mohenjo Daro
ve Mısır) biri olan İndus uygarlığının neden erken söndüğünü ve gelişmesini daha sonraki yüzyıllara
neden taşıyamadığını da açıklamaktadır. Sönmüştür; çünkü kültür büyük birlikler ve örgütlü yapılar
oluşturulmasının önüne engel çıkarmıştır. Her tarafından yırtık pırtık edilmiş, yamamak isteyen de
çıkmamıştır. (Ekber Şah hariç.)
       Hindistan’ın Batı dünyası için diğer bir önemli yanı, Batıda tarih yorumunun Hint Avrupacılık
kuramı üzerine oturtulmasıdır. Sai Baba hareketinin yorumunda da, küresel egemenlerden gördüğü
örtük destekte de bu sözde tarihsel yakınlığın etkileri vardır şüphesiz. Batılı küreselciler, Hindistan’ı




                İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
               www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                  www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




Asya’da çoğulcu demokrasinin işlediği en büyük ve tek ülke olarak tanıtmaktadır. Etrafı demokratik
olmayan ülkelerle çevrili olmasına rağmen, çoğulculuğun bundan etkilenmediğine de vurgu yapılmak-
tadır. Oysa bu, Hindistan’ın derin tarihinden gelen bir özelliğidir. Batılıların marifetiyle ortaya çıkmış
falan değildir. Hindistan’ın parçalı yapısını birleştirmek için çaba gösteren tek egemen Babür Şah,
Ekber Şah ve ardından gelen Türk hükümdarlardır. Türk hükümranlığının yıkılmasından sonra Hindis-
tan İngiliz egemenliğine girdi ve İngilizler Hindistan’ı mümkün olduğu kadar çok parçalı yapmak için
ne gerekirse yaptılar ve bölünmenin sonuçlarından sadece İngilizler yararlandı. Hoşgörü Hintlilerin
işine yaramadı.
         Hindistan’da, bütün dinleri birleştirme iddiasındaki bir başka hareket İslam cemaati arasından
çıkmıştır. Bu hareket iyi biliniyor. Çünkü bizzat Türk bilim adamları tarafından enine boyuna incelenmiş bir
oluşumdur. Hareket, küreselleşme eğilimi ortaya çıkmadan önce Hindistan’daki İngiliz Yüksek Komiserli-
ği’nin çok geniş desteğini almıştır. Desteğin biçimi ve yöntemi oldukça öğreticidir. Söz konusu desteğin
gelişmiş biçimleri, günümüzde de verimli bir şekilde küresel egemenlik kurulması ve sürdürülmesi için
uygulanmaktadır. Mesela, günümüzde, İslamlaşma eğilimi görülen Afrika ülkelerine bu hareketin müritleri
salıverilmiştir. Önderi hangi Afrika ülkesine gitse, devlet töreniyle karşılanmaktadır.
         Ahmediye mezhebi olarak anılan bu hareketin kurucusu Gulam Ahmet Kadıyânî(1835-1908)’
dir. Bu zatın babası İngiliz yönetiminden 700 rupi maaş alırdı ve 7 köyün hakları kendisine verilmişti.
Gulam Ahmet, bu gerçeği yazdığı kitaplarda övünerek anlatmıştır. “Bu devletin emrindeyiz, iyiliği için
duacıyız, hizmetindeyiz” ve benzeri düşünceleri hiç beis görmeden bizzat ifade etmiştir. Gulam Ah-
met, önce mehdiliğini ve sonra da peygamberliğini ilan etmiştir. Mehdiliğini ilan ederken kullandığı
bir sözde kanıt oldukça öğreticidir. Söz konusu kanıt şöyledir: “Gulam Ahmet Kadiyani’nin adı ebcet
hesabına göre 1300 sayısını vermektedir. Şu halde Gulam Ahmet, bu yüzyılın müceddidi+ değilse,
kimdir?” Ebcet hesabı yaparak mehdilik iddiasında bulunanları dikkatinize sunarız.                               9
        Adı geçen mezhep (peygamberlik iddiası taşıdığına göre buna din demek daha doğru olur), muhte-
melen kendiliğinden doğmuştur. Fakat müritleri tarafından her sözü doğru kabul edilen önderinin
kendi ifadesiyle İngiliz koruması altında gelişmiştir. Bunun nedeni, bu tür cemaatlerin günün güçlüsü-
ne sokularak kendine koruma zırhı sağlaması ve maddi destek ummasıdır. Bunun birçok örneği vardır.
Bu destek sayesinde, Gulam Ahmet’in tekkeleri de İngiliz desteğinden yararlanmak isteyen zavallıların
akınına uğramış, sığınma yeri olmuştur. Mezhebin bu sayede güçlendiğini ve büyüdüğünü düşünmek
yerinde olur. Öte yandan İngilizlere yaranmaya çalışırken Gulam Ahmet’in öne sürdüğü bazı sapkın söz-
ler, Müslümanlar arasında dışlanmaya ve baskılara neden olduğu için İngilizlere iyice yaslanmak, zaman-
la vazgeçilemez olmuştur. Gulam Ahmet’in öne sürdüğü görüşlerle, İngiliz ve Amerikan desteğini arkası-
na almış diğer oluşumlar arasındaki ortak nokta, Gulam Ahmet’in “bütün dinleri birleştirme” davasını
ortaya atmasıdır. Gulam Ahmet bunu şöyle açıklar:
        “Benim bu çağdaki gelişim, yalnız Müslümanlar için değildir. Yüce Allah, benimle, Hindular,
Müslümanlar ve Hıristiyanlardan ibaret üç ümmetin yenilenmesini sağlamak istedi. Ben Müslümanlar
ve Hıristiyanlar için Mesih-i Mev’ud’um. Hindular için ise Avatar olarak gönderildim. Yeryüzünü kap-
lamış olan adaletsizliği, zulmü, günahları, kötülüğü temizlemek üzere Meryem oğlu İsa’nın karakteri
ile göründüğümü söyleyeli, yirmi yıldan fazla oluyor. Şimdi, aynı şekilde, Hindu dininin en büyük
avatarı olan Raja Krişna’nın karakteri ile gelmiş bulunuyorum ve manen aynı adamım… Krişna Avatar,
zamanının peygamberi idi ve Tanrı’dan kutlu ruhu almıştı.”
            Benzer durum, Gulam Ahmet’in çağdaşları tarafından İran’da da ortaya çıkmıştır.
            Bahailik, İran’da 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. On İki İmam Fırkası içinde sayılan Şeyhiyye deni-

+
    Müceddid: Yenileyen, yeni bir şekil veren, insanlara yeniden dinlerini öğreten




                   İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
                  www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




len tasavvufi akımla Hurufiliğin sentezinden doğmuştur. Kurucusu Mirza Ali Muhammed (1819-1850)
kendisinin mehdi olduğunu, “el Beyan” adını verdiği bir kitabın kendisine indirildiğini öne sürmüştür.
Bu kişi, 1850 yılında, İran Şahı Nasiruddin’in emriyle kurşuna dizilmiş, müritleri ağır baskılara maruz
bırakılmış, fakat onları yok etmek mümkün olmamıştır. Saraydan kaynaklanan olanca baskıya rağmen,
Bahaîliğin yeni lideri ve bu inanca esas rengini veren zat, İran Sarayı’nın içinden çıkmıştır. Bu zat, Mir-
za Hüseyin Ali(1817-1892)’dir. Mirza Hüseyin Ali, müritleri tarafından Bahaullah olarak anılmaktadır.
Bu isim, Allah’ın ululuğu, güzelliği, nuru, rahmeti ve lütfu anlamını dile getirir.
         Mirza Hüseyin Ali, 1863 yılında, kendisinin “Allah’ın ortaya çıkardığı zat” olduğunu ilan etmiş-
tir. Bu işi gizli de yapmamıştır. İran şahına, Osmanlı padişahına, Rus çarına, 3. Napolyon’a, İngiltere
kraliçesi Viktoria’ya mektup yazarak kendisine uymaya çağırmıştır. Yazdığı “Kitab-ül Akdes” adlı kita-
bın kutsal olduğunu, -hatta Kur’an-ı Kerim’den üstün olduğunu- öne sürüyordu. Buna göre 19 sayısı kut-
sal bir sayı idi. Evrende her şey 19 sayısına dayalı idi. Yıl 19 ay, aylar 19 gündü. Kendisine inanan her-
kes, her 19 günde, bir bardak su bile olsa, 19 inanana ikramda bulunmak zorunda idi. Bunun yanında,
bu inanca bağlı olanlar, en az 19 adet kitaba sahip olmak zorunda idiler.
         Mirza Hüseyin Ali, İran’dan kaçmış ve Osmanlı topraklarında iken yakalanmış ve Akka kalesine
hapsedilmiş, orada ölmüştür. Bahailik, İran’da ağır baskılara maruz kalmış ve bu baskılar dolayısıyla
İngilizlerden koruma istemişlerdir. Kaçar hanedanı yıkılıp yerine Mazenderanlı Rıza başa geçirilince
rahata ermişler, inançlarını istedikleri gibi yaşamışlar ve yaymışlardır. İngilizlerin kuklası olan Rıza Şah,
istese bile onlara ilişmesine imkân yoktu. Bu dönemde o kadar güçlenmişlerdir ki, şahın kaçtığı ve
Ayetullah Humeyni’nin ülkesine döndüğü dönemde İran başbakanı olan Amir Abbas Huveyda, bir
Bahaî idi. Caferiler onları İslamiyet’in içine sızmış Yahudiler olarak görüyorlardı. Bu yüzden çok sıkı
kovuşturuldular. Hepsi bir tarafa dağıldı.
        Günümüzde Bahaîliğin merkezi İsrail’in Hayfa kentindedir. Bunun yanında, 19 sayısının kera-             10
metini anlatan kitaplar ABD’den yayılmaktadır. Müslümanlık iddiasındaki bir takım kimseler, Ameri-
ka’dan yayınlar yaparak Kuran’da 19 mucizesine uymayan yerlerine mutlaka bir şeylerin eklenmiş
veya çıkarılmış olduğunu iddia etmektedir. Bu gibi iddialar, 11. yüzyılda bir Yahudi hahamı tarafından
Yahudi duaları ve Tevrat için öne sürülmüş olan iddia ile aynı mahiyettedir.
         Bahaîler, Hayfa’da üslendikten sonra, dünyanın tek bir ülke olması için çalıştıklarını söyleme-
ye başladılar. Dünyanın insanlığın vatanı olarak yeniden örgütlenmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Şu
sözler Bahaullah’a ait olduğunu iddia ettikleri sözlerdir: “Dünya tek bir ülke ve insanlar onun vatan-
daşlarıdır.” “Dünya barışı sadece mümkün olmakla kalmayıp, aynı zamanda kaçınılmazdır.” Bu gibi
sözleri nedeniyle Bahaîler, İngiliz ve Amerikan güdümlü kuruluşlardan geniş destek görmektedir. Ni-
tekim Birleşmiş Milletlerde bile temsil ediliyorlar.
         İran’da ortaya çıkan Bahaîler ve Hindistan’da ortaya çıkan Ahmediler, her ikisi de İbrahimî dinleri
birleştirmek iddiasındadır. Her ikisinin önderi de kendilerine kitap indirildiğini iddia etmişlerdir. Önce
Mehdi olduklarını ve sonra da peygamber olduklarını öne sürmüşlerdir. Dinleri birleştirmek suretiyle, sa-
vaşlara son verebileceklerini ve genel barış için çalıştıklarını her fırsatta vurguluyorlar. Hepsinde dünyayı
tek bir devlet olarak yeniden örgütlemek söylemi merkezi niteliktedir. Bu amaca paralel olarak, dinlerin de
birleşmesi gerektiğini savunurlar. Bu iddialarla ortaya çıkmış olmalarına rağmen, kendi ülkelerinde ayrık
birer oluşum ve cemaat olmaktan öteye geçememişlerdir. Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda,
Tek Devlet, Tek Din söylemlerinin gerçek kaynaklarını inceledik.
        Küreselleşme Süreci’nde dinler nasıl birleşecektir?
       Melezleşerek birleşecektir. Tevrat’tan, İncil’den, Kuran’dan, Hint Kutsal Metinlerinden ve
Konfüçyüs’ten, her birinden tutam tutam alınacak ve bir dinler çorbası hazırlanarak Tek Dünya Devleti
kurulacaktır. Küresel egemenler bu kadar saf olabilir mi, diye akla gelebilir. Elbette değillerdir. Ama



               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




kendi projelerine destek olabilecek özellikte dünyanın yoksulluk nedeniyle denetim güçlüğü çekilen
insan yığınlarının yaşadığı yerlerinde ortaya çıkan sözde mezhep ve dinler, amaca uygun söylemleri
dillendirmeleri karşılığında her türlü desteğe mahzar olmaktadır. Bu tür cemaatler küresel egemenli-
ğin yeryüzüne yayılmış kılcal damarları olarak görülmekte ve bu yüzden de desteklenmektedir.
           Başından beri adını saydığımız ve kısa kısa tanıttığımız bütün bu dinsel gurupların Amerika tara-
fından koruma altında tutulduğunu bilmeyen yoktur. Aynı Amerika, çok sayıda dinsel örgütün saldırısına
maruz durumdadır. Orada kafalar çok karışıktır. 1995 Dünya Almanak’ını inceledik. Amerika’da yaşayan
213 milyon insanın 160 milyonunun Hıristiyan olduğu, buna karşılık, 173 çeşit kilise arasında bölünmüş
durumda bulundukları tablolarda açıkça görülüyor. Söz konusu kiliselerin sadece 3’ü, 8 milyondan fazla
üyeye sahip. En büyük gurup Roman Katolikler, 59 milyon; ikinci büyük gurup olan Baptistler 16 milyon ve
üçüncü gurubu teşkil eden Metodistler ise 8,7 milyon üyeye sahipler. Bunları bir kenara ayırır ve geri ka-
lanlar üzerinde bir takım hesaplamalar yapacak olursak, geride kalan kiliselerin her birine ortalama 460 bin
üye düşüyor. Üstelik Amerika’da Hıristiyanlıktan başka 19 değişik din ve bu dinlerin sayısı bilinmeyen, ista-
tistiksel tablolarda gösterilmemiş olan mezhep ve tarikatları var. Ortaya çıkardığımız sonuca göre, Müslü-
manlıktan ve Budizm’den devşirme cemaatlerin, dinleri birleştirme gayretlerinin Hıristiyan dünyada bir
karşılığı yok. Hıristiyan dünyada kimse birlik taraftarı falan değil. Üstelik Hıristiyanlar geleneksel dinlerin-
den uzaklaşıyor ve daha ziyade ruha öne veren Doğu dinlerine yöneliyor. Ayrıca İbrahimî dinleri birleştir-
me iddiasını taşıyanların Hıristiyanlara yönelik bir mesajları ve çalışmaları da var görünmüyor. Onların
görevi ortaya çıktıkları ülkeleri Hıristiyanlığa ısıtmakla, alıştırmakla sınırlı gibi görünüyor.
        Bu konuda bir hususa dikkat çekmek gerekir:
          Amerika’da CİA veya başka türden devlet desteğine dayanmadan örgütlenmiş çeşitli dinlere
mensup cemaatlerin üyeleri arasında bağlar çok sıkı. Bunlar hayat mücadelesinde birbirlerine destek
oluyorlar, birbirlerinden alışveriş yapıyorlar, birbirleriyle yardımlaşıyorlar. En önemlisi aile kurumunun          11
çoktan yıkıldığı Batı dünyasında özellikle orta yaşın üstündeki insanlar, kendilerini cemaatlerin kollarına
atarak yalnızlıktan kurtulmaya çalışıyor. Bu sayede şefkatli bir toplumsal çevrenin sıcak kollarına atılıyorlar.
Aralarındaki dayanışmayı gören ve aslında çıkarından başka bir şey düşünmeyen tüccar taifesi de bunların
arasına karışıyor. Hatta birden fazla örgüte üye olabiliyorlar. Özellikle Hint dinleri, yani ruha yönelen dinler,
buna izin de veriyor. Cemaatler, Amerika’da resmi devlet örgütünün içinde gayri resmi bir örgüt olarak,
sinir sistemimizin vücudumuzda oynadığı rolü oynuyor. Söz konusu oluşumlarda görülen bu durum, gayri
resmi düzlemde organik bir yapılanmaya işaret ediyor.
         Bu manzara karşısında, Charles Taylor adında Kanadalı bir düşünür ortaya çıktı. Bu zat, mo-
dernliğin çağının kapandığına, post modernliğin çağının başladığına inananlardan. Bay Taylor, cema-
atçi yapılanmayı meşrulaştırmaya çalışıyor ve devlet örgütü içinde bunlara yer vermenin devleti sağ-
lamlaştıracağına inanıyor. Bu adamın ikinci bir tezi daha var: Çokkültürlücülük. Bu tezi ortaya atması-
nın nedeni ise Amerika’da Çinlilerin, İspanyolların, Siyahların, Fransızların Anglo-Sakson egemenliğe
karşı sinsi sinsi baş kaldırması. Kapıdaki tehlikeyi önlemeye çalışan Taylor, ABD’nin bütünlük içinde
yaşaması için eğitimde, dinde ve dilde çokkültürlü serbestliği savunuyor.
         ABD yönetimi Charles Taylor’u ciddiye aldı. Ama çokkültürlülüğün lafı edilip, propagandası
yoğunlaştırılınca, cemaatler ve etnik guruplar dinamizm kazandı. Cephelerini genişletmek ve doğan
fırsatı hakkıyla değerlendirmek için sert dokulu ideolojik tavır aldılar. Özellikle, bir başka küreselleşme
alameti olan internet sayesinde etkinlikleri arttı. Bu durum ABD yönetimini fevkalade ürküttü.
Komünyalizm (cemaatçilik) ve multikültüralizm (çokkültürlücülük) politikalarını askıya aldı. Ama
Charles Taylor’un tezlerinin küreselleşmenin kültür boyutunda ne kadar işe yarayabileceğini de keş-
fetmiş oldular.
        Bu politikalar, dünyayı 2000 parçalı devletler yığını haline getirme projesinde işe yarayabilirdi.




               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com




Bu amaçla, Amerika’da koruma altına aldığı cemaatlere, Amerika dışını hedef gösterdi. Şimdi Ameri-
ka’da üslendirilen bütün yabancı cemaatler, doğdukları ve geldikleri ülkelerde Amerika’nın istediği
doğrultuda, Amerika’nın politikalarına paralel çalışmalar yapıyor. Yapmadıkları takdirde kapının önü-
ne konacaklarını ve kurda kuşa yem olarak atılacaklarını biliyorlar. Bütün bu karmaşık plan ve uygu-
lamalar, çöküş sürecine giren ABD’nin ömrünü uzatmak ve küresel patronların içinde rahat rahat at
oynatabilecekleri bir küresel yapılanma için. Bu çevreler yeryüzünde devşirebildikleri bütün dini ön-
derleri besleyerek, kendi davalarının misyoneri haline getirdiler. Üstelik ortada yeni söylemlere de
ihtiyaç yok. 150-200 yıldır yazılmış-söylenmiş ne varsa onların arasından işlerine gelenleri cımbızla
ayıklıyor ve ön saflara diziyorlar.
        Daha iyi bir plan yapamazlar mıydı, diye sorulabilir. Daha iyi planları şimdiye kadar
modernizm ve Batılılaştırmacılık idi. İkisi de iflas etmiş görünüyor. Şu zamanda, mevcut olandan ve
kendileri dışında ortaya çıkandan, modernizme bir tepki olarak doğan ve güçlenmekte olandan yarar-
lanarak zaman kazanmaya çalışıyorlar. Eğer insanı önden yiyen ve arkadan çıkaran solucan misali,
“tüketen erectus” yapabilirlerse cemaatlere de, dinlere ihtiyaçları kalmayacak.
        Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
          İnsanların bu dünyasını da öbür dünyasını da kurtarmayı umarak kendince bir şeyler yapmaya
çalışan samimi dindarlar, dünyada olup bitenlerin derununa vakıf olamamış olan önderleri yüzünden,
topluma ağır bir bedel ödetecek gibi görünüyor. Güç odaklarına yakın durabilmek için yüksek fikirleri
sulandıranların, dine faydalı olacağı iddiasıyla ayaküstü kırk yalanı bir arada söyleyenlerin geçici zafer-
lerini izlemekte olduğumuz bir siyaset ortamında yaşıyoruz.
       Sayın okuyucumuzu, bundan sonraki gelişmeleri bu tebliğimizde yer verdiğimiz bilgi ve değer-
lendirmeler ışığında okumaya davet ediyoruz.
                                                                                                              12
        Dünyayı anlamadan tutarlı bir Türkiye projesi olamaz.

                                              




               İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
              www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

Weitere ähnliche Inhalte

Ähnlich wie KÜRESELLEŞME SAKIZI ve DİNLERİN MELEZLEŞMESİ

21 yuzyil icin 21 ders.pdf
21 yuzyil icin 21 ders.pdf21 yuzyil icin 21 ders.pdf
21 yuzyil icin 21 ders.pdfTurulzen1
 
Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3kolormatik
 
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyan
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyanMurray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyan
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyanLysander 013
 
Babalardan ogullara nasihatler
Babalardan ogullara nasihatlerBabalardan ogullara nasihatler
Babalardan ogullara nasihatlerAhmet Türkan
 
Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıChp Aydın
 
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesi
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesiToplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesi
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesiÜMİT ÜNKER
 
Insan toplum ve_iktisat
Insan toplum ve_iktisatInsan toplum ve_iktisat
Insan toplum ve_iktisatAhmet Türkan
 
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...PraksisDergi
 
Türk hümanizmi
Türk hümanizmiTürk hümanizmi
Türk hümanizmiChp Aydın
 
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileriErdoğan Aydın
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaMmm z
 
küreselleşme
küreselleşmeküreselleşme
küreselleşmetoprakcan
 
Küreselleşme ve milliyetçilik
Küreselleşme ve milliyetçilikKüreselleşme ve milliyetçilik
Küreselleşme ve milliyetçilikYusuf Ertem
 
Alevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıAlevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıMemet Çamur
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devletVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devletMensur Boydaş
 
Psikiatri kongresi 2006
Psikiatri kongresi 2006Psikiatri kongresi 2006
Psikiatri kongresi 2006BozkurtGuvenc
 
Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Mustafa Durmuş
 

Ähnlich wie KÜRESELLEŞME SAKIZI ve DİNLERİN MELEZLEŞMESİ (20)

21 yuzyil icin 21 ders.pdf
21 yuzyil icin 21 ders.pdf21 yuzyil icin 21 ders.pdf
21 yuzyil icin 21 ders.pdf
 
Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3
 
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyan
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyanMurray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyan
Murray N. Rothbard - Eşitlikçilik — Doğaya Karşı İsyan
 
Babalardan ogullara nasihatler
Babalardan ogullara nasihatlerBabalardan ogullara nasihatler
Babalardan ogullara nasihatler
 
Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanı
 
Rıza şehri
Rıza şehriRıza şehri
Rıza şehri
 
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesi
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesiToplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesi
Toplumsal bellek bağlamında sokak ve cadde i̇simlerinin i̇ncelenmesi
 
ASİMETRİK.ppt
ASİMETRİK.pptASİMETRİK.ppt
ASİMETRİK.ppt
 
Insan toplum ve_iktisat
Insan toplum ve_iktisatInsan toplum ve_iktisat
Insan toplum ve_iktisat
 
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...
Suskun Adamın Baladı: Latin Amerika Üzerinden Venezuella’ya Dair Düşünceler -...
 
Türk hümanizmi
Türk hümanizmiTürk hümanizmi
Türk hümanizmi
 
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri
2 diş mihraklar gayeleri ve stratejileri
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
 
EtkilesimKatalog2013
EtkilesimKatalog2013EtkilesimKatalog2013
EtkilesimKatalog2013
 
küreselleşme
küreselleşmeküreselleşme
küreselleşme
 
Küreselleşme ve milliyetçilik
Küreselleşme ve milliyetçilikKüreselleşme ve milliyetçilik
Küreselleşme ve milliyetçilik
 
Alevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıAlevi aydınlanması
Alevi aydınlanması
 
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devletVahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Sosyal devlet
 
Psikiatri kongresi 2006
Psikiatri kongresi 2006Psikiatri kongresi 2006
Psikiatri kongresi 2006
 
Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013Eğt sen mrk eğitimi 2013
Eğt sen mrk eğitimi 2013
 

KÜRESELLEŞME SAKIZI ve DİNLERİN MELEZLEŞMESİ

  • 1. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com KÜRESELLEŞME SAKIZI ve DİNLERİN MELEZLEŞMESİ Hiçbir problemin dar bir cemaate ve onların doğmala- rına dayanılarak çözülemeyeceği çağımızda, entegrizm* en bü- yük tehlikedir. Diyalog entegrizmin karşıtıdır. Fakat köle ile efendisi arasında diyalog olur mu hiç? … Entegrizme vücut ve- ren temel problemler halledilmedikçe, diyalog bir sahtekârlıktan öteye geçmez… Entegrizm, kökleri ekonomi ve politika içlerine kadar uzanan bir problemi ortaya koymaktadır. Fakat aynı za- manda bütün medeniyetleri tehdit eden manevi bir kansere de işaret etmektedir. Ondan kurtulmak için dünya ne bir Sezar’a veya ne de bir Napolyon’a muhtaçtır. Milyonlarca erkek ve ka- dının yeni Lutherlerin, yeni Gandhilerin çağrısına uyup yürüme- leri yeterlidir. Roger Garaudy, Entegrizm ve Kültürel İntihar adlı eserinden Soğuk Savaş olarak anılan dönemin sona ermesinden sonra ortaya çıkan, belirsizlerle dolu bu- nalımlı dönemi küreselleşme olarak adlandırmak adet oldu. Ne var ki, söz konusu dönemin bu adla anılması, kültür ve ekonomi alanındaki uluslararası gelişmeleri doğru ve yerinde yansıtmıyor. Çünkü gerçekte, tarihsel tecrübelerin süzgecinden geçirilmiş, daha verimli hale getirmek ve daha inanılır kılmak için şirin söylemlerle ambalajlanmış, rakipsiz cilalı yeni emperyalizm dönemi söz konusudur. Yeni emperyalizmin gerçek amacını ve hedefini gizlemek adına, söyleminin içine olumlu çağrışımlar sıkıştırmak için küreselleşme denmiştir. Biz bu hileli deyimi kullanmaya hevesli değiliz ama meramımı- 1 zı kısa yoldan anlatabilmek için küreselleşme denmesine kerhen razı geleceğiz. Aslında bunun yerine öne sürülen güzel isimler yok değil. Birkaçını söyleyelim: Marlin Monroe Doktrini, Kültürel Çernobil, Coca-Colonizasyon, Anglo-Amerikan uygarlığının Helenistik dönemi. Bu isimler, konuyu gayet güzel özetleyiveren üstün zekâ ürünleri. Bunları ortaya atanların sürecin getirdiği olumsuzlukları en kısa yoldan peşinen ifade etmek istedikleri, okuyucularını yanıltıcı çağrışımlardan kurtarmaya çalıştıkları hemen belli oluyor. Buna rağmen biz yine de klişeleşmiş olan adı kullanacağız. Konu üzerinde görüş öne sürenlerin ve tartışmalara taraf olanların oluşturduğu yelpazenin iki zıt ucu şöyle özetlenebilir: Uçlardan biri, ciddi hiçbir çaba göstermeden, üç beş hamasi söylem etra- fında dolanarak reddiye düzenlerden oluşuyor. Bunlar, genel olarak kabaca ifade edecek olursak, kimliğini bir şeylere itiraz ederek kabul ettirmek isteyen, gelişmeler karşısında sınırlı kapasite ortaya koyabilen kimselerin bulunduğu guruptur. Kendileri gibi düşünmeyenleri ya da gelişmelerin açık açık sergilediği olumsuzlukların idrakine varamamış olanları ikna edecek, uyandıracak bir çaba içinde ol- madıkları için karşı görüştekiler hak etmedikleri büyük bir avantaj yakalamışlardır. Diğer uçtakiler ise, direniş göstermeksizin küreselleşmeye doğal bir yasa olarak uyum gösterilmesi gerektiğini savunan- lardır. Esasında bu guruba dâhil olanlar, bir fikri olanlar değil, rüzgâra göre yelken açanlardır. Çoğu ne Türk tarihinden, ne Avrupa tarihinden haberdardır. Hatta böyle konuları pek merak etmedikleri bile söylenebilir. Buna rağmen, gelecek adına konuşmaktan geri durmazlar. Eğer günün birinde karşı görü- şün rüzgârı kuvvetlenirse, rahatlıkla ve pişkinlikle saf değiştirebilirler. Hatta yine öne bile geçebilirler. Küreselcilerin sermayesi “değişim”dir. Bunlar, kendilerine felsefe kitaplarından gelecek biç- * Roger Garaudy, söz konusu eserinde entegrizmi şöyle tarif ediyor: Entegrizm, dini ve siyasi olsun, bir inancı, tarihin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir. Böylece mutlak bir doğruya malik olduğuna inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmaktır. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 2. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com meye çalışan, gerçekle bağ kurmakta istekli davranmayan, felsefe cereyanlarına kendini kaptırmış olanların toplandığı guruptur. Değişim, hem liberalistlerin hem de Karl Marks’ın üzerinde uzun uzadı- ya durduğu kavramdır. Bu nokta, liberalistlerle Marksistlerin buluştuğu ve artık birlikte yürümeye başladıkları kavşak noktasıdır. Bir anahtar kavram olarak değişim, Soğuk Savaş sonrasında ortaya atı- lan emperyalist hedeflere doğru yeni guruplaşmalara zemin hazırlamıştır. Soğuk Savaş döneminin birbirine zıt iki ucu –liberaller ve Marksistler-, şimdi kol kola, küreselleşmeyi, barış ve demokrasi çağını açacak olan kaçınılmaz, -tıpkı doğadaki ve jeolojideki değişme olgusu gibi-, önlenemez bir süreç olarak pazarlıyor. Küreselleşme adlandırması genel kabul görmeden önce Amerikan ağırlıklı olarak gelişe gelen bir “kitle kültürü” olgusu ortaya çıkmıştı. Daha çok “Üçüncü Dalga”dan söz edilirdi. Küreselleşme ol- gusu üzerinde yapılan akademik gözlemler, dünyayı bir mono kültüre doğru sürüklemenin, öteki insan topluluklarının zihinlerini Amerika’nın çıkarları doğrultusunda biçimlendirmenin kolay yollarının gö- rülmesini sağlamıştı. Söz konusu gözlemler, cesaret uyandırıcı sonuçlara da işaret etmekteydi. Bu yolla ortaya çıkarılan amaca uygun çözümlemeler, zamanla sistematik bir biçime kavuşturuldu ve küresel sermaye çevrelerinin işlerini kolaylaştıracak bir paket program haline sokuldu. Süreci azdıran, medya ve bilgisayar teknikleri oldu. Bu sayede insanları edilgen hale getirmek mümkün görülüyordu. İnsanlar medya aracılığıyla pasif alıcı olmaya kendiliğinden rıza gösteriyordu. Aslında günümüzde sahnede oynanmakta olan tek oyun küreselleşme oyunu değildir. Ama söz konusu söylem, bütün diğer oyunların aklama aracı mahiyetindedir ve bu yüzden bütün oyunlarda ortak kullanımdadır. Ancak oynanmakta olan birçok oyunun en büyüğünün ve en kapsamlısının küre- selleşme oyunu olduğu söylenebilir. Küreselleşmenin iki boyutu vardır. Birincisi kültürel ve ikincisi ekonomik boyut. Kültürel boyut, eskiden misyonerlerin yürüttüğü faaliyetlerin kapsamının genişletilmesiyle, önden 2 giderek ekonomik alanda arzulanan egemenliğin meşrulaştırıcı ve istek uyandırıcı ön hazırlığını yapıyor. Ekonomik alanda küreselleşmenin tek bir amacı var. Söz konusu amaç kısaca şöyle ifade edilebilir: Ege- men küresel sermayenin, herhangi bir gelişmekte olan ülkeye dilediği zamanda girebilmesinin ve diledi- ği zamanda çıkabilmesinin yasal ve siyasal zeminini hazırlamak. Bu yüzden hedef ülkelerin anayasaların- da değişiklik istemekten, o ülkelerde yandaş güçlerin iktidara gelmeleri için gizli anlaşmalar yapmaya kadar değişik konularda faaliyet içerisindedirler. Wikileaks belgeleri neler yaptıklarının birçok örneğini ortaya döktü. Söylemde, neo-liberalizmin tarihin sonu olduğu, bu sayede yeryüzüne barış ve özgürlük gelece- ği, savaşların nedeninin ortadan kalkacağı, hep önde tutulan ve her fırsatta tekrarlanan reklamlardır. Liberalizm sayesinde tarihin sonuna gelindiği iddiası alay konusu olmuştur. Ama liberalizm sayesinde savaşların nedeninin ortadan kalkacağı iddiası canlı tutuluyor. İddiaya göre, yabancı sermayenin girdiği ülkeler hızla kalkınacakmış. Dolayısıyla halklar refahtan daha fazla pay aldıkça savaş kabul edilebilir ol- maktan çıkacakmış. Oysa apaçık görülen şudur: Küresel sermaye kısa vadeli amaçlarla geliyor ve yüksek faizle tüketiciyi finanse ediyor. Çok az bir kısmı yatırımcı. Çok büyük bir kısmı, ekonominin bacaklarına yapışmış sülük rolü oynuyor. Bu sermayenin spekülatif sermaye olarak adlandırılmasının nedeni de bu- dur. Türkiye, bunun içinde yaşadığımız tipik bir örneği. Türkiye, elli yıldan beri aralıksız olarak cari açıkla yaşayan dünyadaki tek ülkedir. Daima borç bulabilmesini mümkün kılan, sahip olduğu stratejik önemidir. Çünkü ihtiyacı olan borcu, Batılı ülkele- re sürekli olarak siyasi tavizler vererek, bölgede onların istediği rolü oynayarak bulabilmektedir. Borç bulabilmek için kendi ekonomik ve mali programını bile borç verenlerin yapmasını kabul etmektedir. Bir başka deyişle, tarihte örneği olmayan bir şekilde, bölge dışındaki büyük güçlerin işbirlikçiliğini ya- parak, bölgemizde baskı kurmalarına aracılık ederek borç alabilmektedir. Bugüne kadar alınan borç- İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 3. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com lar, yeni yatırımlara aktarılmış da değildir, çok büyük bir kısmı kamu açıklarının finansmanında kulla- nılmıştır. Durum önceden de farklı değildi. AKP iktidarıyla birlikte, yabancı sermayeyle ilgili yasal düzen- lemeler yapılmış ama söz konusu yeni yasalar, spekülatif sermayenin yerine yatırımcı sermayenin girişini özendirmemiş, aksine, yapılan bir dizi düzenlemeyle spekülatif sermayenin cesareti artmış, buna karşılık reel faizlerde düşüş yaşanmamıştır. Bu halin sürdüğü sürece, spekülatif sermaye girişi tetiklenmiş ve tetiklenmeye de devam etmektedir. Bu dönemde Türk parası değerlenmiş, ithalat kö- rüklenmiş, dış ticaret açığı alabildiğine şişmiş ve ülkemiz, spekülatif sermayeye dayanarak borçlarının faizlerini ve ana para geri ödemelerini yeni borçlar alarak öder duruma düşmüştür. Ekonomik alanda küreselleşmenin bizdeki görünen sonucu kısaca budur. Küreselleşme olgusunun ana özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1- Küreselleştirmecilerin yoğun çaba harcadıkları birinci hedefi milliyetçiliği söndürmektir. Bu amaçla, milliyetçiliği ırkçılığın eşdeğeri olarak sunarlar ve Hitler Almanya’sını öne sürerler. Milliyetçi- lere faşist derler. (Bu konuyu da yakında tebliğ halinde sunacağız.) Oysa bu satırların yazarı bundan on yıl önce, Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?, adlı kitabında, ırkçığın Batı dünyasında ne kadar derine işlediğini incelemiş, Türk milliyetçiliği ile ne kadar uzak olduğunu göstermiştir. Batıyı taklit ederek ırkçılık yapmaya çalışan varsa, bu bizi bağlamadığı gibi, çok geniş bir milliyetçi kesimi de bağlamaz. Küreselleşmecilerin milliyetçilik yerine kültüre aşılamaya çalıştıkları düşünce bireyselciliktir. Bireyselciliğin propagandasını yaparken, bunu özgürleşme olarak sunarlar. Cinsel tercih, cinsel özgür- lük ve serbest aşk gibi söylemler bu çerçevede işlenen özellikle genç kuşaklara yönelik propaganda argümanlarıdır. Bireyciliğin öyle bir sunumu var ki, satır aralarını iyi okuyacak olursak, düpedüz aile kurumunu hedef aldığını görürüz. Oysa Türk milleti olanca badirenin içinden sıyrılıp bugünlere çıka- 3 bilmesini çok büyük ölçüde aile kurumunun kültüründeki sağlam yerine borçludur. Bu yüzden de kü- reselleşmeciler gerçekte bizim kültürel genlerimize saldırmış olmaktadır. 2- Küreselleşmenin diğer bir özelliği İngilizcenin yayılmasıdır. Nitekim İngilizcenin eğitim dili olarak seçildiğini görmekteyiz. Bu hal, en önemli küreselleşmecinin Amerika olması yüzünden böyle- dir. Öteden beri, İngilizce ile rekabet halinde olan iki dil vardır: Almanca ve Fransızca. Her ikisi de ken- di çapında etkindir. Ama her iki ülkede de İngilizcenin iş dünyasında kullanımının arttığı açıkça görülü- yor. Amerikan basıncıyla, Almanca ve Fransızca sözcüklerde anlam kayması bile oluyor. Alman halkı eskiden olduğu gibi, aynı sözcüğü kullanıyor olabilir. Ama bunların zihinde oluşturduğu bulutlar, yap- tığı çağrışımlar eskiye göre çok değişiyor ve içeriği Amerikanlaşıyor. Bir de kültürel etkinlikleri zayıf olan halkların dillerinin uğradığı aşınmanın derinliğini düşünün. 3- Küreselleşme sürecinde ön sırada üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biri gündelik hayatımızın dışarıdan biçimlendirilmesi, güdülenmesi ve bizim buna maalesef yeterince karşı dura- mamamızdır. Hayatımızın, zaaflarımıza hitap ederek dışarıdan biçimlendirilmesinde karşılaşılan yoğun ısrar, bir insanlık suçu olarak nitelemenin abartılı sayılmaması gereken boyutlardadır. Medya marife- tiyle, medyatik güdümlü plan ve programlarla, içinde bilgisayarcıdan psikologa kadar pek çok uzman istihdam eden organizasyonlarla, insanlar arası ilişkiler, bir başka deyişle, toplum hayatımız piyasala- rın çıkarları doğrultusunda metalaştırılmakta, yönlendirilmekte ve şartlandırılmaktadır. Kısacası med- ya, insanların sahici bir hayat yaşamasını önleyerek kazanç elde eden bir sektör halini almış durumda. Küreselleşme konusunda dünyanın çeşitli köşelerinden derlenen makalelerin yer aldığı bir kitapta, Hintli yazar Tulasi Srinavas’ın Kaderle Randevu adlı makalesinde yer verilen tespitlerden biri şöyledir: “Küreselleşmenin en görünür biçimi, uluslararası medyanın yoğunlaştırdığı gösterişçi tüketim kalıpla- rıdır.” Bu tespitin herkes farkındadır. Demek ki sadece Türkiye’de değilmiş, yoksulluğun kol gezdiği İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 4. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Hindistan’dan bile görülebiliyormuş. Hangi açıdan bakarsak bakalım, insanı insan yapan, olumlu gelişmelere, uygarlaşmaya kapı aralayan insani ilişkilerimiz, ticarete konu olabilecek yönlerde etkilere uğratılıyor. Bir başka deyişle, toplumsal değerlerimiz piyasalaştırılıyor, bilinçli olarak, içinden kazanç çıkacak biçimlerde besleniyor. Bize serbest düşünme alanı bırakmıyor. Buna iki örnek vereceğiz. Birincisi tutunmuş bir televizyon dizisi olan Muhteşem Süleyman dizisi, ikincisi ise futboldur. Muhteşem Süleyman dizisinde tarih, insanları ekrana bağlayacak şekilde çarpıtılıyor. Saray kadınlarının göğüs dekoltesinden tutun da birbirleriyle olan ilişkilerindeki kıskançlık ve entrika yoğun- luğuna kadar her konu kullanılarak, izleyenler, bir evin içinde olanları anahtar deliğinden heyecanla ve dikkatle gözleyen insan psikolojisiyle güdülenerek televizyona bağlanıyor. Tarihsel gerçekler, bilimsel bir ölçüde değil de, bir röntgencinin gözünü anahtar deliğinden ayırmasına mani olacak bir psikolojik ortam hazırlayacak şekilde çarpıtılarak sunuluyor. Dizi başladığında kimse kimseyi telefonla aramıyor, o günlerde ev ziyaretine bile gidilmiyor. Benzer durum daha önce Kurtlar Vadisi dizisinde de yaşan- madı mı? Hatırlarsınız, sokaklar boşalırdı. Dizinin senaryosu gerçeğin yerine konmadı mı? Bunlar medya marifetiyle ticari amaçla üretilmiş sanal gerçeklerdir ve zihinleri derinden etkilemektedir. Futbol da tipik bir örnektir. Eskiden futbolda, kıyıda köşede bile olsa daima bir amatör ruh vardı. Profesyonel futbol, gençleri spora özendirecek bir fırsat olarak görülür, zoraki olarak savunu- lurdu. Ama geçen uzun yıllar boyunca gençlerimizin bu yola girdiklerini pek görmedik. Dünya çapında atletlerimiz, yüzücülerimiz, uzun atlamacılarımız, pentatloncularımız, triatloncularımız var mı? Yetişti- rebildik mi? Yetiştiremedik. Ata sporumuz güreş ilerledi mi? Bu spora ilgi gösterenlerin sayısı arttı mı, azaldı mı? Ama artık neredeyse her gün futbol izliyoruz. Futbolkolik olduk. Futbola olan çarpık ticari bakış açısı, sporu ve sporculuğu özendiren bir iş olmaktan çıkardı. Üstelik çok geniş bir kesimi kumar- baz yaptı. Şili’den, Brezilya’dan, Kore’den futbol maçları üzerinde kumar oynanabiliyor. Kumar olum- 4 suz ve itici anlamından sıyrıldı ve sıradanlaştı, köşe dönmeciliğin gündelik faaliyetine dönüştü. Şike iddialarının dünya çapında çoğalmasının nedeni de, futbolun içindeki oyuncu ve yöneticilerin, medya patronlarının, futbolu giderek daha fazla ölçüde, bir spor olmaktan çıkarması ve köşe dönme aracı haline getirmesi değil mi? Aynı sorun Türkiye’de de, öbür uçtaki Şili’de de yaşanıyor. Eğer küresel sermaye, insanları televizyona bağlayarak reklamları izletebilmek için atraksiyonlar peşinde koşma- saydı, bütün bunlar olur muydu? Küreselleşme sürecinde medya, entelektüel yanımızı köreltiyor ve bizi markaların savaştığı bir arena iklimine taşıyarak “alıklaştırıyor”. Bu duyguyu bitmek tükenmek bilmeyen dizilerin orta yerinde alıyoruz. İhtiyaçlarımızla markalar arasında bağ kurmamız için bizi sanal bir kapanda baskı altına alı- yorlar. Amerikan üniversitelerinde “etkin pazarlama” dersleri veriliyor. Etkin pazarlama demek imaj savaşına girişmek demek. Harvard’da CİA’nın akıl hocalığını yapan Samuel Huntington, bir makalesin- de şöyle diyor: “Küresel yönetici, küresel pazarın yaratığı değildir, pazarı yaratandır.” Pazar yaratmak için öteki toplumların kültürel çerçevesine yeni yeni “şeyler” sokuşturmak ge- rekir. Kültürel çerçevede yeri olmayan hiçbir şeyin pazar değeri yoktur çünkü. Pazar yaratmak için kültüre, tüketim eğilimini artıracak şekilde olabildiğince kısa zamanda sert darbeler indirmek gerekir. İşte bu, toplumsal ve kültürel faaliyetlerimizin ticarileştirilmesi, ticarete konu olabilecek yönlerde çekip çevrilmesini de insanlık suçu olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunuyoruz. İmaj pazarlamacılığı, küreselleşme sürecinin önemli özelliklerinden biridir. Yakın zamanlara kadar ekonomi hocaları öğrencilerine piyasada rekabetin, ürünler arasındaki fiyat farkıyla ilişkisini geniş olarak anlatırlar, kara tahtaya karma karışık grafikler çizerlerdi. Ama şimdi Amerikan üniversite- leri rekabetin imajlar arasında cereyan ettiğini savunuyorlar. Bu oluşum medya için de büyük fırsat sağlamıştır. Medya “imaj maker” görevini üstlenerek büyük kazanç elde ediyor. Maddi ve manevi İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 5. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com neyimiz varsa her şeyin metalaştırılması sürecinde öne sürülen çok önemli bir kavram var: Sinerji. Bir yazar şöyle diyor: “Sinerji gökten zembille inmez, yaratılması ve örgütlenmesi gerekir.” Aynı çevreler, bunu yapacak olanların “küresel yöneticiler” olduğunu söylüyor ki, bu işin “dükkânı” medya oluyor. Dikkat edilirse medya, her taşın altından karşımıza çıkıyor, bütün çevremizi kuşatmış, bizi kafeslemiş, kiminin deyimiyle bizi havuzlamış+, kiminin deyimiyle de bukağılanmışx durumdadır. Son olarak şunu da ifade etmek isteriz ki, küreselleşmenin ekonomi boyutunda amaca uygun insan, solucan gibi yaşa- yan, önden yiyen ve arkadan çıkaran bir yaratık olarak tasarlanmış olan insandır. Kendilerine vurulan prangadan kurtulmak isteyenler hemen harekete geçsin. Çünkü etkin üretici olan insan, yerini giderek edilgen-tüketici insana bırakıyor. Bu doğrultuda farkında olmadan kimyası bile değişiyor. Beynimizde- ki sinir uçlarımızın erimesi yüzünden eylem kudretimiz giderek azalıyormuş. Bu sonuca kültürel genle- rimizle oynayarak varmaya çalışıyorlar. Bu gidişat, insani değerlerimize, bizi biz yapan, uygarlığı bu- günlere taşıyan değerlere yeniden kavuşmanın belki de yüzyıllar alacağı bir zihinsel gerilemeye işaret etmektedir. Biz de medyanın zaferine çanak tutuyoruz. Tutmuyor muyuz? 4- Küreselleşmenin önemli etkilerinden biri melezleşmedir. Öyle ki hem genetik anlamda hem de kültürel anlamda melezleşme söz konusudur. Özellikle ABD, melezleşmenin en yüksek hızla seyret- tiği ülkedir. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar, Amerika kazanına düştükten sonra başkası olmaktadır. Doğan çocuklar ve torunlar genetik melezleşmenin ürünleridir. Genetik melezleşmeyi katmerli hale sokan da kültürel melezleşmedir. Bir melez, artık sadece bulunduğu ve serpildiği ortama aittir. Geçmişine saygısı sürer belki ama geri dönüşü olmayan bir yoldadır. Önünde kendine özgü şart- lar vardır ve hayatı bunlara tepki vererek geçecektir. Ona göre güdülenmiştir. Kendini hayata tutun- mak için gerekenleri yapmak zorunda hissetmektedir. Başkalaşmaya nasıl bir örnek verebiliriz diye düşünürken aklımıza sözde Ermeni soykırım yasasını Fransa parlamentosuna taşıyan Cezayir kökenli parlamenter Valery Bayer geldi. Valery’nin babası Cezayirli ve annesi Tunuslu. Ama Fransızlar tarafın- 5 dan eğitilmiş ve dolayısıyla onların yargısını benimsemiş. Öyle ki bu kadın, Cezayir’de Fransızlar tara- fından yapılmış soykırımı inkâr ediyor. Sarkozy, soykırım yasasını savunmak için onu öne çıkardı. Oysa Sarkozy de Yahudi asıllı bir devşirme. Yahudilere akıl almaz kötülükler yapan Katolik bir ülkeye cum- hurbaşkanı olmuş. Oysa ırkçılığın babası sayılan Gobienau, bir Fransız’dır ve 1942-44 arasında 76 bin Yahudi toplama kamplarına gönderilmiştir. Sarkozy de Valery Bayer de öyle sıkı bir kültürel şartlan- dırmadan geçirilmişler ki, “Cezayir halkını barbar Türklerden biz kurtardık”, “Cezayir’i tarihin içine biz çektik”, sözleriyle zihinleri çarpıtılmış kimselerdir. Bunlar aslında Fransız toplumundan olmadıklarının, dışarıdan eklendiklerinin bilincindeler. Bu gerçeğin etraftan da iyi bilindiğinin farkındalar. Bu yüzden, kendilerini iliştirildikleri topluma kabul ettirebilmek adına, bir Fransız’dan daha Fransız görünmek için yırtınıyorlar. Korsikalı Napolyon da böyleydi. Aslında bir Gürcü olan Stalin de böyleydi. Aslen Avustur- yalı olan ve soyunda muhtemelen Yahudilik de bulunan Hitler de Alman’dan daha koyu bir Alman olduğunu göstermek için en büyük insanlık suçlarını işledi. 5- Küreselleşme dinleri bile melezleştiriyor. Ama bunun sorumluluğunun, öncelikle, varlıklı çevrelerle yakın ilişkiler kurarak kolay yaşamanın yollarını arayan dini önderlerde olduğunu kabul etmek gerekir. Melezleşmeyi tetikleyen güç odaklarına yakın olmaya çalışan şeyhler ve mehdilik iddiasındaki kimselerdir. Küreselleşme olgusu, sürecin sadece hızlanmasının sorumluluğunu taşımaktadır. Nitekim Afrika’da, Çin’de, Hindistan’da, Kore’de yerel kültürel motiflerle sentezlenmiş Hıristiyanlık yaygınlaşıyor. Pakistan’da, İran’da ve Türkiye’de üç dini tek çatı altında birleştirmeyi düşleyen guruplar var. Dikkatle ince- + Havuzlama, bir balık çiftliğinde yetiştirilen balıkların etraflarını kuşatan ağların içinde, kendilerine çizilen sınırlar arasında bir o yana bir bu yana koşuşturmalarını ve saati gelince verilen yemi yemelerini örnek alarak, ne durumda olduğunu fark edemeden, kendini hür sanması olayına deniyor. x Çayıra salınan atların kaçıp gitmelerini önlemek için bir halat yardımıyla ön ayaklarından, hareket etmesine engel olmaya- cak derecede biraz gevşek olarak bağlanmasına bukağılama deniyor. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 6. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com leyenler, bunların Müslümanları Hıristiyanlara yaklaştırmaya çalışan bir tavır sergilediklerini hemen fark ediyor. Kore’de Mooncular, Afrika’da Afrika Yerel Kilisesi, Çin’de Konfüçyüs’çü Hıristiyanlık, Türkiye’de İbrahimî Dinler söylemi hepsi melezleşmenin tipik örnekleridir. Önce Nijerya’dan yönetilen Afrika Yerel Kilisesi’ne değinelim. Söz konusu kilise, Afrika’nın yerel dinleriyle Hıristiyanlığı sentezlemiş. En son gelişmiş yöntem- lerle, en hızlı Hıristiyanlaştırma fabrikası haline sokulmuş. Afrika’ya özgü, çabuk ikna edebilir bir Hıris- tiyanlık tasarlanmış. Dünyada en büyük ayinler, merkezi Nijerya’da olan bu kilise tarafından yapılıyor. Her ayine en az bir milyon Afrikalı katılıyor. Öyle ki, bu kilisenin siyah önderleri Avrupa’yı bile doğru Hıristiyanlığa davet ettiklerini söylüyorlar. National Geografic böyle bir ayinin belgeselini yayınlıyor. 1995 World Almanac’ına göre, Afrika’da 341 milyon Hıristiyan var. Buna karşılık Müslümanla- rın sayısı, büyük kısmı Akdeniz kıyısı ülkelerinde olmak üzere 284 milyon. Misyonerlik benzeri bir sis- temli etkinlik görülmüyor ama İslamiyet’in yayılma hızı yüksek. Ne var ki, misyoner kuruluşlarından gelen büyük parasal destekle, Hıristiyanlığı yerelleştirerek de olsa, Hıristiyanlaştırma faaliyetleri de hızlı. Bu arada İbrahimî dinleri birleştirme davası güttüğünü söyleyen Bahaîler ve Ahmediye mezhebi de –biraz sonra her ikisinden de söz edeceğiz- Batılı ülkelerden geniş destek görüyor. Paul Harrison, Üçüncü Dünyanın Batılılaştırılması adlı eserinde Afrika’daki misyonerlik faaliyetle- rini anlatırken, söz konusu okulların asıl hedefinin öğrencileri kendi toplumlarından, ailelerinden koparmak olduğunu vurguluyor. Misyonerlerin ellerine düşenlerin, kendi toplumlarına yabancılaştırıldıklarını, geç- mişlerinden “tiksindirildiklerini”, Batı hayranı haline getirildiklerini söylüyor. Bütün bunları başarmak için Hz. İsa’nın aslında bir zenci olduğunu söylüyorlar ve kiliselerdeki İsa heykelleri buna göre yapılmış. Elimizde Afrika’da dinleri gösteren bir harita var. Haritada Hıristiyanlığın en yoğun olduğu ülke yüzde 95 ile Namib- ya. Burada uçsuz bucaksız kıyı şeridi boyunca elmas madenleri var. Ayrıca dünyanın açık ocak halinde işle- tilen en büyük uranyum madeni de burada. İkinci olarak, yüzde 80 ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti 6 geliyor. Bu ülke maden varlığı bakımından dünyanın en zengin ülkesi. Ama Afrika’nın en yoksul insanları burada yaşıyor. Son yıllarda burada 4 milyon kadar masum insan öldürüldü. Güney Afrika Cumhuriyeti de Kongo gibi. Halkının yüzde 70’den fazlası Hıristiyan ama bu ülkede ırk ayrımı var. Misyonerler stratejik hedef bölgeleri iyi belirlemişler. Her tarafta anlatılmakta olan Hıristiyanlık, Afrikalılaşmış bir Hıristiyanlık. (Bu gibi konuları Afrika/Zengin Ama Yoksul adlı kitabımızda incelemiştik.) Durumu bize en ilginç görünen ülke Çin. Çinliler “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” diyor. Ama halk arasında İngilizce adlar kullan- mak yaygınlaşıyor. Uzman bir gözlemcinin makalesinde belirttiği üzere Coca Cola içiyorlar, televiz- yonda NBA maçlarını izliyorlar. Ülkedeki Hıristiyanların sayısı Türkiye’nin nüfusundan fazla. Günü- müzde Çin Komünist Partisi’nin üye sayısından (62 milyon) daha fazla sayıda Çinli Hıristiyan olmuş durumda. Devlet, Çin Komünist Partisi(ÇKP)’ne yakın duran Hıristiyanlara ilişmiyor ama uzak duranla- ra kök söktürüyor. Ama yakın duran da uzaklaşan da kayıtsız şartsız batılılaşmacı. ÇKP, bunu biliyor ama bunları ne yapacağını pek bilemiyor. Çeşitli melezleşme oluşumları arasında FALUN GONG adlı hareket tipik bir örnek teşkil ediyor. Bu hareket, hastalıkları inançla tedavi etme, nefes denetimi ile sağlıklı yaşama gibi söylem ve felsefe- lerle bir tutam Hıristiyanlık, bir tutam Konfüçyüs ve bir tutam da Budizm şeklinde ortaya çıkmıştır. Gurubun önderleri rejime karşı pasif direniş örgütlemiş, bu yüzden de ağır baskılarla karşılaşmışlar ve “Üstat Li Hongii” Amerika’ya kaçırılmıştır. İşine oradan devam etmektedir. Hareketin özü, “evrenin karakteristiği” olarak gösterilen doğruluk, merhamet ve hoşgörü ilkelerinin yol göstericiliği altında, insanın zihinsel ve bedensel gelişmesini amaçlayan bir uygulamadır. Uygulamaları ve ayinleri, stresi azaltmaya yardımcı olmaktadır. Hayatın gerçek anlamını sorgulamakta, insanın gerçek doğasına dön- mesini öğütlemekte ve kendince uygun yollar göstermektedir. Günümüzde 100’den fazla ülkede, İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 7. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com deyim yerindeyse tekkeleri var. Yüz milyon insan bu hareketin inananıdır. Bu hareketi 100’den fazla ülkeye kimler taşıdı? Dünya Çin’i Amerika’nın en büyük rakibi olarak görüyor. Ama Çin’de Çin kültürünü tamamen reddeden, Batı kültürünün koşulsuz olarak benimsenmesi için çağrılar yapan sivil örgütler var. Yunşiang Yan adlı bir Çinlinin ABD’de yayınlanan bir makalesine göre, Çinli aydınların büyük bölümü, modernleşmede Batı modelinin evrenselliğine inanıyor. Aslında bu düşünce onların kendi kendilerine geliştirdiği bir düşünce değil. Hıristiyanlaştırılmaları döneminde dini öğretilerle birlikte zihinlerine sokulmuş bir düşünce. Onlara göre, Çin’in modernleşmesinin tek yolu Batıdan öğrenmekten, Batılı gibi düşünmekten, Batılı gibi yaşamaktan geçiyor. Gurubun bu amaçla yaptığı eylemleri ve bütün et- kinlikleri 4 Haziran 1989’da Tiananmen Meydanı’nda ağır bir darbe aldı. Ama hareket sona ermedi. İçin için yürüdü ve on yıl sonra devlete karşı yeni bir toplu girişim başlatıldı. Bir yandan devlet baskısı, diğer yandan da dış destek dolayısıyla siyasi hareketler yeni çehrelere büründü ve mücadele çeşitli kollara ayrılarak dal budak saldı. Kimi “Yeni Sol” kimi de “Yeni Liberal” adı etrafında öbekleşmiş du- rumda. Bütün taraflar birbirlerini “Batının kuramlarını Çin’in gerçeklerine körü körüne uygulamakla” suçluyor. Yani onlar da bizim gibi düşünüyor ama ne hikmetse, çelişkiler yumağının içinden çıkamıyor- lar. Amerikan vakıfları Çin’in büyük şehirlerinde ve kırsalında cirit atıyor. Çinli araştırmacılara, sonuç- ları kendilerine ulaştırılmak koşuluyla maddi destek sağlıyorlar. Bir uzmanın deyişiyle, Çin, ürünleriyle dünyaya açılırken, dünya da kültürüyle Çin’e açılıyor. Devlet bir yandan kültürel küreselleşme eğilim- lerini denetim altında tutmak isterken, diğer taraftan da her geçen gün artan sayıda insan, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi istemektedir. ABD, Çin yönetimi meydan okumacı tavrını tırmandır- dıkça, muhalifleri daha fazla desteklemektedir. Küresel medya her ne kadar Çin’de geliştirilen, Batıya meydan okuyan yeni silahların gösterilerini dünya kamuoyuna yansıtıyorsa da kültürel alanda Çin’in giderek parçalanmakta olduğundan pek haber verilmiyor. Çünkü bu eğilim, kulaktan kulağa yol alan 7 bir eğilim. Su üstünde değil, saman altında yürüyor. Ama çeşitli Amerikan vakıfları bu süreci “Sosyal Bilimciler” aracılığıyla izleyebiliyor. Hatta gelişmeleri tetikliyor. Yaygın olarak bilinen tipik örneklerden biri de Kore’de ortaya çıkan Moon Hareketi’dir. Bu ha- reket Budizm ile Hıristiyanlığın bir sentezidir. Önderi kendini kovan olmadığı halde Amerika’ya taşındı. Bugün 1 trilyon doların üzerinde bir serveti yönetiyor ve yatırımlarının büyük çoğunluğunu medya sektöründe yapıyor. Kendilerine pazar arayan ve pazarda dayanak arayan iş çevreleri Moon taifesinde çok para olduğunu duyunca onlara sokuldular ve Mooncular yapay da olsa, güçlendikçe güçlendi. İçlerinden birini Birleşmiş Milletlerin başına bile getirdiler. Mooncuların sözde peygamberi, henüz 16 yaşındayken, rüyasında Hz. İsa’yı gördüğünü ve kendisini bütün dinleri birleştirmekle görevlendirdiğini öne sürüyor. Hz. İsa ile her zaman görüştüğü- nü, ondan vahiy aldığını söylüyor. Ama kendisini Hz. İsa’dan da Konfüçyüs’ten de üstün olduğunu eklemeyi ihmal etmiyor. Kendi internet sitelerinde, CİA ile olan ilişkilerini ve onlardan gördüğü deste- ği övünerek itiraf ediyor. Mooncuların dünyanın her yanında yüzlerce büyük şirketi var. Dünyanın her tarafında misyonerleri aracılığıyla örgütlenmişler ve her geçen gün mistisizm’e ilgi gösteren insanların arasına sızarak örgütlerini genişletiyorlar. Bunlar bütün dinlere hoşgörü ile bakıyorlar ve tek amaçla- rının dünya dinlerini birleştirmek olduğunu söylüyorlar. Küreselleşme sürecinde, Hindistan’da da benzer gelişmeler olmaktadır. Ne var ki Hindistan’da Batılılaşma karşıtı bir eğilimin pek gücü yok. Hintliler, küreselleşmeyi “bu kez kaçırılmaması gereken bir fırsat” olarak görüyorlar. Bu düşünce dolayısıyla, Hindistan’dan kaçma, bir şeye karşı olma, gizli örgütsel faaliyetler söz konusu değil. Hindistan’da Çin’dekine benzer bir SAİ BABA Hareketi var. Sai Baba’ya inananlar başka dinlere de inanabilirler. Burada Şri Satya Sai Baba karizması etrafında bütün dinleri birleştirmek çabası söz konusu- İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 8. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com dur. Nasıl Hz. İsa’nın Tanrı olduğuna inananlar varsa, Sai Baba’nın da yaşayan tanrı olduğuna inananlar vardır. Bu hareketin önü o kadar açılmış ki, 137 ülkede 2000 merkezde 70 milyon kadar inananı olmuş. Bir eserde onun için “Küresel Tanrı Adam” deniyor. İşin ilginci, Sai Baba sadece Telugu dilini biliyor. Biz böyle bir dilin adını bile daha önce hiç duymadık. Fakat ne hikmetse, Şili’den Kenya’ya, Singapur’dan Almanya’ya kadar her yerde meramını anlatabilmiş. İnananları onun, sahip olduğu Tanrısal güçle, insanları iyileştirdiği- ni iddia ediyor. İki bin yıldan beri Hz. İsa’nın da öyle olduğuna inanılıyor. Bunun yanında Sai Baba’da Hz. İsa’ya atfedilen iki özellik daha var. O, insanlar dertlerini söylemeden onların derdini anlayabiliyor ve ina- nanların dünyevi acılarını dindirebiliyordu. Sai Baba’nın yaşadığı köyü ziyarete gelen Hıristiyan bir hemşire şöyle diyor: “Hıristiyan olmakla Baba’nın müridi olmak birbirini dışlayan tutumlar değildir. Baba’ya inan- cım, inançlı bir Hıristiyan olmadığım anlamına gelmez. Baba İsa’dır. Benim dilimi konuşmakta, benim zih- nimi okumaktadır. Baba bana insanlığa hizmet etmemi ve sevgiyi yaymamı söyledi.” Hollanda’da açılan ve 3000’den fazla Hollandalı müride hizmet eden tekkeyi yöneten bir Hollandalıya göre, teslis (kutsal üçleme) şöyledir: İsa, Meryem ve Sai Baba. Sai Baba’yı izleyen Hintliler Hıristiyanlığı Hintlileştirdiklerini düşünür- ken, Kiliseler, Hintlileri Hıristiyanlaştırdığını düşünüyor. Sizce bu ilişkilerden kimin davası kazançlı çıkabilir? Sai Baba şöyle diyor: Farklı inançlar var olsun. Farklı inançlar yeşersin. İdeal bu olmalıdır. İnançlar arasındaki farklılıklara saygı gösterin ve birlik alevini söndürmedikleri sürece hepsini geçerli kabul edin… Ben insanın ibadetinde ilahi varlığı anmak için kullandığı bütün adları kabul ederim… Kendi seçtiğiniz Tanrı’ya, kendi bildiğiniz biçimde ibadet etmeyi sürdürün. Böylece BANA gittikçe daha fazla yaklaştığınızı göreceksiniz… Çünkü bütün adlar benimdir.” Sai Baba Hareketi’nin yayılma stratejisi, temel olarak Hinduizm’in başka inanışların içine gir- mek için uyguladığı bir yöntemden başkası değildir. 137 ülkede 2000 merkezde propagandası yapılan bu sözler, küreselleşme söyleminin önde tuttuğu sözlerle tamamen paraleldir. Hint uygarlığı kültürel yoğunluğu yüksek olan bir “güçlü kültür”dür. Hint maddi kültürünün ürünleri de dünyanın her yanın- 8 da geniş ilgi görmektedir. Avrupalılar ve Amerikalılar Hint takılarını, ayak parmağına takılan yüzükleri- ni, kınasını, dövmesini, ipek sarî çarşaflarını, baharatlarını, göbeği açıkta bırakan Hint modasını pek beğenmişlerdir. Bunlara yoga ve derin düşünme (meditasyon) gibi, uygulayıcıları hızla çoğalmakta olan zihinsel ve fiziksel gelişme amaçlı disiplinleri de eklemeliyiz. Sai Baba Hareketi’nin en dikkat çekici stratejisi, hiç kimseyi eski inancını terk ederek yanına çekmeye çalışmamasıdır. Aslında bu inanış bu harekete özgü değildir. Çağlar boyunca Hint kültüründe görülen nerdeyse ortak özelliktir. Hintliler, İndus uygarlığı çağından beri kendileri gibi düşünmeyenlere daima hoşgörü göstermişlerdir. Bunun istisna dönemleri olmuştur elbette ama beş bin yıllık Hint tarihinin öne çıkmış olan ana özelliklerinden biri budur. Diğer bir özellik, Hintlilerin hiçbir zaman kültürel birlik pe- şinde koşmamaları ve komşularını inançları dolayısıyla rahatsız etmemeleridir. Hint kültürü, hoşgörü örne- ği olarak, yan yana mozaik gibi yaşama konusunda dünyaya model olarak sunulmaktadır. ABD, kendi ülkesinde bir sonuç alamadığı çok kültürlücülüğü dünyaya ihraç etmek için yatırım yapıyor. O da kimsenin kültürünü reddetmiyor ama içine ihraç edebileceği tek kültür ürünü olan kitle kültürünü sokuşturmaya çalışıyor. Düşüncenin ve izlenmekte olan stratejinin ilham kaynağı Hint kül- türü gibi görünüyor. Ama bu olgu, aynı zamanda tarihin en eski üç uygarlığından (Sumer, Mohenjo Daro ve Mısır) biri olan İndus uygarlığının neden erken söndüğünü ve gelişmesini daha sonraki yüzyıllara neden taşıyamadığını da açıklamaktadır. Sönmüştür; çünkü kültür büyük birlikler ve örgütlü yapılar oluşturulmasının önüne engel çıkarmıştır. Her tarafından yırtık pırtık edilmiş, yamamak isteyen de çıkmamıştır. (Ekber Şah hariç.) Hindistan’ın Batı dünyası için diğer bir önemli yanı, Batıda tarih yorumunun Hint Avrupacılık kuramı üzerine oturtulmasıdır. Sai Baba hareketinin yorumunda da, küresel egemenlerden gördüğü örtük destekte de bu sözde tarihsel yakınlığın etkileri vardır şüphesiz. Batılı küreselciler, Hindistan’ı İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 9. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Asya’da çoğulcu demokrasinin işlediği en büyük ve tek ülke olarak tanıtmaktadır. Etrafı demokratik olmayan ülkelerle çevrili olmasına rağmen, çoğulculuğun bundan etkilenmediğine de vurgu yapılmak- tadır. Oysa bu, Hindistan’ın derin tarihinden gelen bir özelliğidir. Batılıların marifetiyle ortaya çıkmış falan değildir. Hindistan’ın parçalı yapısını birleştirmek için çaba gösteren tek egemen Babür Şah, Ekber Şah ve ardından gelen Türk hükümdarlardır. Türk hükümranlığının yıkılmasından sonra Hindis- tan İngiliz egemenliğine girdi ve İngilizler Hindistan’ı mümkün olduğu kadar çok parçalı yapmak için ne gerekirse yaptılar ve bölünmenin sonuçlarından sadece İngilizler yararlandı. Hoşgörü Hintlilerin işine yaramadı. Hindistan’da, bütün dinleri birleştirme iddiasındaki bir başka hareket İslam cemaati arasından çıkmıştır. Bu hareket iyi biliniyor. Çünkü bizzat Türk bilim adamları tarafından enine boyuna incelenmiş bir oluşumdur. Hareket, küreselleşme eğilimi ortaya çıkmadan önce Hindistan’daki İngiliz Yüksek Komiserli- ği’nin çok geniş desteğini almıştır. Desteğin biçimi ve yöntemi oldukça öğreticidir. Söz konusu desteğin gelişmiş biçimleri, günümüzde de verimli bir şekilde küresel egemenlik kurulması ve sürdürülmesi için uygulanmaktadır. Mesela, günümüzde, İslamlaşma eğilimi görülen Afrika ülkelerine bu hareketin müritleri salıverilmiştir. Önderi hangi Afrika ülkesine gitse, devlet töreniyle karşılanmaktadır. Ahmediye mezhebi olarak anılan bu hareketin kurucusu Gulam Ahmet Kadıyânî(1835-1908)’ dir. Bu zatın babası İngiliz yönetiminden 700 rupi maaş alırdı ve 7 köyün hakları kendisine verilmişti. Gulam Ahmet, bu gerçeği yazdığı kitaplarda övünerek anlatmıştır. “Bu devletin emrindeyiz, iyiliği için duacıyız, hizmetindeyiz” ve benzeri düşünceleri hiç beis görmeden bizzat ifade etmiştir. Gulam Ah- met, önce mehdiliğini ve sonra da peygamberliğini ilan etmiştir. Mehdiliğini ilan ederken kullandığı bir sözde kanıt oldukça öğreticidir. Söz konusu kanıt şöyledir: “Gulam Ahmet Kadiyani’nin adı ebcet hesabına göre 1300 sayısını vermektedir. Şu halde Gulam Ahmet, bu yüzyılın müceddidi+ değilse, kimdir?” Ebcet hesabı yaparak mehdilik iddiasında bulunanları dikkatinize sunarız. 9 Adı geçen mezhep (peygamberlik iddiası taşıdığına göre buna din demek daha doğru olur), muhte- melen kendiliğinden doğmuştur. Fakat müritleri tarafından her sözü doğru kabul edilen önderinin kendi ifadesiyle İngiliz koruması altında gelişmiştir. Bunun nedeni, bu tür cemaatlerin günün güçlüsü- ne sokularak kendine koruma zırhı sağlaması ve maddi destek ummasıdır. Bunun birçok örneği vardır. Bu destek sayesinde, Gulam Ahmet’in tekkeleri de İngiliz desteğinden yararlanmak isteyen zavallıların akınına uğramış, sığınma yeri olmuştur. Mezhebin bu sayede güçlendiğini ve büyüdüğünü düşünmek yerinde olur. Öte yandan İngilizlere yaranmaya çalışırken Gulam Ahmet’in öne sürdüğü bazı sapkın söz- ler, Müslümanlar arasında dışlanmaya ve baskılara neden olduğu için İngilizlere iyice yaslanmak, zaman- la vazgeçilemez olmuştur. Gulam Ahmet’in öne sürdüğü görüşlerle, İngiliz ve Amerikan desteğini arkası- na almış diğer oluşumlar arasındaki ortak nokta, Gulam Ahmet’in “bütün dinleri birleştirme” davasını ortaya atmasıdır. Gulam Ahmet bunu şöyle açıklar: “Benim bu çağdaki gelişim, yalnız Müslümanlar için değildir. Yüce Allah, benimle, Hindular, Müslümanlar ve Hıristiyanlardan ibaret üç ümmetin yenilenmesini sağlamak istedi. Ben Müslümanlar ve Hıristiyanlar için Mesih-i Mev’ud’um. Hindular için ise Avatar olarak gönderildim. Yeryüzünü kap- lamış olan adaletsizliği, zulmü, günahları, kötülüğü temizlemek üzere Meryem oğlu İsa’nın karakteri ile göründüğümü söyleyeli, yirmi yıldan fazla oluyor. Şimdi, aynı şekilde, Hindu dininin en büyük avatarı olan Raja Krişna’nın karakteri ile gelmiş bulunuyorum ve manen aynı adamım… Krişna Avatar, zamanının peygamberi idi ve Tanrı’dan kutlu ruhu almıştı.” Benzer durum, Gulam Ahmet’in çağdaşları tarafından İran’da da ortaya çıkmıştır. Bahailik, İran’da 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. On İki İmam Fırkası içinde sayılan Şeyhiyye deni- + Müceddid: Yenileyen, yeni bir şekil veren, insanlara yeniden dinlerini öğreten İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 10. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com len tasavvufi akımla Hurufiliğin sentezinden doğmuştur. Kurucusu Mirza Ali Muhammed (1819-1850) kendisinin mehdi olduğunu, “el Beyan” adını verdiği bir kitabın kendisine indirildiğini öne sürmüştür. Bu kişi, 1850 yılında, İran Şahı Nasiruddin’in emriyle kurşuna dizilmiş, müritleri ağır baskılara maruz bırakılmış, fakat onları yok etmek mümkün olmamıştır. Saraydan kaynaklanan olanca baskıya rağmen, Bahaîliğin yeni lideri ve bu inanca esas rengini veren zat, İran Sarayı’nın içinden çıkmıştır. Bu zat, Mir- za Hüseyin Ali(1817-1892)’dir. Mirza Hüseyin Ali, müritleri tarafından Bahaullah olarak anılmaktadır. Bu isim, Allah’ın ululuğu, güzelliği, nuru, rahmeti ve lütfu anlamını dile getirir. Mirza Hüseyin Ali, 1863 yılında, kendisinin “Allah’ın ortaya çıkardığı zat” olduğunu ilan etmiş- tir. Bu işi gizli de yapmamıştır. İran şahına, Osmanlı padişahına, Rus çarına, 3. Napolyon’a, İngiltere kraliçesi Viktoria’ya mektup yazarak kendisine uymaya çağırmıştır. Yazdığı “Kitab-ül Akdes” adlı kita- bın kutsal olduğunu, -hatta Kur’an-ı Kerim’den üstün olduğunu- öne sürüyordu. Buna göre 19 sayısı kut- sal bir sayı idi. Evrende her şey 19 sayısına dayalı idi. Yıl 19 ay, aylar 19 gündü. Kendisine inanan her- kes, her 19 günde, bir bardak su bile olsa, 19 inanana ikramda bulunmak zorunda idi. Bunun yanında, bu inanca bağlı olanlar, en az 19 adet kitaba sahip olmak zorunda idiler. Mirza Hüseyin Ali, İran’dan kaçmış ve Osmanlı topraklarında iken yakalanmış ve Akka kalesine hapsedilmiş, orada ölmüştür. Bahailik, İran’da ağır baskılara maruz kalmış ve bu baskılar dolayısıyla İngilizlerden koruma istemişlerdir. Kaçar hanedanı yıkılıp yerine Mazenderanlı Rıza başa geçirilince rahata ermişler, inançlarını istedikleri gibi yaşamışlar ve yaymışlardır. İngilizlerin kuklası olan Rıza Şah, istese bile onlara ilişmesine imkân yoktu. Bu dönemde o kadar güçlenmişlerdir ki, şahın kaçtığı ve Ayetullah Humeyni’nin ülkesine döndüğü dönemde İran başbakanı olan Amir Abbas Huveyda, bir Bahaî idi. Caferiler onları İslamiyet’in içine sızmış Yahudiler olarak görüyorlardı. Bu yüzden çok sıkı kovuşturuldular. Hepsi bir tarafa dağıldı. Günümüzde Bahaîliğin merkezi İsrail’in Hayfa kentindedir. Bunun yanında, 19 sayısının kera- 10 metini anlatan kitaplar ABD’den yayılmaktadır. Müslümanlık iddiasındaki bir takım kimseler, Ameri- ka’dan yayınlar yaparak Kuran’da 19 mucizesine uymayan yerlerine mutlaka bir şeylerin eklenmiş veya çıkarılmış olduğunu iddia etmektedir. Bu gibi iddialar, 11. yüzyılda bir Yahudi hahamı tarafından Yahudi duaları ve Tevrat için öne sürülmüş olan iddia ile aynı mahiyettedir. Bahaîler, Hayfa’da üslendikten sonra, dünyanın tek bir ülke olması için çalıştıklarını söyleme- ye başladılar. Dünyanın insanlığın vatanı olarak yeniden örgütlenmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Şu sözler Bahaullah’a ait olduğunu iddia ettikleri sözlerdir: “Dünya tek bir ülke ve insanlar onun vatan- daşlarıdır.” “Dünya barışı sadece mümkün olmakla kalmayıp, aynı zamanda kaçınılmazdır.” Bu gibi sözleri nedeniyle Bahaîler, İngiliz ve Amerikan güdümlü kuruluşlardan geniş destek görmektedir. Ni- tekim Birleşmiş Milletlerde bile temsil ediliyorlar. İran’da ortaya çıkan Bahaîler ve Hindistan’da ortaya çıkan Ahmediler, her ikisi de İbrahimî dinleri birleştirmek iddiasındadır. Her ikisinin önderi de kendilerine kitap indirildiğini iddia etmişlerdir. Önce Mehdi olduklarını ve sonra da peygamber olduklarını öne sürmüşlerdir. Dinleri birleştirmek suretiyle, sa- vaşlara son verebileceklerini ve genel barış için çalıştıklarını her fırsatta vurguluyorlar. Hepsinde dünyayı tek bir devlet olarak yeniden örgütlemek söylemi merkezi niteliktedir. Bu amaca paralel olarak, dinlerin de birleşmesi gerektiğini savunurlar. Bu iddialarla ortaya çıkmış olmalarına rağmen, kendi ülkelerinde ayrık birer oluşum ve cemaat olmaktan öteye geçememişlerdir. Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda, Tek Devlet, Tek Din söylemlerinin gerçek kaynaklarını inceledik. Küreselleşme Süreci’nde dinler nasıl birleşecektir? Melezleşerek birleşecektir. Tevrat’tan, İncil’den, Kuran’dan, Hint Kutsal Metinlerinden ve Konfüçyüs’ten, her birinden tutam tutam alınacak ve bir dinler çorbası hazırlanarak Tek Dünya Devleti kurulacaktır. Küresel egemenler bu kadar saf olabilir mi, diye akla gelebilir. Elbette değillerdir. Ama İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 11. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com kendi projelerine destek olabilecek özellikte dünyanın yoksulluk nedeniyle denetim güçlüğü çekilen insan yığınlarının yaşadığı yerlerinde ortaya çıkan sözde mezhep ve dinler, amaca uygun söylemleri dillendirmeleri karşılığında her türlü desteğe mahzar olmaktadır. Bu tür cemaatler küresel egemenli- ğin yeryüzüne yayılmış kılcal damarları olarak görülmekte ve bu yüzden de desteklenmektedir. Başından beri adını saydığımız ve kısa kısa tanıttığımız bütün bu dinsel gurupların Amerika tara- fından koruma altında tutulduğunu bilmeyen yoktur. Aynı Amerika, çok sayıda dinsel örgütün saldırısına maruz durumdadır. Orada kafalar çok karışıktır. 1995 Dünya Almanak’ını inceledik. Amerika’da yaşayan 213 milyon insanın 160 milyonunun Hıristiyan olduğu, buna karşılık, 173 çeşit kilise arasında bölünmüş durumda bulundukları tablolarda açıkça görülüyor. Söz konusu kiliselerin sadece 3’ü, 8 milyondan fazla üyeye sahip. En büyük gurup Roman Katolikler, 59 milyon; ikinci büyük gurup olan Baptistler 16 milyon ve üçüncü gurubu teşkil eden Metodistler ise 8,7 milyon üyeye sahipler. Bunları bir kenara ayırır ve geri ka- lanlar üzerinde bir takım hesaplamalar yapacak olursak, geride kalan kiliselerin her birine ortalama 460 bin üye düşüyor. Üstelik Amerika’da Hıristiyanlıktan başka 19 değişik din ve bu dinlerin sayısı bilinmeyen, ista- tistiksel tablolarda gösterilmemiş olan mezhep ve tarikatları var. Ortaya çıkardığımız sonuca göre, Müslü- manlıktan ve Budizm’den devşirme cemaatlerin, dinleri birleştirme gayretlerinin Hıristiyan dünyada bir karşılığı yok. Hıristiyan dünyada kimse birlik taraftarı falan değil. Üstelik Hıristiyanlar geleneksel dinlerin- den uzaklaşıyor ve daha ziyade ruha öne veren Doğu dinlerine yöneliyor. Ayrıca İbrahimî dinleri birleştir- me iddiasını taşıyanların Hıristiyanlara yönelik bir mesajları ve çalışmaları da var görünmüyor. Onların görevi ortaya çıktıkları ülkeleri Hıristiyanlığa ısıtmakla, alıştırmakla sınırlı gibi görünüyor. Bu konuda bir hususa dikkat çekmek gerekir: Amerika’da CİA veya başka türden devlet desteğine dayanmadan örgütlenmiş çeşitli dinlere mensup cemaatlerin üyeleri arasında bağlar çok sıkı. Bunlar hayat mücadelesinde birbirlerine destek oluyorlar, birbirlerinden alışveriş yapıyorlar, birbirleriyle yardımlaşıyorlar. En önemlisi aile kurumunun 11 çoktan yıkıldığı Batı dünyasında özellikle orta yaşın üstündeki insanlar, kendilerini cemaatlerin kollarına atarak yalnızlıktan kurtulmaya çalışıyor. Bu sayede şefkatli bir toplumsal çevrenin sıcak kollarına atılıyorlar. Aralarındaki dayanışmayı gören ve aslında çıkarından başka bir şey düşünmeyen tüccar taifesi de bunların arasına karışıyor. Hatta birden fazla örgüte üye olabiliyorlar. Özellikle Hint dinleri, yani ruha yönelen dinler, buna izin de veriyor. Cemaatler, Amerika’da resmi devlet örgütünün içinde gayri resmi bir örgüt olarak, sinir sistemimizin vücudumuzda oynadığı rolü oynuyor. Söz konusu oluşumlarda görülen bu durum, gayri resmi düzlemde organik bir yapılanmaya işaret ediyor. Bu manzara karşısında, Charles Taylor adında Kanadalı bir düşünür ortaya çıktı. Bu zat, mo- dernliğin çağının kapandığına, post modernliğin çağının başladığına inananlardan. Bay Taylor, cema- atçi yapılanmayı meşrulaştırmaya çalışıyor ve devlet örgütü içinde bunlara yer vermenin devleti sağ- lamlaştıracağına inanıyor. Bu adamın ikinci bir tezi daha var: Çokkültürlücülük. Bu tezi ortaya atması- nın nedeni ise Amerika’da Çinlilerin, İspanyolların, Siyahların, Fransızların Anglo-Sakson egemenliğe karşı sinsi sinsi baş kaldırması. Kapıdaki tehlikeyi önlemeye çalışan Taylor, ABD’nin bütünlük içinde yaşaması için eğitimde, dinde ve dilde çokkültürlü serbestliği savunuyor. ABD yönetimi Charles Taylor’u ciddiye aldı. Ama çokkültürlülüğün lafı edilip, propagandası yoğunlaştırılınca, cemaatler ve etnik guruplar dinamizm kazandı. Cephelerini genişletmek ve doğan fırsatı hakkıyla değerlendirmek için sert dokulu ideolojik tavır aldılar. Özellikle, bir başka küreselleşme alameti olan internet sayesinde etkinlikleri arttı. Bu durum ABD yönetimini fevkalade ürküttü. Komünyalizm (cemaatçilik) ve multikültüralizm (çokkültürlücülük) politikalarını askıya aldı. Ama Charles Taylor’un tezlerinin küreselleşmenin kültür boyutunda ne kadar işe yarayabileceğini de keş- fetmiş oldular. Bu politikalar, dünyayı 2000 parçalı devletler yığını haline getirme projesinde işe yarayabilirdi. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
  • 12. İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com Bu amaçla, Amerika’da koruma altına aldığı cemaatlere, Amerika dışını hedef gösterdi. Şimdi Ameri- ka’da üslendirilen bütün yabancı cemaatler, doğdukları ve geldikleri ülkelerde Amerika’nın istediği doğrultuda, Amerika’nın politikalarına paralel çalışmalar yapıyor. Yapmadıkları takdirde kapının önü- ne konacaklarını ve kurda kuşa yem olarak atılacaklarını biliyorlar. Bütün bu karmaşık plan ve uygu- lamalar, çöküş sürecine giren ABD’nin ömrünü uzatmak ve küresel patronların içinde rahat rahat at oynatabilecekleri bir küresel yapılanma için. Bu çevreler yeryüzünde devşirebildikleri bütün dini ön- derleri besleyerek, kendi davalarının misyoneri haline getirdiler. Üstelik ortada yeni söylemlere de ihtiyaç yok. 150-200 yıldır yazılmış-söylenmiş ne varsa onların arasından işlerine gelenleri cımbızla ayıklıyor ve ön saflara diziyorlar. Daha iyi bir plan yapamazlar mıydı, diye sorulabilir. Daha iyi planları şimdiye kadar modernizm ve Batılılaştırmacılık idi. İkisi de iflas etmiş görünüyor. Şu zamanda, mevcut olandan ve kendileri dışında ortaya çıkandan, modernizme bir tepki olarak doğan ve güçlenmekte olandan yarar- lanarak zaman kazanmaya çalışıyorlar. Eğer insanı önden yiyen ve arkadan çıkaran solucan misali, “tüketen erectus” yapabilirlerse cemaatlere de, dinlere ihtiyaçları kalmayacak. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İnsanların bu dünyasını da öbür dünyasını da kurtarmayı umarak kendince bir şeyler yapmaya çalışan samimi dindarlar, dünyada olup bitenlerin derununa vakıf olamamış olan önderleri yüzünden, topluma ağır bir bedel ödetecek gibi görünüyor. Güç odaklarına yakın durabilmek için yüksek fikirleri sulandıranların, dine faydalı olacağı iddiasıyla ayaküstü kırk yalanı bir arada söyleyenlerin geçici zafer- lerini izlemekte olduğumuz bir siyaset ortamında yaşıyoruz. Sayın okuyucumuzu, bundan sonraki gelişmeleri bu tebliğimizde yer verdiğimiz bilgi ve değer- lendirmeler ışığında okumaya davet ediyoruz. 12 Dünyayı anlamadan tutarlı bir Türkiye projesi olamaz.  İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com