1. Markalar için özgün içerik:
“İyi bir hikâyen yoksa, kimse seni dinlemez.”
Barış Bakır 10 Şubat 2011
www.ajansluxus.com
2. Barış Bakır
Anadolu Üniversitesi
Starcom , TBWA, Ogilvy – Stratejik Planlama
AjansLuxus – Kurucu Ortak
@brsbkr www.istanbuldan.org /onlyistanbul b.bakir@ajansluxus.com
3. Biz bir içerik dükkânıyız
2008 yılında kurulduk
Entellektüel birikimi pazarlama iletişimi
tecrübemizle birleştiriyoruz
Markaların hedef kitlelerini ilgilendirecek orijinal
içerik üretiriz
Markaların pazarlama iletişimi stratejileri
dahilinde, içerik stratejileri sunarız
18. İyi hikâye anlatmak, hedeflediğiniz “izleyici”
kitlesiyle olan ilişkinizi “derinlemesine” arttırır.
19. Eski medya planlama alışkanlıklarınızı üzerinizden ne kadar atabildiniz?
Hala rakamlara mı oynuyorsunuz?
Modern tüketiciyle karşılaşmaya ne kadar hazırsınız?
20. Gerçek iki yönlü iletişimi başlatabilmek için,
iyi bir hikâye anlatarak başlamalısınız…
29. Sosyal arzu nesnesi yaratmak
Yarattığımız hikâye, özgün mü?
Yarattığımız hikâye, arzu edilir türden mi?
Yarattığımız hikâye, sosyal mi?
Yarattığımız hikâye, bize karşı merak üretiyor mu?
31. Sosyal arzu nesnesi nasıl yaratılır?
X ( entellektüel
+ ) =
bilgisi birikim
pazarlama
iletişimi bilgisi
İletişim kuramı
hayat
tecrübesi
Sosyal arzu
nesnesi
32. Yeni çalışma biçimleri
NETWORKING
Farklı yeteneklere / tecrübeli insanları bulmak,
birarada üretmelerini sağlamak...
33. Hammaddemiz...
ENTELLEKTÜEL GÜÇ
Konvansiyonel bir reklam ajansında...
Entellektüel güç sınırlıdır.
Bu gücü, sadece yaratıcı insanlar ellerinde tutarlar. Ajansın entellektüel gücü, bu
insanların entellektüel gücü ile kısıtlıdır.
Motivasyon sorunu vardır.
Ajanslardaki yaratıcı insanlar, genellikle ilgi alanlarına girmeyen, tecrübelerinin az
olduğu konular üzerinde çalışmak zorunda kalırlar. Ayrıca hiçbir ajans insanı, bir ofiste
yaşıyor olmaktan mutlu değildir.
34. Hammaddemiz...
ENTELLEKTÜEL GÜÇ
NETWORKING ile...
Entellektüel güç sonsuzdur.
İçerik yaratmak için, içerik yaratılacak konudaki en iyi isimler bulunur. Network’e,
sürekli yeni beyinler eklenir.
Motivasyon sorunu yoktur.
İçeriği üreten insanlar, uzmanlık alanlarında içerik üretiler. Bu alanda uzman olmaları,
zorunluluğa dayanmadığından ve bir ofis içinde yaşamak zorunda olmadıklarından
işlerini tutkuyla yaparlar.
35. Fabrikamız
PAZARLAMA İLETİŞİMİ
Markalara değer katmak...
Stratejiyi anlamak / üretmek
Pazarlama iletişimi bilgisi sayesinde, markaların iletişim stratejilerini anlamak
mümkün olur. Bu sayede, nasıl bir içerik üretilmesi gerektiği ortaya çıkar.
İçeriği şekillendirmek
İçeriğin hangi kanallarda yayılacağını belirlemek ve bu kanallara göre içeriği yeniden
şekillendirmek, pazarlama iletişimi bilgisi sayesinde mümkün olur.
Modern pazarlamanın ortaya çıkışı, seri üretimin başlamasına dayanıyor. Seri üretimin başladığı yıllarda, talep arzdan çok daha yüksek olduğundan dolayı, ürün kraldı. Bir üretici, ne üretirse satma şansına sahipti. Bu döneme Henry Ford damgasını vurdu. Bu dönemin pazarlama düşüncesinin odaklandığı alan, üretimi arttırmaktı. Üretim bandı fikrini geliştiren Henry Ford nedeniyle, pazarlamanın bu dönemine “Fordizm” deniyor.
Arzın, taleple dengelenmeye başlamasıyla birlikte, markalar arasında rekabet ortaya çıktı. Markaların birbirlerinden farklılaşma ihtiyaçları doğru. Bu farklılaşmayı doğru yöne doğru yöneltmek için de, tüketiciyi anlamak gerekiyordu. Özellikle 60’lı yıllarda, tüketiciyi anlama yönünde çabalar arttı. Efsane reklamcıların ortaya çıkmaları da bu döneme denk geliyor.
Bu dönem tüketici araştırmaların belirli metodojilerle yapılmaya başlandığı dönem. Bu dönem içinde aynı zamanda, reklam ajansaları içinde de stratejik planlamacıların ortaya çıktığını görüyoruz.
Peki bu pazarlamacılar, tüketiciyi nasıl anlamayı başarıyorlardı?
Bu aslında hepimizin aşağı yukarı haberdar olduğu bir konu. Önce iletişim araştırmaları okunuyor, sonrasında rakip faaliyetlerine ve pazarın genel durumuna bakılıyor ve en sonunda markaya bir yol çiziliyordu.
Bu sistemin temeli, tüketicileri birbirine benzeyen alt gruplara bölmekten geçiyordu. Pazarlama iletişimcileri A - B SES gibi, segment tanımlarını uzun yıllar boyunca kullandılar. Ne yazık ki, bazıları hâlâ kullanmaya devam ediyor…
Petrolün hayatımıza derinlemesine girmesiyle, üretimde enerji devrimi yaşandı. Diğer bir yandan da üretim teknolojilerinin gelişmesi, üretim maaliyetlerini çok büyük ölçüde azaldı. Dağıtımın da kolaylaşmasıyla birlikte, 60’lar sonrasında bir arz patlaması yaşandı. Bu değişikliği ülkemizde 80’ler döneminde daha serbest bir ekonomiye geçmemizle birlikte Türkiye’de de görmemiz mümkün.
Değişen sadece üretim değil. Bu dönem içinde medya da büyük değiğşiklikler gösterdi. Bu dönem içinde, yolun başından beri birlikte ilerleyen pazarlama ve iletişim, çok daha fazla birbirine yaklaştı.
Bu dönem içinde dünya global bir köy haline gelmeye başladı. Bilgi akışı çok daha rahat hale geldi. Medya çeşitlendi. Çok daha fazla TV kanalı ve basılı medya ortaya çıktı.
90’lı yılların sonunda ise, internet belki de matbaanın bulunmasından sonraki en büyük medya devrimini gerçekleştirdi. İnternet pazarlama iletişimcileri için büyük fırsatlarla ve o fırsatlardan daha büyük tehditlerle geldi. İnternet, medyanın bugüne kadar olmadığı kadar fragmante olmasına neden oldu. Eskiden haber, birkaç TV kanalı ve gazete üzerinden yayılırken, bugün bu sayıya önce binlerce web sitesi, sonrasında da sosyal ağlar eklendi.
Üretimin ve medyanın çeşitliliğin artması, merkezi yapıların kırılması, tüketicinin de inanılmaz ölçüde çeşitlenmesine neden oldu. Artık tüketicileri, geniş gruplara ayırıp tanımlamak, bu grupların özelliklerinden ve ihtiyaçlarından yola çıkarak iletişim stratejileri hazırlamak, eskisi kadar etkili değil.
İşlerin bu kadar karmaşıklaştığı bir dönem içindeyiz. Bu dönem içinde de, içerik kral.
İşlerin bu kadar karmaşık hale geldiği bir zamanda biraz daha geride durmalı ve işlere daha temellerinden bakarak yaklaşmalıyız… Tarihin başlangıcından bu yana, iyi hikâyeler insanları etrafaında toplar. Efsanelerden, binbirgece masallarına kadar, bu böyledir. İyi bir hikâye anlatan kişi, insanları etrafında toplar.
İşimiz artık büyük bir ölçüde “show business” haline geldi. Artık tüketici, pazarlama iletişimi markalar hakkında bilgi aldığı bir alan olarak değil, onu “eğlendiren” bir alan olarak algılıyor. Markalar artık bir “eğlence” kaynağı.
Bunun en büyük nedeni, kategoriler içindeki ürün ve hizmetlerden olan tüketici memnuniyetinin üst düzeyde olması. Artık tüketici, bir kategori içindeki markaların birbirinden çok büyük kalite farkları olduğunu düşünmüyor. Bunun üstüne bir de, hayatında büyük bir “information overload” söz konusu. Bu kadar mesajla beyni yorulan tüketici, onu gerçekten eğlendiren, ona farklı bir tecrübe sunan markalarla ilgileniyor.
2000’li yıllara Apple, Playstation, Diesel gibi markalar damgalarını vurdular. Peki bunun nedeni neydi? Bu markalar pazarlamanın 4P’si içinde, tüketicilerine farklı bir tecrübe sunabilmeleri, iyi bir “show”’a sahip olabilmeleriydi.
Küçüklüğünüzde size anneannenizin anlattığı hikâyeleri düşünün. Tüm hikâyelerin bir amacı vardı. Hayat hakkında bir ders vermek, kıssadan hisse çıkarmak. Bu bir ikna süreci. Hikâyenin yapısı da, bu ikna sürecini yaratmak için ortam hazırlar. Biz de ikna işindeysek, yapmamız gereken şey bundan farklı değil. İkna etmek için, iyi bir ikna ortamı hazırlamak, bu ortamı hazırlamak için de, iyi bir hikâye anlatmak.
Stratejisi iyi bir şekilde ortaya konmuş “özgün” içerik, tüketicileriniz için sizi “dinlenmeye değer” bir hikâye oluşturmanıza ortam sağlıyor. İyi bir içerik sayesinde, iknaya giden yolu açmış oluyorsunuz.
Kitle iletişimi, büyük kitlelerinde farkındalık yaratmanızı sağlar. Eski medya planlama anlayışı da “exposure” yaratmak üstüne kuruludur. Bugün de kullandığımız birçok ölçüm tekniği (TV ratingleri, web sitesi hit sayıları vs.) aslında “exposure” ölçer. Ancak, exposure’un pazarlama iletişimin sadece ilk adımı olduğunu ve hem pazarda hem de pazarlama iletişiminde rekabetin artmasıyla birlikte giderek önemi zayıflayan bir adım olduğunu biliyoruz.
İyi bir hikaye, sizi bir sonraki adıma götürür. İyi bir hikâye sayesinde, hedeflediğiniz kitleyle olan ilişkinizi “derinlemesine” arttırmanız mümkün. Duygusal yanı ağır basan bu bağı oluşturmak için özgün içerik size benzersiz bir ortam sunar.
Bu noktada bazı soruları kendi kendimize sormamız lazım. Pazarlama iletişimi tarihinde en büyük değişikliklerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. İletişim teknolojisi hızla değişiyor ancak, insanları alışkanlıkları teknoloji kadar hızlı bir şekilde değişmiyor. Bu süreci de oldukça normal olarak değerlendirmemiz gerek. Ancak bu alışkanlıkları en hızlı şekilde akılcı bir biçimde değiştirebilenlerin, hem bireysel hem de kurumsal bakımdan öne geçeceğini de unutmamamız lazım.
Eski medya planlama alışkanlıklarınızı ne kadar üzerinizden atabildiniz? Hâlâ, TV reklamlarınızda iyi GRP aldığınızda, web sitenize büyük sayılarda trafik olduğunda ya da Facebook fan sayfanızda binlerce hayran olduğunda işlerin yolunda gittiğini mi düşünüyorsunuz?
Tüm bunların bir adım ötesini düşünmeye, daha fazla çalışmaya, daha fazla gözlemlemeye hazır mısınız?
Öncelikle iletişim teknolojisinin zaman içinde değişebileceğini, bu teknolojiye adapte olabilmenin tek yolunun da gerçekten “iletişimci” olmaktan geçtiğini akılımızda bulundurmamız gerekiyor. Ancak iletişim teknlojisinin değişmesiyle birlikte, teknolojinin sadece bir araç olduğunu biraz unuttuk. İletişime değil, iletişim teknolojilerine odaklanır hale geldik. İletişim yerine, iletişim teknolojilerine odaklanmış insanlara gereğinden fazla değer verdiğimiz oldu.
Oysa sadece değişen, iletişim teknolojisi. İyi bir iletişimci, bugün yaşadığımız ve gelecekte bu alanda yaşanacak tüm gelişmeleri, anlamlı bir şekilde anlayabilir.
İyi bir hikâye yazmak için, bu hikâyeyi anlattığınız kişileri ve hikâyeyi anlattığınız ortamı iyi tanımanız gerekiyor. Bu insanlar kim, nasıl bir ortam içindesiniz, nasıl hikâyeler anlatılıyor…
Artık rakamları tek başlarına okumanın bir anlamı yok. Bu rakamlardan anlam çıkarmak için, bu sürecin içinde SİZ olmalısınız. Bu rakamları yorumlayabilmeli, bu rakamları her zaman doğru kabul etmemeli, yorumlarınızla anlamlı bilgiye ulaşabilmelisiniz.
Unutmayın, rakamlar sadece var olanı sınırlı bir şekilde gösterir. Resmin tamamını ve geleceği gören insandır…
Üçüncü aşamada ise, oluşturduğunuz social object’i dağıtmanın yollarını bulmanız gerekiyor. Burda medyayı anlamınız oldukça önemli. Konvansiyonel medyanın ve yeni medyanın her aracı, farklı bir amaca hizmet ediyor. Bu yüzden, bu araçların bir bütünlük içinde kullanılması gerektiğini unutmayın.
İletişim kurduğunuz ortamı tanıdıktan sonra bu ortam içinde nasıl bir hikâye anlatmanız gerektiğine karar vermeniz, yani bir “içerik stratejisi” oluşturmanız gerekiyor. İçerik stratejininiz sayesinde, insanlar arasında değişim değeri olan bir “sosyal arzu nesnesi” yaratmanız mümkün.
Social object, aslında hikâyenin kendisi. Social object, insanların sahip olmaktan mutluluk duyacakları, birbirleriyle paylaşacakları, mesajınızı sosyal olarak değişime sokacak bir kavram.
Bu noktada sormamız gereken sorular var:
Yarattığımız hikaye özgün mü? Ortaya çıkardığımız içerik, bizim aktardığımız şekilde başka yerlerde de bulunabilir mi?
Yarattığımız hikaye, arzu edilir türden mi? İnsanların ilgisini çekecek ve sahip olmaktan dolayı mutlu olacakları bir içeriğe sahip miyiz?
Yarattığımız hikaye sosyal mi? İnsanların, etrafındaki insanlara göstermekten gurur duyacakları bir içerik üretiyor muyuz?
Yarattığımız hikaye, bize karşı merak üretiyor mu? Ürettiğimiz içerik, bizden gelecek yeni içeriklere karşı, hedeflediğimiz kitleyi daha reseptif hale getiriyor mu?
Sosyal arzu nesneleri yaratmak için, yeni çalışma biçimlerine geçmemiz gerekiyor. Konvansiyonel reklam ajanslarının yapısıyla, bu üretimi gerçekleştirmemiz imkansız. “Networking”, bu üretimin anahtar kavramı. İçeriği üretip, dolaşıma sokabilecek, farklı tecrübelere ve yetenekleri bir arada çalıştıracak üretim sistemleri üzerine yoğunlaşmalıyız.
Sosyal arzu nesneleri yaratmak için, yeni çalışma biçimlerine geçmemiz gerekiyor. Konvansiyonel reklam ajanslarının yapısıyla, bu üretimi gerçekleştirmemiz imkansız. “Networking”, bu üretimin anahtar kavramı.
Sosyal arzu nesneleri yaratmak için, yeni çalışma biçimlerine geçmemiz gerekiyor. Konvansiyonel reklam ajanslarının yapısıyla, bu üretimi gerçekleştirmemiz imkansız. “Networking”, bu üretimin anahtar kavramı.
Sosyal arzu nesneleri yaratmak için, yeni çalışma biçimlerine geçmemiz gerekiyor. Konvansiyonel reklam ajanslarının yapısıyla, bu üretimi gerçekleştirmemiz imkansız. “Networking”, bu üretimin anahtar kavramı.
Üçüncü aşamada ise, oluşturduğunuz social object’i dağıtmanın yollarını bulmanız gerekiyor. Burda medyayı anlamınız oldukça önemli. Konvansiyonel medyanın ve yeni medyanın her aracı, farklı bir amaca hizmet ediyor. Bu yüzden, bu araçların bir bütünlük içinde kullanılması gerektiğini unutmayın.
Bu noktada, medyayı üç ana sınıfa ayırmamız mümkün: Sahip olunan medya, ücretli medya ve kazanılan medya
Sahip olunan medya bizim kontrolümüzde olan medyadır. Eğer biz bir nesneyi tasarlıyorsak, içeriğin de sahibiyiz demektir. Büyük olasılıkla da, nesnelerimizi hedef kitlelerimize sunan dağıtım kanallarının da sahibi veya geçici olarak kullanıcısıyızdır. Ama yine de, nesnelerimizin izlenimi ve algısını kontrol edemeyiz. Dağıtım noktasında bu kontrolü kaybederiz.
Ücretli Medya, görüntülü reklam, ödenmiş aramalar ve sponsorluk örneklerinde olduğu gibi satın aldığımız görünürlük anlamına gelir.
Kazanılmış medya, sahip olunan, ücretli ve katılımcı medya kampanyalarının sonucudur, blog postları, tweetler, durum güncellemeleri, yorumlar gibi tüketicilerimizin, yandaşlarımızın ve kanaat önderlerinin hareketleri ile ortaya çıkar.
Bu mediumların hiçbiri, bir diğerinden defakto şekilde önemli değildir. Medyanın önemi, amacınıza göre değişir. Ancak zor olan, kazanılan medyayı yaratmaktadır. Bugün pazarlama iletişimdeki eforlarımızın çoğunu bu medyayı yaratmak için harcarız.
Hikayeyi dağıtmanın diğer bir dikkat edilmesi gereken kısmı ise “hikayenin şekli”. İçeriği, içeriği yayınladığımız medyaya göre her seferinde yeniden şekillendirmemiz gerektiğini unutmamamız gerekiyor. TV’de yayınladığınız reklamınızı, olduğu gibi YouTube’a ya da Facebook videoya koyuyorsanız, hata ediyorsunuz demektir. Çünkü her mecranın iç dinamikleri farklıdır. İçeriği tüketen kullanıcı, her medyaya karşı farklı motivasyonlara sahiptir. Bu sosyal medya içindeki mediumlarda da aynıdır. Blogunuzda hikayenizi uzun uzun anlatabilirsiniz. Çünkü, blogunuza giren bir kullanıcı, içeriğinizi daha uzun bir sürede, daha ayrıntılı bir şekilde tüketmek üzere ordadır. Ancak Facebook’ta aynı içerikle yer alamazsınız. Çünkkü Facebook, kullanıcıların sadece göz gezdirdikleri bir mecradır.
İletişimi yaptıktan sonra, bu iletişim yarattığı etkiyi gözlemlemek önemlidir. En efektif ölçüm araçlarını kullanmak, rakamları elde etmek önemlidir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, bu rakamlar yorumlanmadan hiçbirşey söyleyemezler.
İçerik stratejilerini tasarlarken, reklam kampanyası mantığıyla, kampanya şeklinde sınırlı zamanda başlayıp bitecek aksiyonlar olarak düşünmemek gerekir. İçerik, sürekli devam eden bir süreçtir. Belirli bir sonu yoktur, şekil değiştirerek devam eder.
İşin özünde, sergilenmesi gereken bir cesaret olduğunu söyleyebiliriz. Bu cesaret ise, fragmante olmuş kitleleri yönetme cesareti. Bu kitlelerin çeşitlenen ihtiyaçlarını, birbirinden farklılaşan ikna yöntemlerini anlayabilmek ve bu kitlelere özel çözümler geliştirebilmek çok önemli. Bu bağlamda, markayı tek bir özün etrafında, fragmante edebilmeyi de bilmek gerekiyor.
Sosyal medya pazarlama iletişimi içinde kullanılmaya başlandı. Ancak birşeylerin değişeceğini bugünden görebiliyoruz.
Kabul etmemiz gereken bir gerçek var: Hepimiz öğrenme sürecindeyiz. Hiçbirimiz, sosyal medyada yaptığımız işler için kesin öngörülerde bulunamıyor. Kullanıcı tarafından oluşturulan içerik, önceki dönemlerin en önemli konusuydu. Ancak bu durumun değiştiğini söylememiz mümkün.
Yaşadığımız dönem içinde, kullanıcıya içerik sağlayacağı platformlar vermek önemli. Ana çatısı marka tarafından oluşturulmuş, kullanıcıların da katkıda bulunabildikleri platformlar…
Bunu yaparken de, bilginin merkezden aktığı döneme bakmak gerekiyor. Biraz TV kafasıyla düşünmek gerekiyor. Kullanıcıya, özgün içerikle çatısı oluşturulmuş platformlar sunmak gerekiyor.
Türkiye’de sosyal ağ dediğimizde, büyük ölçüde Facebook’tan bahsediyoruz demektir. Markaların çoğu Facebook kullanmaya başladı.
Facebook, markalara, hedef kitleleriyle derinlemesine bağlar kurmak için iyi bir altyapı sağlıyor. Bugün Facebook, internetle aramızda bir “gateway”. Facebook öncesinde internette hepimiz farklı sokaklarda giderken, Facebook sonrasında hepimizin internetteki evi bir meydana bakar hale geldi. Mutlaka göz atıp, kendi yolumuza gittiğimiz bir sanal meydan.
Bu sanal meydanda, markalar da sokak sanatçıları gibi, izleyici kitlelerini kendilerine çekmeye çalışıyorlar. İyi tasarlanmış bir gösteri, iyi anlatılan bir hikâye izleyici kendisine çekiyor. Bu gösteri içinde izleyici, kendini etkileşim içinde bulduğu zaman, bu ilişkinin etkisi artıyor. Aynı zamanda bu izleyici her gün sokağa çıktığında, o gösteride ilgisini çekecek yeni birşeyler bulabiliyorsa; bu ilişkinin devamlılığı sağlanıyor.
Mikroblogları ise çığırtkanlar olarak düşünebiliriz. Bazen büyük gösteriye izleyici sağlamak, yani Facebook üzerinde yapılanlara trfik drive etmek; bazı durumlarda ise anında aksiyon gerektiren amaçlar için kullanılabiliyor.
Bu mecrada kullanıcıyla etkileşime geçmek için kısa bir süreye sahibiz. Kullanıcıya özgün içeriği bir hap halinde vermek durumundayız.
Kurumsal bloglar, markanın arka ofisinde çalışan sosyal medya araçları. Günümüz tüketicisi için şeffaflık ve hümanizm oldukça önemli. Kurumsal bloglar, kurumların işleyişini ve kurumların içindeki insan öğesinin en samimi şekilde aktarılabildiği yerler.
İletişim planlamanız içinde bizi içerik sağlayan bir fonksiyoner olarak değil, iletişim stratejinizin bir parçası olarak görmenizi bekliyoruz. Entelektüel birikim ve pazarlama iletişimi geçmişimizi birleştirerek, iletişim stratejinize farklılık yaratacak katkılarda bulunabiliriz.
Uzmanlığımızı birleştirelim ve dialog içinde, gerçekten ulaşılabilir hedefler koyalım. Birbirimizden mucizeler beklemeyelim.
Pazarlamanın yeni döneminin anahtar kelimelerinden biri şeffaflık. Markanız gerçekten “şeffaf” olmayı başarabiliyorsa, birlikte çalışalım. Gizleyecek şeyleri olan markaların, gizlenecek yüzlerini gizleme konusunda, en başarısız iletişim partnerinin biz olacağımıza emin olabilirsiniz. Çünkü iletişim içinde bizim çalıştığımız alan, tüketiciye karşı gizliliğin en imkansız olduğu alan.
Bizim uzmanlaştığımız medya, yavaş hareket etmeyi sevmeyen bir medya. Bu yüzden biz her zaman tetikteyiz. Bu partnerliğin diğer tarafı olarak da bu dinamikliği sizden de bekliyoruz.