1. Fiziğin Uğraş Alanı
Fizik ; Mekanik, elektrik, manyetizma, optik, termodinamik, atom fiziği, nükleer fizik
ve katıhal fiziği gibi alt alanlarla ilgilenen bir bilim dalıdır.
Fizik, yaşamın ta kendisidir.
Yaşarken yaptıklarımızı şöyle kaba başlıklarla anımsarsak fiziğin yaşamın ta
kendisi olduğunu da görmüş oluruz.
Yaşamak için yaptıklarımıza baktığımızda. Soluk alıp vermek, beslenmek, hareket
etmek, iş yapmak, enerji harcamak ve diğerleri ile gündemdeki konular, global ısınma,
nehirlerin, denizlerin kirlenmesi, cep telefonu, yazıcı, bilgisayar, uydular, uzay araçları ve
daha nice aklınıza gelen konu fiziğin de konusudur. Fizik konularını canlı ve cansız
doğadan alır. Doğada gerçekleşen olayların nasıllarını matematiksel ifadelendirmeye
çalışır.
Okula ulaşmak, arkadaşlarımızla buluşmak için hareket ederiz, bunların dışında da
hareket olayları gerçekleştirilir, bunu hepiniz bilirsiniz. Fizik tüm bu hareket olaylarının
neden ve niçin ini “ Mekanik “ başlığı altında inceler. Şimşeğin çakması, ampulün
yanması, elektrik yükü gibi günlük yaşam olaylarını “ Elektrik “ başlığı altında inceler.
Işığın aynadaki, merceklerdeki hareketlerini, gökkuşağının oluşumunu, ışığın camı
kırmadan nasıl geçtiğini “ Optik “ başlığı altında inceler. Sıcaklık, ısı, rüzgâr, buhar
kazanları, termometreler “ Termodinamik “ başlığı altında inceler. Maddeyi, maddeyi
meydana getiren atomu ve atomun içerisindeki parçacıkları “ Atom Fiziği “ başlığı altında
inceler. Metallerin özellikleri, kristal yapılı maddeleri “ Katıhal Fiziği “ başlığı altında
inceler.Yukarıda sayılanlara baktığınızda bunların hiç birinin yaşamın dışında konular
olmadığını sanırım fark etmişsinizdir.
Çeşmemizden su akmasının nedeni su kaynağı ile evimizin musluğu arasındaki
basınç farkıdır. Bunun araştırmasını fizikçiler yapar ve biz günlük yaşantımızda bilmeden
de olsa bunları kullanırız. Cep telefonlarımız, bilgisayarlarımızı severek kullanırız ve
bunların çalışma prensiplerini geliştirenler de fizikçilerdir.
Sıcaklığı ölçmek için kullandığımız termometrede cıva ya da alkolün ısındıkça
hacminin genişlediğini saptayanlar da fizikçilerdir. Bu termometrelere bakar ve günün
sıcaklık değerini anlarız. Sıcaklık değerine göre giyeceklerimize, günlük işlerimizin
planlanmasına karar veririz.
Maddelerin kapladığı yeri merak eden de fiziktir. Bu maddelerin hacminin
hesaplanması ile ilgilidir. Bize ne diyebilirsiniz. Günlük yaşamda hacım hesabı
yapmıyoruz ki diyebilirsiniz. Birlikte günlük yaşamda ne kadar çok hacım hesabı
yaptığınızı bilmek ister misiniz? Ayakkabı alırken ne dar, ne de bol ayakkabı almak
istemezsiniz. Elinize kağıt kalem almaksızın yaptığınız şey, ayağınızla alacağınız
ayakkabının hacimlerini karşılaştırırsınız. Ailenizin size almak istediği çantaya neden
itiraz ettiğini bir düşünün. Birinci neden beğenmemekse ikinci neden ya çok küçük olması
ya da çok büyük olmasıdır. Yine yaptığınız şey hacım hesabıdır. Kıyafet alırken, arabaya
bir kişi daha alacağınız zaman, ev tutacağınız zaman ve bu böyle gider. Yaptığınız şey
hacım hesabıdır. Bu birkaç basit örnekten de anladığınız gibi fizik yaşamla ilgilenir ve
konuları sizin yaşamda bilmeden kullandığınız her şeydir.
2. Fiziğin Doğası
Önceleri insanoğlu, güneş battığında ve yeryüzü karanlığa gömüldüğünde “ güneşin yarattığı
etki “ den korkuyordu. Daha sonra ayın karmaşık hareketinin nedenlerini öğrenmeye uğraştı.
Güneş tutulmaları yarın havanın nasıl olacağından çok daha kolay kestirmeye başlandı.
Yeryüzünde ilk dinozorun ortaya çıkmasından çok önce ay gezegenimizin çevresinde
dolanıyordu. Küçük bir ay sayabileceğimiz insan yapısı bir uydu pervanesiz, jet motorsuz ya
da kanatsız, küremiz çevresinde uzun bir süre dolanabilir. Acaba uydular nasıl hareket
ediyorlar? Kendi uydumuzu nasıl yapabiliriz? Aya nasıl gidebiliriz?
Fizik böyle soruları cevaplandırmamızı sağlar. Bize önceden kestirme ve
düzenleme gücü verir ve bilinmeyenin derinliğine inmemize, onu anlamamıza yardımcı
olur. Fizikte öğrendiklerimizden yararlanarak yeni şeylerin ortaya çıkması sağlanır.
Bulunan yeni cevaplarla her zaman yeni sorular da ortaya çıkmaktadır. Eğer fizik
kavramları kullanılmamış olsaydı, bu tür sorulardan bir çoğu hiçbir zaman sorulmamış
olurdu.
Fizikte her türden araç ve gereçler kullanılır. İnsanoğlunun hemen hemen tüm
yaşantı ve davranışlarında olduğu gibi, fizikçinin ana aracı kendi merakıdır. Sonra,
düşündüklerini, yaptıklarını ve yapmak istediklerini kendisine ve başkalarına açıklamak,
anlatmak için bir dil gereklidir. Nicelik ve bağıntıların özel, çok açık, elastik ve evrensel
dili olarak düşünebileceğimiz Matematik de fizikçinin çantasındaki araçlardan biridir; bu
arada kendi gözleri, kulakları ve elleri de gerçekten çok önemlidir. O, bunları anlamaya ve
denetimi altına almaya uğraştığı dünyasında olan bitenlere ilişkin bilgileri toplamakta
kullandığı ilk aygıtlar olarak görür. Sonra, duyu organlarına yardımcı olmak ve bazen
incelemek istediği özel ortamları yaratmak amacıyla bir çok değişik türden araçlar,
aygıtlar ve makineleri kullanması gerekir.
Galileo’dan önce hiçbir astronomi teleskopu yoktu. Bir kez Galileo iki merceği
birleştirerek bir astronomi teleskopu yapıp, Jüpiter çevresinde dolanan dört ayın varlığını
ortaya çıkarttıktan sonra, daha çok sayıda ve daha iyi teleskoplar düzenlenerek yapılmıştır.
Bu teleskopların yardımıyla, Jüpiter ve Mars gezegenlerinin yörüngeleri arasında hareket
eden ve asteroid denilen bir çok küçük gezegenler gibi daha başka yeni gök cisimleri de
ortaya çıkarılmıştır
ZAMAN, UZAY VE MADDE
En yaygın temel fizik aygıtları insan vücudunda bulunanlardır. Evrenin yapısına
ilişkin bilgilerimizin çoğunu gözlerimizle ediniriz. Sesleri duyan kulaklarımız da
gözlerimiz kadar önemlidir. Daha sonra çeşitli dokunma duyularımız gelir. Dokunma
organlarının en önemlisi kuşkusuz parmak uçlarıdır; parmak uçlarımızla cisimlerin
fiziksel yapısını anlarız. Kaslarımızın itme ve çekme etkilerine olan duyarlılığı ile
cisimlerin ağırlık ve katılıkları hakkında fikir ediniriz. Dokunma ile algıladığımız
duygular, sıcaklık, soğukluk ve denge duygularını da içerirler. Fizikten daha çok kimyanın
kapsadığı konular arasına giren koku ve tat duyuları da dış dünya hakkındaki
bilgilerimizin önemli bir kaynağıdır. Vücudumuzdaki bu temel aygıtlara duyu organları
denir. Temel duyu organlarımızın çevremiz hakkındaki pasif algılama işlemlerine
vücudumuzun diğer organları da aktif olarak katılır. Örneğin, bazı algılama işlemleri
kollarımızın ve bacaklarımızın hareketini gerektirir.
Doğanın bize verdiği temel duyu organı, yalnızca bu beş duyu organı değildir.
Beynimizde ve sinir sistemimizde çok daha karmaşık ve mükemmel gözlem aygıtları
vardır. Bunların nasıl işlediğini anlamak bilimin halen çözümleyemediği bir konudur. Bu
3. aygıtların insanlar için ne iş gördükleri, bunlardan yoksun basit bir hayvanın
davranışlarını gözlemlemekle anlaşılabilir. Bunun ilginç bir örneği bildiğimiz ahtapottur.
Gerçekte bu sekiz bacaklı canavar renkli, zarif ve akıllı bir hayvandır. Onu harekete
geçirmek için yanına, yavaş hareket eden ve hücuma zorlayacak bir cisim koymak
yeterlidir. Eğer doğru davranışlarını bir parça yiyecekle ödüllendirir ve yanlış
davranışlarını zayıf bir elektrik şoku ile cezalandırırsak, kısa sürede bazı hedeflere hücum
etmeyi bazılarına etmemeyi öğrenecektir. Kör bir ahtapot çevresini vantuzlarıyla algılar.
Dokunma duyusuyla, düzgün bir çubuğu pürüzlü olandan, hatta bir küpü, aynı çapa sahip
bir toptan ayırt etmeyi öğrenir. Fakat boyut ve biçimleri aynı olan iki çubuktan ağır olan
çubuğu kaldırırken kaslarını daha fazla zorlamasına rağmen, beyni aradaki farkı ayırt
etmekten yoksundur. Sekiz ayağının nerede olduğunu veya onları nasıl oynattığını anlama
olanağına sahip değildir. Yukarıda sözü edilen böyle mükemmel iç aygıtları olmaması
nedeniyle, çevresini ancak görerek tanır. Konumların algılanması, parmak ve
kollarımızdaki zorlamalar, keman çalmak ya da tenis oynama gibi işlemler çok karmaşık
olan yeteneklerimizden bir kısmıdır.
Duyu organları yanılabilir. Hepimizce en iyi bilineni optiksel yanılmalardır. Her
halde bunun en tipik örneği sinemanın temel çalışma ilkesini oluşturan göz yanılmalarıdır.
Resimler belli hızla gözümüzün önünden geçirildiğinde onları hareketliymiş gibi görürüz.
Bir elimizi sıcak su dolu bir kovaya, diğerini soğuk suya batırır ve sonra ikisini
birden ılık suya sokarsanız, bu ılık su, sıcak suya batırdığınız elinize soğuk, soğuk suya
batırdığınız elinize sıcak gelecektir.
Fizikte kullanılan teraziler, elektronik ölçü aletleri ve zaman ölçücüleri gibi çok
yüksek duyarlılıklı aletler de duyu organlarımız gibi yanılabilirler. Hepsinin bir duyarlılık
sınırı vardır. Nasıl ki, duyu organlarımızla algıladığımız ilk izlenimlerimizin doğruluğunu
tekrar kontrol etmek zorundaysak, fizikçiler de vardıkları her sonucun doğruluğunu
aletlerin gösterdikleri değerleri kontrol ederek sınamak zorundadırlar. Tıpkı dokunma
duyumuzun, görme duyumuzla algıladıklarımızın doğruluğuna inancımızı arttırdığı gibi,
bu tür incelikli kontroller fizikçilerin aygıtlarına güven duymalarını sağlar.
Fizikçinin doğruluğunu varsayılmadığı, doğanın yapısına ilişkinin kuralların
kontrol edilmesine kullandığı aygıtların, uzay çatalı örneğinde olduğu gibi başka başka ve
pek tanımadıkları uygulamalarda kullanılması kendisini yanıltabilir. Her ölçü aygıtının
gösterdiği değerin doğruluğu, doğa kurallarını anlayışımızın mertebesinden daha doğru
değildir. Fizikçiler bu yanılgıların nedenlerini adım adım öğrenir. Her yeni deneyde yeni
bir yanılgı nedeninin üstesinden gelmeye çalışır. Bu zamana dek, fizikçinin kurmaya
çalıştığı mükemmel bir dünya modeli, bazı çatlak yerleri olmasına rağmen, gittikçe
gelişmektedir. Bu modelin temelinde deneylerden elde edilen sonuçlar ile bunların
açıklanmasına ilişkin teoriler yatmaktadır. Teori ve deneysel veriler bir birine bağlanıp,
örülerek fizik bilimini oluştururlar.
Merak ettiklerimizi cevaplayabilmek için başlattığımız bilgi toplama sürecine
gözlem denir. Gözlem " nitel gözlem " ve " nicel gözlem " olmak üzere ikiye ayrılır. Beş
duyu organımızla algıladığımız bilgi toplama süreci " nitel gözlem ", araçlarla bilgi
toplama süreci ise " nicel gözlemdir ". Bir suyun sıcaklığını elimizle ölçmeye
kalktığımızda yaptığımız gözlem nitel gözlemdir ve kişiden kişiye değişiklik gösterebilir.
Termometre ile yaptığımız ölçme ise nicel gözlemdir ve kim yaparsa yapsın aynı sonuca
ulaşır.
Bütün ölçmelerimizde yalnızca basit bir yol üzerinde durduk. Şöyle ki, fiziksel bir
niceliğin büyüklüğünü ölçmek için – örneğin uzaklık, zaman ya da kütle – ilk önce
ölçülecek büyüklük cinsinden bir birim seçilir. Sonra bu birimden daha büyük bir niceliği
ölçmek için, bu nicelikte birimimizden kaç tane bulunduğu araştırılır. Cetvelle, saatle ya
da teraziyle genellikle yaptığımız budur. Bir birimden daha küçük olan nicelikleri ölçmek
4. için birimi eşit küçük parçalara böler ve elimizdeki nicelikleri bunlar cinsinden ölçeriz.
Bir kutunun uzunluğunu ölçüp 20 cm den biraz fazla bulmuş olalım. Santimetreyi 10 eşit
kısma bölerek artan kısmın bu birimden 3 taneyi kapsadığını görürsek, kutunun
uzunluğunun 20,3 cm olduğunu söyleriz. Bu işlemin, ölçmek istenen her uzunluk için
yapılabileceğini görmek zor değildir. Ölçtüğümüz cismin kenarındaki ya da cetvelimizin
işaretlerindeki bozuklukları yok etmek için her bölmeyi daha da küçük bölmelere
ayırabiliriz.
Bazı ölçüm sonuçlarının duyarlılığını arttırmak için daha küçük birimler
kullanmaya gerek yoktur. Örneğin, bir odadaki insanları sayma işleminde doğal birim
insanın kendisidir. Bu örnekte, birimi daha küçük birimlere bölmek söz konusu bile
değildir. Bununla birlikte, bazı fiziksel nicelikler için, doğal birim sistemleri vardır. Fakat
uzay ve zamanın böyle doğal birim sistemleri olup olmadığını bilmiyoruz; bütün
bildiğimiz böyle bir sistem varsa bile onu henüz bulamamış olduğumuzdur. Bu birimleri
bulana dek ( eğer bunu gerçekleştirirsek ) elimizdekilerle yetinmek zorundayız
Biz burada, yalnızca saymakla yapılan basit ölçü yönteminde karşılaşılan sorunlara
göz attık. Gerçekte yapılan ölçümlerde, başka tür bir sorunla karşılaşırız. Dolaylı
yöntemlerle yapılan ölçümler genellikle bazı varsayımlara dayanır. Örneğin, bir kağıdın
kalınlığını ölçerken, bütün kağıtların aynı kalınlıkta olduğunu kabul ettik. Üçgenleme yolu
ile büyük uzunlukların ölçülmesinde de, günlük hayatımızda sık sık rastladığımız, buna
benzer bir kabullenme vardır. Burada yapılan varsayım, cisimden göze gelen ışığın
izlediği yolun, bir doğru olduğudur. Üçgenleme yöntemi, ancak bu varsayım, doğru ise
kullanılabilir. Genel olarak bir tahtanın düzgün olup olmadığını, kenar boyunca bakarak
anlarız. Bu örnekte de ışığın izlediği yolun bir doğru olduğunu kabullenmiş görünüyoruz.
Kuşkusuz, bu varsayım bizi aldatabilir ve aldatır da. Bir sıcak radyatörün üst kısmında ya
da güneşte ısınmış bir yüzey üzerindeki parlaklık, ışığın izlediği yolun hiç de bir doğru
olmadığını ve her an değiştiğini gösterir. Büyük uzunlukları üçgenleme yolu ile ölçmede
güvenilir bir sonuç istiyorsak ısınmış hava içinden bakmaktan kaçınmamız gerekir.
Yeryüzünün fazla ısınmasından ortaya çıkan hava akımları nedeniyle, yıldızların çok
titreşiyor göründüğü bir gecede bir yıldızın uzaklığını üçgenleme yolu ile ölçemeyiz.
Böyle bir ölçüm için yıldızın gökte hareketsiz göründüğü durgun ve açık bir geceyi
seçmek gerekir.
Birçoğunuz, şimdiye kadar, nasıl işlediklerini tam olarak bilmeden bazı fiziksel
aygıtları kullandığımızı fark etmiştir. Kütleyi bulmak için teraziyi ve dünyanın çekim
kuvvetini kullandık. Fakat yer çekimi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Teleskop ve
telemetreleri kullandık, fakat henüz ışığı okumadık. Nasıl çalıştıklarını söylemeden, tamir
edemediğimiz saatleri kullandık. Böyle iyimser fakat düzensiz gibi görülen yöntemler
fizikçiler için olağandır. Hiç kimse bunun dışında başka bir yol izlemediğine göre böyle
yapmak belki gereklidir. Çünkü fizik, matematikten farklıdır. Biliyoruz ki, fizikçilerden
daha mantıklı olan matematikçi, evreni tanım ve ispatlar üzerine kurar.
Fizikçi matematikçiye kıyasla, bazı bakımlardan daha çok, bazılarında ise daha az
şanslıdır. Evren gözünün önündedir ve fizikçinin onu keşfetmesine gerek yoktur. Fizikçi
evreni incelerken elindeki olanaklarla yetinmek zorundadır. Bu olanaklar, duyu organları,
mantığı ve icat ettiği aygıtlarıdır. Görevini tam yerine getirebilmesi için önce, kullandığı
aygıtları iyi tanıması gerekir. Fakat işe nereden başlamalıdır? Örneğin, yer çekimi
kuvvetini anlayıncaya kadar kütle üstüne tek söz etmemesi iyi olur. Fakat, buna karşın “
kapalı kutuların “ kullanılışını öğrenir. İlk önce bu son deyimden ne demek istediğimizi
açıklayalım
Bir uçağın radyo aygıtlarının bulunduğu bölüme baktığınızı düşünün. Orada, bir
sürü siyah metal kutular görürsünüz. Bu kutuları bir birine, dış dünyaya, antene, toprağa,
güç kaynağına ya da hoparlör ve bir göstergeye bağlayan bir çok tel girer, çıkar. Eğer
5. kutunun kapağından içeriye bakarsanız çok karışık renkli teller ve elektronik parçalar
göreceksiniz. Her telin ne işe yaradığını bilmeseniz de düğmeleri çevirebilir ve belki de
aygıtları çalıştırabilirsiniz.
Okuma yazma bilmemelerine karşın 3 – 7 yaş çocuklarının bilgisayar da oyun
oynaya bildiklerini çevrenizden bilirsiniz. Bilgisayarın çalışma ilkelerini bildiklerini de
düşünmezsiniz. Bu tür denemeler bize yararlı ve anlamlı bir deyim kazandırmıştır. Nasıl
çalıştığını çözümlenmeden kullandığımız her çeşit fiziksel sisteme, kapalı kutu deriz.
Dikkatli olmak şartıyla, nasıl çalıştığını bilmesek de bir aygıtı başarı ile kullanabiliriz.
Göz, kapalı kutuya iyi bir örnektir. Fakat gözün nasıl işlediğini, örneğin karanlığı
aydınlıktan, küçüğü büyükten ve hızlıyı yavaştan nasıl ayırt ettiğini, bir çok deneysel
sınamalar sonucunda öğrenmiş durumdayız. Ayrıca, hangi koşullarda işe yarayıp
yaramayacağını da biliyoruz. Şimdiye kadar kapalı kutuya örnek olarak, mikroskop ile
karşılaştık. Mikroskopla bir saç telinin kalınlığını ölçmek için, saçı çok küçük bölmeli bir
cetvel üzerine koyarak bakarız. Normal görüş mikroskopla olsa bile, telin çapını çok iyi
ölçebileceğimize inandırır. Mikroskobu bir kapalı kutu olarak kullanıyoruz ve ona olan
güvenimiz de kullanmakla artmaktadır.
Genellikle kapalı kutuları nasıl kullanacağımızı, daha önceden bilinen şeyleri
incelemekte kullanarak buluruz. Örneğin, fotoğraf makinesinin telemetresinin nasıl
işlediğini bilmesek bile, kolayca kullanabiliriz. Telemetreyi kullana kullana öğrendiğimiz
şey, bakılan cismin görüntüsünün iki parçasının bir biri üzerine çakışmasıyla, iyi bir
fotoğraf verecek şekilde merceğin odağının otomatik olarak ayarlandığıdır. Bir kapalı
kutuyu bilinen fiziksel durumlarda kullanırken nedenini bulmasak da nasıl çalıştığını
öğrenebiliriz. Bir kez nasıl çalıştığını öğrenirsek, onu yeni ölçmelerde de kullanabiliriz.
Bu aygıtı kullana kullana, göstergenin, ölçmek islediğiniz niceliğin hangi değerine ( kapalı
kutu olsun olmasın ) karşı geldiğine karar veririz. Önceden bildiğimiz bir şeyi ölçerek
aletin kullanılışını bu şekilde öğrenmeye “ kalibrasyon “ denir. Genellikle mikro terazi ve
telemetrede yaptığımız gibi, ölçü aletlerini kalibre ederiz.
Fizik bilimi, insanoğlunun büyük bir eseridir. Hiç kimse, fizikte bilinmesi gereken
her şeyi bilemez. Hepimiz bazı kapalı kutular kullanırız. Bütün aygıtlar, hiç olmazsa
kısmen, herkese göre kapalı kutu olarak düşünülebilir. Eşit kollu terazinin çalışma ilkesi
herkesçe bilinir; fakat terazi kollarının bükülmeyecek, kefe desteklerinin düşey duracak
şekilde yapılması ve buna benzer binlerce özellik nesiller boyunca olan plan ve deneylerin
ürünüdür. Teraziyi planlayan usta ve tecrübeli bir kimse dışında, teraziyi kullanan herkes
için bunlardan bazıları kapalı kutu olarak kalır. Hatta teraziyi yapan kişi de bıçak
ağızlarının üzerine oturttuğu doğal SiO2 maddesini kapalı bir kutu olarak görür. Bu sert
maddenin özellikleri molekül yapısından ileri gelir ki bu da teraziyi yapan usta için kapalı
bir kutudur.
Mikroskobu kapalı bir kutu olarak kullandık. Fakat bunun herkes için kapalı bir
kutu olması gerekmez. İnsan yapısı şeylerin çoğu tamamen kapalı kutu olamazlar. Çünkü,
bunları birisi yapmış olmalıdır. Onlar kısmen kapalı kutu sayılırlar; çünkü içlerinde
bilmediğimiz çok şey olduğunun farkındayız.
Kapalı kutuları “ açma “ merakı fiziğin anlaşılması için gereklidir. Fakat bir kimse
kapalı kutuların ne zaman ve nerede güvenle kullanılabileceğine de hüküm vermeyi
bilmelidir. Kapalı kutulara güven; kalibrasyonla, kullanmakla, kontrol etmekle, sonunda
kapağı açarak çalışma yöntemini gözlemekle kazanılır. Bugün kapalı kutu olarak bilinen
şeyler, bir nesil sonra açılabilir; fakat bunun için, şimdiye kadar hiç görmediğimiz başka
kapalı kutuların ustalıkla kullanılması gerekebilir.
6. Belimizin ölçüsünü alan terzi mezura kullanır. Bir cismin kenarlarını cetvelle ölçeriz,
boyumuzun uzunluğunu merak ettiğimizde metre kullanırız.
Her hangi bir cismin kütlesini merak ettiğimizde terazi kullanırız.
Bir yerlere yetişmemiz gerektiğinde ya da beklememiz söylendiğinde, geç kalıp
kalmadığımızı, ne kadar beklediğimizi merak ettiğimizde saatimize bakarız.
Pazardan alış-veriş yaparken aldığımız meyva ve sebzeleri terazi ile tartarlar. Kilomuzu
merak ettiğimizde dijital terazi kullanırız.
Dikkat ettiyseniz; merak ettiğimiz bir çok şeyi bazı araçlar yardımı ile sayısal değerlere
dönüştürürüz. Yukarıda sözünü ettiğimiz olaylardaki ölçme direkt ölçmedir.
Hız, sıcaklık, ısı, akım gibi büyüklükleri de merak ederiz. İçinde bulunduğumuz aracın
hızını ölçmek istediğimizde bunun için bir kaç değeri birlikte kullanmamız gerekir.
Sıcaklığı ya da ısıyı merak ettiğimizde de aynı şey geçerlidir. Bunun içindir ki hız,
sıcaklık, ısı, akım vb. türetilmiş büyüklüklerdir. Patates tartımında olduğu gibi bir
hareketle sonuca ulaşamadığımız değerlerin hepsi türetilmiş büyüklüklerdir.
Pazar yerlerinde gördüğünüz kilo taşlarının ve kefelerin kullanıldığı terazi eşit kollu
terazidir. Bir kefeye kilo taşları konulurken diğer kefeye satın alacağımız ürün konulur.
Pazarcının yaptığı, terazinin eşit duruma gelip gelmediğine bakmaktır. Kilo taşlarını
koyduğunda terazinin dengesi bozulur ve diğer kefeye koydukları ile pazarcı tekrar
teraziyi dengeye getirir. Terazinin dengeye gelmesi bize iki kefedeki cisimlerin kütlesinin
birbirine eşit olduğunu gösterir.
Eşit kollu terazi ile yaptıklarımızı dijital terazilerle de yapabiliriz. Kilomuzu merak
ettiğimizde üzerine çıkıp göstergesine baktığımız araç dijital terazidir. Genellikle
marketlerde birşeyler satın aldığımızda da kullanılan terazi dijital terazidir.
Dijital teraziler elektrik enerjisi ile çalışırlar. Siz üzerine bastığınızda terazinin
içerisindeki sistemden ne kadar akım geçmesi gerektiğini ayarlarsınız. Bu da göstergede
bir rakama karşılık gelir. Eşit kollu terazilerle yaptığımız ölçümler daha kaba, dijital
terazilerle yaptığımız ölçümlerse daha kapsamlı değerler verirler. Kuyumcuların neden
dijital terazi kullandıklarını bir düşünün.
Zamanı ölçmede de küçük ölçmeler önemli ise saat yerine kronometre kullanırız.
Kronometreler genellikle yarışmalarda kullanılan zaman ölçen araçlardır. Yarışmalarda
zamanın ne kadar önemli olduğunu hepiniz bilirsiniz.
Görmek içinde kullandığımız araçlar vardır. Mikroskop çıplak gözle görmekte
zorlandığımız nesleleri görmemiz için cisimleri büyüten bir araçtır. Uzakdaki cisimleri
görmek için de dürbün kullanırız. Daha uzaktaki, gökyüzündeki cisimleri görmek içinse
teleskoplar bize yardımcı olurlar.
Fizik, Günlük Yaşam ve Teknoloji
Kullanılacak Yaşamdan Örnekler ( Bağlamlar )
a ) Eşit kollu terazi
b ) Dijital terazi
c ) Metre, mezura
d ) Saat, kronometre
e ) Mikroskop, teleskop, dürbün
Öğrenilecek Bilimsel Kavramlar
a ) Gözlem yapma b ) Temel ve türetilmiş büyüklükler c ) Skaler ve vektörel
büyüklükler