Presented at DK05: Open Governance event of Dugumkume - June 22, 2010 Tuesday, 19:00-21:00
Garanti Galeri – Platform Garanti (http://www.dugumkume.org/dk05)
3. köken
• 1970‘ler: Chicago Okulu: işletme
yönetişimi / corporate governance -şirketin
tüm mekanizmalarında payları bulunan
tarafların (müşteriler, yöneticiler, çalışanlar,
hissedarlar vb.), yani paydaşların
(stakeholders) katılımcı yönetimi
• 1960‘lar: “Özyönetim” (self-government /
autogestion) - “Demokrasiyi etkinleştirmek”
- “Sivil Toplum” - “Kamusallığın yeniden
keşfedilmesi”
4. kavram
• “Yönetişim” kavramı, genellikle “birlikte yönetim,”
“etkileşim içinde yönetim” tarzında
konumlanmakta olup, bu açıdan, özyönetim
anlayışının gelişimiyle yakından ilintilidir.
• “Yönetişim” etkileşimli bir yönetim organizasyonu
olarak konumlanmaktadır. Katılımcı politikalarla
toplum içerisinde en kapsamlı uzlaşıyı sağlayacak
topluluk merkezli bir yönetim anlayışını temsil
eden “yönetişim” kavramı; özyönetim hareketinin
“demokrasinin etkinleştirilmesi” idealini,
günümüzün ağ biçiminde örgütlenen sosyo-
ekonomik ilişkilerine uyarlamaktadır.
5. kavram
• Michel Foucault’nun, “yönetim” (gouvernement) ve
“zihin /anlayış” (mentalité) kavramlarını ilişkiye sokan
“yönetimsellik” (governementality / gouvernementalité)
kavramı ve “yönetim sanatı”nın tarihi
• “Siyasi aklı” temsil eden yönetim sanatı, ekonominin
etkililik ve verimlilik hedeflerini de kapsayarak
içselleştirmektedir ve bu dönüşümün temel dinamiği
“bilgi”dir.
• “Yönetimsellik”, siyasi akıl ve bu akıldan türeyen
yönetim teknolojileri (stratejiler, teknikler, işlemler ve
süreçler) yoluyla “gerçekliği” temsil etme, çözümleme
ve yeniden düzenleme, yani “yönetme” anlamını
taşımaktadır.
6. kavram
• “Yönetim sanatı”nın temelinde bilgi, özellikle de
ekonomi politika bilgisi vardır.
• Ulus-devletleri ortaya çıkaran süreçte, devletin,
artık üzerini kapladığı topraktan çok, bu toprak
üzerinde yaşayan nüfusun, bu nüfus içerisindeki
ekonomik-politik ilişkilerin bilgisini yönetimin
hizmetine vermesi önemli bir rol oynamıştır.
Küreselleşme süreci içerisinde bu ekonomi politik
bilgisinin giderek artan bir biçimde paylaşıma
açılması ise, aynı ulus-devletlerin egemenlik alanını
dönüştürmüştür.
• Bilginin paylaşımı, iktidarın paylaşımıdır.
7. kavram
• Artık paradigma değişmiştir.
• “Yer” (territory), “merkez”, “kimlik”, “uzaklık” vb. kavramlar
anlam kaymasına uğramış, akışların, bağlantıların ve hızın
egemen olduğu ağ biçimi yapılanmalar ortaya çıkmıştır.
• Orduya sahip olma, para basma ve vergi salma temel
nitelikleriyle konumlanan ulusal devlet egemenliği, NATO,
Euro, küresel vergi işbirliği gibi oluşumlarla derin bir
dönüşüm geçirmektedir.
• Mali piyasaların serbestleşmesi, uluslararası sermayenin
dolaşım yeteneğinin artması, ulusaltı (subnational)
yönetimlerin (bölgesel ve yerel yönetimler) giderek daha
otonom hale gelmesiyle siyasal iktidarın geleneksel
temelleri erozyona uğramaktadır.
8. kavram
• Ulus-devlet tarih sahnesinden kalkmak üzere midir?
• “İktidar” kavramının kendisi dönüşüme uğramakta,
“yönlendirme” (steering) ve “paylaşım” gibi
kavramlarla sıkı bir bağlantı içerisine girmektedir.
• “Yönetişimin ortaya çıkışı, ilk bakışta sanılacağı gibi
devletin çöküşünün bir kanıtı değil, daha ziyade
devletin dış değişimlere uyum gösterme
yeteneğinin bir sonucu olarak
değerlendirilmelidir.” (Jon Pierre)
• Bilgi paylaşımı yönetebilirliğin koşulu haline
gelmektedir.
10. formel tanım
• “Küreselleşme yönetişimi yalnızca etkilememekte, onun tarafından
etkilenmektedir de. 1997-99 krizi gibi büyük finansal krizlerin sıklıkla
gündeme gelmesi, karşılıklı bağımlılığı sınırlayacak ve ekonomik
küreselleşmeyi tersine çevirecek eğilimlerin yaygınlaşmasına yol açabilirdi.
Küreselleşme ile artan kaotik belirsizlik, daha yüksek refah düzeyine
ulaşmak için ödenmesi gereken bir bedel olarak insanlara fazlasıyla yüksek
gelmektedir. Küreselleşme, yol açtığı ekonomik ve sosyal sorunlar etkili bir
tarzda yönetilemezse, mevcut biçimi içerisinde sürdürülebilir olmayabilir.
Tam bir ‘laissez-faire’ anlayışı, uzun vadede, küreselleşmeye dar görüşlü bir
cevap olacaktır. (...) Yönetişim, hem kabul edilebilir kamu davranışı
standartlarının üretilmesini, hem de davranışsal düzenliliklerin bu
standartlar çerçevesinde geliştirilmesini sağlayan, ilkeler, normlar,
kurallar ve süreçlerin kabulüne referansta bulunur. Yönetişim, bu
biçimde tanımlandığında, yalnızca hükümetler tarafından değil, uluslararası
örgütler, özel sektör kuruluşları, bu kuruluşların oluşturduğu birlikler, sivil
toplum kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu birliklerin
katılımıyla hayata geçirilir.” (Robert O. Keohane - Joseph S. Nye., Jr., Governance
in a Globalizing World, 2000)
11. sorun
• Bu konumlama ve “formel” tanım, “yönetişim” kavramının
kullanımıyla ilgili sorunların da kaynağı hakkında bazı ipuçları
sunmaktadır.
• Küreselleşmenin olumsuz sonuçlarının belli bir dereceye kadar
(yani küçük ölçekli ama “etkili” bir tarzda) yönetilmesi gerektiği,
yoksa “mevcut biçimiyle sürdürülebilir olmayacağı” vurgusu,
kuşkusuz bunun “nasıl” ve “kim” tarafından yapılacağı sorusunu
da akla getirmektedir.
• Geliştirilen yönetişim tanımının formel ölçütü olarak sunulan “kabul
edilebilir” standartlar da, bu standartların “kim” tarafından
konulacağı ve “kimler” tarafından “nasıl” kabul edileceği sorusuna
yol açmakta; ayrıca sürece dahil olan “taraf”ların (hükümetler, özel
sektör, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları) her birinin
nitelikleri, güçleri, “katılım” tarzları ve “ne kadar” katılacakları
konusunda, tam da küreselleşmenin genel atmosferi göz önüne
getirildiğinde oldukça haklı kuşkular uyanmaktadır.
12. “yönetişim”(ler)
Geliştirilen çeşitli teoriler, aynı zamanda
yönetişimin farklı uygulama alanlarıyla da
bağlantılıdır. Bu uygulama alanları en temelde
şöyle konumlanabilir:
• İşletme yönetişimi (corporate governance)
• Uluslararası rejimler, uluslararası kuruluşlar ve
ulusüstü kurumlar (dünya çevre sorunları, dünya
ticaret ilişkilerinin düzenlenmesi, uluslararası
uyuşturucu ticareti, küresel vergi işbirliği vb.
faaliyet alanlarında “küresel politika”
yönetişimi)
13. “yönetişim”(ler)
• Ekonomik ve siyasal “iyi yönetişim” alanı
(Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın
(UNDP) “kalkınma ekonomisi” eksenli yaklaşımı,
Dünya Bankası’nın özel sektör ve sivil toplumun
güçlendirilmesi esaslı “başarı öyküleri”)
• Yeni Kamu Yönetimi (New Public Management
– NPM) (iş dünyasının yönetim modelleriyle
kamu yönetiminin giderek iç içe girdiği, kamu
sektöründe özelleştirmeler sonrası gelişen,
“verimlilik” ve “etkililik” temelli kamu yönetim
anlayışı)
14. “yönetişim”(ler)
• Uzlaşıya dayalı sosyal yönetişim alanı (birlikte
yönetişim) / ağ yönetişimi (ağ biçimi
yapılanmalar, ortaklıklar, paydaşlıklar ve etkileşim
temelinde yatay ve gayri merkezi koordinasyon
uygulamaları – kent, bölge, sektör, hukuksal
düzenleme, çeşitli karar verme ve politika üretim
mekanizmaları gibi alanlarda yönetişim)
• Açık (Ağ) Yönetişimi...
Bu karmaşayı anlamlandırabilmek için, farklı
yönetişim anlayışlarının demokrasiyle
kurdukları ilişkiyi ortaya koymak gerekir.
15. saptama
• Kurumsal, ulusal veya uluslararası, kamu yönetimi ve
“iyi” yönetişim alanlarındaki teorilerin ortak noktası,
yönetişimin kendisinden çok sonuçları üzerinde
odaklanmalarıdır.
• Yönetişim “iyi”dir, çünkü ekonomik, sosyal ve siyasi
kalkınmayı doğurur.
• Oysa, tümüyle formel bir açıdan bakıldığında bile,
sonuçları görece “iyi” olan uygulamaların, her zaman “iyi
politikalar” anlamına gelmediği, kendi başlarına doğru
stratejiler geliştirmeye yetmeyeceği; değişime uyum
yeteneğini abartarak değişimin niteliğini gözden
kaçırdığı; ulusal yapıların farklılığını göz ardı ederek genel
geçer modeller konumlamaya çalıştığı söylenebilir.
16. yönetişim: “iyi” mi?
• “İyi yönetişim” anlayışının etkili yönetim ve
verimlilik hedefleri, yönetişimin demokratik
niteliğinin önünde gelmektedir.
• Demokrasi, iyi yönetişimin meşruiyet kaynağı,
önerilen ekonomik politikalara kamuoyu desteği
sağlayacak bir araç olarak değer kazanmaktadır.
• “Yönetişim, eylem alanı devlet tarafından
gerçekleştirme yeteneğine sahip olduğu kadarıyla
sınırlandırıldığı ölçüde iyidir. Demokratik karar
verme alanı, pazarın ihtiyaç ve beklentileriyle
sınırlandırılır.” (Paul Hirst, Debating Governance:
Authority, Steering and Democracy, 2000)
18. ağ yönetişimi
• Ağ biçimi yapılanmalarda gayri merkezi koordinasyon
arayışlarından doğan uzlaşıya dayalı sosyal yönetişim alanı ise,
genellikle “ağ yönetişimi” (network governance) olarak
adlandırılmaktadır.
• Ağ yönetişimi, ağdaki düğümleri oluşturan ortaklıklar,
paydaşlıklar arasındaki iletişim yoluyla ulaşılan bir uzlaşı
temelinde, gayri merkezi ve yatay koordinasyon
mekanizmalarıyla işleyen bir etkileşim modelini ortaya
koymaktadır.
• Paydaşlar, yönetişime konu olan ağ yapılanmasına göre (kentler,
bölgeler, sektörler, karar verme mekanizmaları, politika üretim
ağları, kanun yapma süreçleri vb) farklılık gösterebilir (sendikalar,
sektörel ya da ticari birlikler, işletmeler, çeşitli düzeyde sivil
toplum kuruluşları, yerel otorite temsilcileri, sosyal girişimciler,
sosyal topluluk oluşumları, sivil inisiyatif platformları vb.).
19. ağ yönetişimi
• Ağlar, kendini örgütleyen, dolayısıyla otonom ve özyönetime
sahip, kendi politikalarını ve çevre ilişkilerini kendileri
oluşturma eğilimde olan, örgütlenmeler arasındaki karşılıklı
bağımlılık ilişkisiyle karakterize edilen yapılanmalardır.
• Ağlar, bürokrasi tarzı hiyerarşik örgütlenmelere ya da pazar
koşullarına tabi çıkar temelli örgütlenmelere alternatif
oluşturan bir sosyal koordinasyon biçimidir.
• Ağ biçimi yapılanmalar arasındaki yatay koordinasyon, ilgili
tarafların katılımını kolaylaştırmakta ve sosyal yarar
katsayısını artırmaktadır.
• Ağlar, özyönetim yeteneğinin hayata geçirilebilmesi için bir
yakınsama (convergence) noktası olarak önemli bir işlev
yüklenmektedir.
20. ağ yönetişimi
• Ağ yönetişiminin baskın yönelimi koordine edilmesi
gereken birbirine bağlı çıkarlar etrafında buluşmak,
etkileşim biçimi ise kamu aktörleri, özel sektör ve
sivil toplum paydaşlarının çoktaraflı anlaşmalarıdır.
• Ağ yönetişimi özü gereği gayri merkezi, yatay
koordinasyona dayalı, esnek ve katılımcı bir yönetsel
modeldir.
• Bir ağın ancak onu oluşturan düğümler arasındaki
karşılıklı ilişki ve etkileşim imkanı sayesinde mümkün
olabilmesi gibi, ağ yönetişimi de ancak onu oluşturan
paydaşlara sunduğu demokratik katılım ve işbirliği
imkanları ölçüsünde hayat bulabilir.
21. ağ yönetişimi: sorunlar
• Ağ biçimi yapılanmaların çeşitliliği ve değişkenliği, hızlı
oluşum ve dönüşüm yetenekleri, sosyal öğrenme
süreçlerini güçleştirerek demokrasi açısından bazı
sorunlar da ortaya çıkarabilmektedir.
• Ağ biçimi yapılanmaların genellikle yerel ölçekte etkili
olması ve üyeleri dışındaki katılımlara pek izin vermemesi,
bir başka sorun kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır.
• Bu sorunlara, pazar koşullarının ağ biçimi yapılanmalara
egemen olmasının güven, işbirliği ve karşılıklı bağımlılık
ilişkisinin altını oyma tehlikesi taşıması da eklenebilir.
• Ancak, burada incelediğimiz yönetişim tarzları arasında
demokrasi açısından en geliştirilebilir olanının ağ
yönetişimi olduğu da açıktır.
22. açık ağ yönetişimi
• Bu sorunların çözümü, “açık sistemler”de
yatmaktadır.
• Yani “ağ yönetişimi”, açıklık ve şeffaflık, sorumluluk
ve hesap verebilirlik temelinde konumlandığında,
demokrasiyi etkinleştirebilir.
• Burada açık olması gereken, yönetsel mekanizmanın
kendisidir; katılımcılar değil. Yani ağ yönetişimi,
katılımcı vatandaşları dinlemenin, gözetlemenin,
denetlemenin aracı kılınmamalıdır.
• Tersine, kamu yönetiminin kendisi ve yönetsel
mekanizma vatandaşlara şeffaf olmaldır. Bu şeffaflık
etkin katılımın garantisini sağlayacaktır.
23. açık ağ yönetişimi:
birleşimsel demokrasi
• Artık ne tek bir bütünsel “yönetim” ne de yönetilecek tek bir
bütünsel “halk” (demos) olmadığı gerçeğinden hareketle,
devlet egemenliği ve halk egemenliğinin aynı siyasi mekan
içerisinde gerçekleşebileceği fikrine doğru ilerlemek
yerinde olacaktır.
• Paul Hirst, bu yeni demokrasi anlayışını “birleşimsel
demokrasi” (associative democracy) olarak
adlandırmaktadır.
• Demokratik yönetişimin görevi, bir yandan yönetimi
demokratik katılımı meşru temellerde konumlayacak bir
tarzda yeniden yapılandırmak, diğer yandan sivil toplumu
siyasallaştırarak anayasal hukuk düzeninde açık seçik bir
biçimde tanımlanmış demokratik özyönetim birliklerine
dönüştürmektir.
25. bilgi edinme hakkı
• Bilginin, yani iktidarın paylaşımı, katılımcı demokrasinin de
temellerinden birini oluşturmaktadır.
• Bilgi paylaşımı, bilginin sınır tanımadan, özgürce yayılmasını
gerekli kılmaktadır.
• Ağ yönetişimi, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sunduğu olanakları
kullanarak yeni toplumsal ağ yapılanmalarına en uygun katılım
platformunu oluşturmaktadır.
• Ağ yönetişimini demokratik bir temelde konumlayacak, gerçek bir
kamusal uzlaşıyla güçlendirecek olan, teknolojik ya da kurumsal
altyapı değil, öncelikle demokratik hukuk devleti ilke ve normlarına
uygun bir hukuksal altyapıdır. Bu hukuksal altyapının ilkesel
önceliği ise, “bilgiye erişim hakkı”dır.
• Vatandaşlara ve sivil toplum kuruluşlarına kamu bilgilerine erişim
hakkı tanınmaksızın, ne demokratik katılımdan, ne de kamu
yönetiminin şeffaflığından söz edilemez.
26. mahremiyet
• “Bilginin sınır tanımadan paylaşılması” ilkesine dayanan bilgi
ve iletişim özgürlüğü kavramı, özellikle bilgi ve iletişim
teknolojilerinin hızlı gelişimiyle, “özel hayatın gizliliği” anlamında
“mahremiyet” kavramıyla belli bir çatışma yaratmıştır.
• Özel hayat, bireylerin tüm dış etkilerden ve baskılardan uzak,
kendi başına özgürce faaliyetlerini sürdürdüğü ve dokunulmazlığı
bulunan yaşamsal bir alandır.
• Bilgi ekonomisi ve bilgi toplumunun gelişimi için zorunlu koşul ve
aynı zamanda temel bir insan hakkı olan bilgi ve iletişim
özgürlüğü, bireysel mahremiyetin güvencesi olarak kişisel
verilerin korunması ve gerek kişi gerekse kamu güvenliği için
zorunlu olan bilgi güvenliği kavramlarının hukuk devleti ilke ve
kuralları uyarınca dengeli bir biçimde düzenlenmesi şarttır. Bu üç
kavramın herhangi birini abartan veya azımsayan bir düzenleme
anlayışı temel hak ve özgürlüklerin tümünü tehlikeye sokacaktır.
27. denge
• Devletin yurttaşlarıyla kulluk temelinde bir ilişkiyi dayatmasının ve
kendini yüceltmesinin bir göstergesi olan gizlilik tavrı, genellikle
“ulusal güvenlik” gibi “hassas” gerekçelerle meşrulaştırılmaya
çalışılmakta ve aslında “yurttaşlara duyulan güvensizliğin” en
temel ifadelerinden biri olmaktadır.
• Bilgi özgürlüğü ile ilgili hukuksal çerçeve, ulusal bilgi güvenliği
konusunda açık bir hukuksal yaklaşımla dengelenmelidir.
• Ancak, bu noktada ulusal egemenliğin koruma altına alınması
amacı temel gerekçeyi oluşturmalı ve ulusal bilgi güvenliği ile ilgili
düzenlemeler, aslında ulusal güvenlikle ilgili hassas bilgilerin
uluslararası standartlarda ve çağdaş dünyanın gereklerine uygun
olarak sınıflandırıldığı bir yasal çerçeve sunmalı, yurttaşlardan
bilgi kaçırmanın, devleti kapalı bir devreye dönüştürmenin ya da
onları fişleyerek, denetleyerek, izleyerek temel hak ve özgürlükleri
ortadan kaldırmanın aracı kılınmamalıdır.
28. soru / cevap
• “Bilgi toplama ve dağıtma altyapıları bireylerin
mahremiyetini delerken yönetimlerin veya
"sistemlerin" mahremiyetine dokunmuyor. Bir
yönetim kendi kendine şeffaflaşabilir mi? Şu
anda şeffaflaşması için neler yapılıyor, gelecek
için neler yapılabilir?”
• Hiç bir yönetim “kendi kendine” şeffaflaşmaz;
bu, ancak yönetimlerin kendi içine kapanma
eğilimi demokratik katılım zoruyla aşındırılarak
yapılabilir. Demokratik zor kullanılarak... Ağ
yapıları bu yolda önemli imkanlar sunabilir...