SlideShare ist ein Scribd-Unternehmen logo
1 von 11
AİLE İÇİNDE ÇOCUK VE GENÇLERİN DURUMU
       1. Giriş
       Yaşamın özel bir dönemi olarak kabul edilen çocukluk, “insanın doğumuyla birlikte başlayan
ve onun, yetişkin yaşamın gereklerine uyum sağlayabilecek büyüme ve olgunlaşmaya erişmesi ile son
bulan bir dönemi” ifade eder. Çocuklar, bu özel dönemde olmaları nedeniyle özel olarak bakılıp
gözetilmeleri gereken bireylerdir.

       Özellikle Aydınlanma çağından sonra dünya konjonktüründe yaşanan bazı gelişmeler, çocuk ve
çocukluğun özel bir ilgi ile ele alınıp tanımlanması ile sonuçlanmıştır. Günümüzde ulusal ve uluslararası
politikalarda, çocukların içinde bulundukları dönemin özelliklerine göre yetiştirilmesi konusunda ortak
bir anlayışa ulaşıldığı görülmektedir.

       Öte yandan son yıllarda, çocukluktan yetişkinliğe geçişte yaşanan güçlüklerin, bir diğer ilgi
alanını oluşturduğu ve çocukluk ile yetişkinlik arasında yer alan “gençlik dönemi” üzerinde çok sayıda
çalışma yapıldığı dikkati çekmektedir.

       Bilindiği gibi, çocukluğun bitip yetişkinliğe geçilen dönem, yaşamsal bir kesintiyi değil bir kaç
yıl süren ve bireyin yetişkin yaşamın gereklerine hazırlandığı bir dönemi kapsamaktadır. Literatürde
kısaca “gençlik dönemi” olarak adlandırılan bu dönemde, kişi ne yetişkindir ne de çocuk. Dönemin bir
hazırlık dönemi olması, bireyin fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa ulaşmakla birlikte ekonomik
olgunluğa ulaşamamış olması ve yetişkin yaşamın gereklerini yerine getiremeyecek durumda olması
nedeniyle bu döneme özel bir önem atfedilmekte, birçok ülkede “gençlik dönemi”nde bulunan kişiler
ayrı yasa ve kurallarla korunmaya ve desteklenmeye çalışılmaktadır.

       Kısaca gençlik dönemi bireyin halen ailesi içinde yaşadığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu
durum, toplum içinde      tıpkı çocuklar gibi korunması ve desteklenmesi gereken bir diğer grubun
varlığına işaret eder ve dikkatlerin o yöne çekilmesini sağlamıştır.

       Bununla birlikte son yıllarda dünya üzerinde yaşanan gelişmeler çocuk ve gençlere yönelik
bakım, koruma ve destekleme hizmetlerinin yerine getirilmesinden kimin sorumlu olduğu konusunu
tartışma gündemine taşımakta, sosyal devlet anlayışının değişmesi ile birlikte bu yöndeki sorumluluğun
daha çok ailelere aktarıldığı dikkati çekmektedir.

       Özünde, çocuğun korunması ve yetiştirilmesi, her dönemde toplumların gündeminde yer
almıştır. Ancak tarihin ilk devirlerinde, “çocuğun korunması esas olarak aileye ait” olup, çocuğun
yetiştirilmesi, ana-babanın ahlaki görevi sayılmış daha sonra devletlerin ortaya çıkması ve aileler ile
devlet arasında işlevleri açısından bir işbölümü yapılmasıyla birlikte yeni düzenlemeler yoluna
gidilmiştir.

        Buna göre, çocuğun bakımı ve yetiştirilmesinden birinci derecede aile sorumludur. Devlet ise,
çocuğun ana babasından yardım talep etmesi aşamasında, bireyin bu haklarını uygun bir biçimde
kullanabilmesini sağlamak için devreye girer. Burada, devletin görevi, birinci olarak, çocuğun
korunması ile ilgili bir sorundan haberdar olduğunda, çocuğun güvenliğine özen göstermek bakımından
ana-babayı desteklemek ve denetlemek; ikinci görevi ise çocukların yetenekleri doğrultusunda
gelişmelerini güvence altına almak, onların ekonomik ve sosyal refahını sağlamaktır. Yani çocuğun hem
ana-babasına karşı haklarının korunması hem de topluma karşı haklarını düzenleyen kuralların
işlemesinin sağlanması devletin görevidir.

        Bununla birlikte, özellikle son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan “küreselleşen yoksulluk”
nedeniyle sosyal devlet anlayışının değiştiği ve devletin görevlerinde kısıtlamalara gidilerek, çocuk ve
gencin yetiştirilmesi konusundaki birincil sorumluluğun yeniden ailelere devredildiği görülmektedir.
Oysa yoksulluk olgusu üzerine yapılan tüm çalışmalar, “ailelerin kendi yoksullukları ile başa çıkmak
için çocuklarını kullandıkları” gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda aileler, çocuklarının bakımı
ve yetiştirilmesi konusunda gerekli temel fonksiyonlarını bile yerine getirememekte ve bunun bir
sonucu olarak da, aile içinde büyüyerek “genç” olan bireylerini de (yetişkin yaşama hazırlanmak, iyi bir
iş ve meslek edindirmek vb. konularda) yeteri kadar destekleyememektedirler.

        Öte yandan son yıllarda çocukların bakım ve yetiştirilmesi konusunda birtakım toplumsal
düzenlemeler yapılmışsa da, özellikle ülkemizde henüz gençlerin yetişkin yaşama hazırlanmalarını
destekleyebilecek toplumsal ve yasal düzenlemeler de oluşturulmamıştır. Bu durumda, özellikle gençler,
toplumsal bir boşluk içinde kalmakta henüz yeteri kadar olgunlaşamadan ve gerek ekonomik gerekse
psikososyal gelişimleri açısından gerekli donanımları tamamlayamadan yetişkin yaşama dahil
olmaktadırlar.

         Böylelikle aile içinde doğan çocukların, çocuk olmadan genç, genç olmadan yetişkin olduğu ve
özellikle ülkemizde evlenip anababa olduğu görülmektedir. Bu durum kendi kişisel gelişimini
tamamlamamış anababa ve çocuklardan oluşan yeni bir toplum yaratmakta, bakım, barınma, beslenme,
fiziksel, psikososyal ve kültürel gelişim açısından risk altında olan yeni bir nesilin çoğalarak artmasına
yol açmaktadır.

        Kuşkusuz bu gelişme, kendi beraberinde devletin aileye karşı görevlerini ne derecede yerine
getirdiğinin ve devletin sorumluluğunun sorgulanması ve aileye yönelik politikaların ele alınarak aile
içinde çocuk ve gencin durumunun irdelenmesini zorunlu kılmaktadır.


2. Tanımlar
2.1. Çocuğun Tanımı
        Çocuk ve çocukluk kavramını, ilgilenilen bilim dalına uygun olarak farklı şekillerde

tanımlamak mümkündür. Biyolojik olarak çocuk, bebeklik çağı ile ergenlik çağı arasındaki gelişme
döneminde bulunan insandır. Bedensel ve ruhsal olgunluğu tamamlayamamış belli yaşa kadarki
insan, çocuk olarak nitelendirilmektedir.

     Birleşmiş Milletlerin 1989 yılında kabul ettiği Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 1.
Maddesine göre; “daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk
sayılır” denilmektedir. Bunun nedeni, 18 yaşın, pek çok ülkede kişinin vatandaşlığa geçtiği ve
yaşamını etkileyen yasa ve politikaların belirlenmesi için oy kullanma hakkını aldığı yaş olmasıdır.
Dolayısıyla evrensel olarak çocuk, -oy hakkına sahip olması anlamında- vatandaş değildir ve siyasi
gücü yoktur.


2.2. Gençliğin Tanımı

       Birleşmiş Milletler Teşkilatının yaptığı tanıma göre, “genç 15-25 yaş gruplarında bulunan,
öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan ve kendine ait konutu bulunmayan kişidir”
       Bir diğer tanıma göre ise, “gençlik, çocukluk ile erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal
olgunlaşma ve yaşama hazırlık dönemidir.” Gençleri ve gençlik dönemini ayrıntılı tanımlayan bir
diğer tanım ise şöyledir: “Gençlik dönemi, bireyin biyolojik ve duygusal süreçlerindeki
değişikliklerle başlayan, cinsel ve psiko-sosyal olgunluğa doğru gelişmesi ile süren ve bireyin
bağımsızlığını ve sosyal üretkenliğini kazandığı belirlenmemiş bir zamanda sona eren kronolojik bir
dönemdir”

       Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere, gençlik dönemi bireyin halen ailesi içinde
yaşadığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu durum, toplum içinde tıpkı çocuklar gibi korunması ve
desteklenmesi gereken bir diğer grubun varlığına işaret eder ve dikkatlerin o yöne çekilmesini
sağlamıştır.


2.3. Aile Tanımı ve Aile Fonksiyonları
     Günümüze kadar uzanan tarihsel süreç incelendiğinde, aile tanımının çeşitli kategoriler içinde
ele alındığı, ailenin toplumun temeli olduğu yönündeki görüşe dokunulmadan farklı kalıplar içinde
tanımlandığı dikkati çekmektedir.

     Güncel bir tanımla aile, “evlenme, kan veya evlatlık edinme bağıyla birbirlerine bağlanmış,
aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, oynadıkları çeşitli roller çerçevesinde (karı-koca, ana-
baba, evlat-kardeş) birbirlerine etki yapan, kendilerine has bir görgüyü yaratıp kuşaktan kuşağa
devam ettiren insanlar topluluğudur”.

    Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Aile Özel İhtisas Komisyonu Raporunda (DPT 2001)
aile, ana-baba-çocuklar ve tarafların kan akrabalıklarından oluşan ekonomik ve toplumsal bir birlik
olarak tanımlanmaktadır.

    Bütün bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, tüm toplumlarda evrensel ve toplumun çekirdeği
olarak kabul edilen ailenin, varolmasını ve devamlılığını sağlayan farklılıklar toplumsal ve
ekonomik koşullardaki farklılıklarla ilgilidir. Bütün sosyal kurumlar gibi aile de, önce üretim
ilişkileri, ekonomik düzen gibi alt yapı değişkenlerinden ve daha sonra da toplumun tüm kurumsal
düzeninden etkilenir. Kısaca farklı gelişmişlikteki farklı aile tipleri, bu etkilenmeden ortaya
çıkmaktadır.

    Bununla birlikte aile kendisini şekillendiren toplum için bazı fonksiyonları yerine getirir.
Bunlardan kişiye ve topluma hizmet gibi bazı fonksiyonlar mikro düzeyde, toplumun tüm yapısını
etkileme ise makro düzeydeki fonksiyonlardır. Aile, bu fonksiyonları aracılığıyla, toplum içinde
çocuk ve gencin yetiştirilmesi sorumluluğunu yerine getirir ve toplumun devamlılığını
sağlamaktadır.

    Kurum olarak aile, toplum/doğa dengesi kurmada önemli bir işleve (üreme) sahiptir ve diğer
toplumsal kurumların oluşumunda olduğu gibi ailede de, genellikle bireyler arası ilişkilerin
ahlaksal, töresel ve normsal boyutta düzenlenmesi gereklidir. Aile ile ilgili bu normlar da zaman
içerisinde değişim göstermektedir.

    Bununla birlikte genel olarak aile fonksiyonları biyolojik, ekonomik, sevgi, koruma,
sosyalleştirme, eğitim ve boş zamanları değerlendirme başlıkları altında sınıflandırılmaktadır.

    Sağlıklı aile düzeni, ailenin gereksinmelerini doğal olarak karşılarken aile düzeninde aile
üyelerinin hepsi görev ve sorumluluklarını doğal olarak yerine getirirler; aralarında olumlu
duygusal bağlar vardır. Sağlıklı aile düzeni içinde, ana-baba da dahil, herkes duygusal ve
bilinçlenme yönünden sürekli bir gelişim içindedir. Aile, kendi üyelerini değerli bulur ve aile
üyeleri benlik değerlerini olumlu yönde geliştirir. Aile, toplumla ilişkisini dengelemiştir; ne
toplumdan kopar, ne de toplumun baskısına tümüyle boyun eğer. Kısacası, sağlıklı aile, insanların
psikososyal yönden olgunlaşmasını sağlayan temel sosyal bağlamı oluşturur.

    Her ne kadar bilinen tüm toplumlarda aile biçimi ve onun toplumla ilişkileri farklılık
göstermekteyse de biyopsikososyal bir varlık olan bireyin yaşamında ailenin önemi tartışmasızdır.
Çünkü aile, bireyin ihtiyaçlarının karşılanabileceği en doğal ortam olduğu gibi üyelerinin
gereksinimlerini ne kadar karşıladığı, başarısının da bir göstergesidir. Ailenin bilinen
fonksiyonlarını yerine getirip getirememesi toplumsal yaşamın dengesi, düzeni ve bunların
sürekliliği ile de yakından ilgilidir. Fonksiyonel olamayan bir aile hem üyeleri hem de toplum için
mutsuzluk kaynağıdır. Ancak ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesi birçok iç ve dış faktörle
bağlantılıdır.

     Son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizler aile kurumunu da etkilemiş ve aile
belirli dönüşümler yaşamıştır. Dolayısıyla her ne kadar son yıllarda yapılan tüm Dünya
Konferanslarında ailenin önemi üzerinde durulmakta ve yoksullukla mücadele önlemleri
alınmaktaysa da; bugün özellikle yoksulluk ve işsizlik gibi temel ekonomik sorunlarla mücadele
etmek zorunda kalan aileler, aile fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremeyen, çocuklarının tam
olarak sağlıklı bir biçimde yetişmesini sağlayabilecek koşullara sahip olamayan ailelerdir. Ailelerin,
içinde bulundukları topluma ve yetiştirdikleri çocuklarına karşı sorumluluklarını tam olarak yerine
getirebilmeleri ise, onların toplum içinde sahip oldukları olanaklar ile yakından bağlantılıdır ve
yoksulluğun, işsizliğin ve gelir dağılımı dengesizliklerinin bu kadar yoğun yaşandığı bir dünyada,
ailelerin bu sorunları kendi güçleri ile aşmaları imkansızdır.

     Bu    durumda    aile,   temel   işlevlerinden   olan   “çocuk    yetiştirme”    görevini   yerine
getirememektedir. Aileler üzerine yapılan tüm araştırmalarda, ana-babaların bazı özelliklerinin
çocuk yetiştirme konusundaki tutum ve davranışlarını etkilediği ortaya konmaktadır. Bunlar;
anababanın yaşı ve sağlığı gibi fiziksel özellikleri olabileceği gibi, anababanın birbiri ile ilişkileri
ve kendi yetiştirilme tarzları ile iş ve toplumsal yaşamdan kaynaklanan etkiler ve iflas, boşanma,
hastalık gibi aileyi örseleyen yaşam olaylarıdır. Görüldüğü gibi erken yaşta anababa olmaktan
başlayarak, fiziksel sağlık, iş-işsizlik, karı-koca ilişkileri vb. gibi tüm değişkenler, sağlıklı ve
örgütlü toplumlarda daha kolay aşılabilecek güçlüklerdir. Oysa, toplumsal güvenlik ev destek
sistemlerinin tam olarak kurulamadığı, ülkemiz gibi toplumlarda, yaşanan her olay, ailenin
işlevlerini bozan bir başka travmaya neden olmaktadır.

    Bu durumda aile içindeki çocuk ve gençlerin gereksinimleri karşılanamadığı gibi, “hayatla başa
çıkma yollarını    da, ailede ve öncelikle de ana babalarından öğrenen” çocukların, toplumsal
yaşamda varolmaları ve uyum sağlamaları da zora girmektir. Çocuk ve gençlerin fiziksel ve ruhsal
sağlıkları, eğitim ve yaşama hazırlanmaları, sorunları ve bu sorunları çözme biçimleri ile ailenin
durum ve tutumu arasında büyük bir ilişki söz konusudur.

    Öte yandan, gerek aile içinde çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi gerekse ailelerin görevlerini
yerine getirirken toplumsal örgütlerle desteklenmesi konusunda devletin yerine getirmesi gereken
ödevler bulunmaktadır.

    Bu nedenle 19. yüzyılda gündeme gelen sosyal devlet ve devletin ailelere karşı görevleri bu
aşamada tekrar değerlendirilmesi gereken bir oluşumdur. Tarihsel süreç içinde sadece ailenin
üyelerine karşı rol ve fonksiyonlarında değil, devlet ve aile ilişkilerinde de önemli değişiklikler
olduğu görülmekte ve ailenin işlevlerinde farklı devlet yapıları içinde farklı paylaşımlara gidildiği
dikkati çekmektedir.


3. Dünyada ve Ülkemizde Aile Politikaları
    Son yıllarda üretilen tüm uluslararası belgelerde, özellikle çocukların yetiştirilmesi ile ilgili
konularda öncelikle ailenin sorumluluğu üzerinde durulmuş; devlete ise aileye “ulusal durum ve
olanaklar ölçüsünde” yardımcı olması görevi verilmiştir. Burada sözü edilen, toplumlardaki işsizlik,
yoksulluk, istihdam, gelir dağılım dengesizlikleri, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel
sektörlerde sunulan hizmetlerin niteliği gibi altyapı sorunlarını çözmenin uzun zaman ve kaynağa
gereksinimi olduğu ve bu nedenle devletin aileye, ailenin anababalık görevleri konusunda eğitilmesi
gibi destek projeleriyle yardımcı olmasıdır.

    Kuşkusuz bu yaklaşım, son yıllarda gelişen sosyal refah devletinin çöküşü ile ilgilidir ve ne
yazık ki üretilen bu yaklaşım sorunu çözmekten uzaktır. Çünkü, anababalık görevlerinin yerine
getirebilmesi de, ekonomik durum ile yakından alakalıdır ve işsizlik, yoksulluk, göç vb. oluşumlar
ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesini engellemektedir. Ayrıca değişen ve gelişen toplum yapısı
içinde, ailenin giderek çekirdek aileye dönüşmesi, onun eğitim, üretim, serbest zaman etkinlikleri
gibi bazı fonksiyonlarını da artık aile içinde karşılayamaması ve bunun için toplumsal örgütlere
ihtiyaç duymasına yol açmıştır. Oysa ailenin değişen bu niteliği karşısında, onun görevlerini yerine
getirebilecek ikincil toplumsal örgütlerin kurulamayışı, bu tür gruplar için çok önemli bir
handikaptır. Toplumların temel altyapısını oluşturan bu eksikliklerin giderilmesi ise ailelerin gücü
dahilinde olmayıp, devletin sorumluluğunda olan kamusal alanlarla alakalıdır.

    Ülkemizde aile politikalarına ilişkin ilk açık yapılanma, Kalkınma Planları açısından, V. Beş
Yıllık Kalkınma Planında (1985-1989) yerini bulmaktadır. 1987 yılı programında, toplumun
refahını arttırmak amacına yönelik olarak ailenin maddi ve manevi varlığının geliştirilmesi,
bütünlüğünün korunması, toplum içinde güçlü bir müessese olarak fonksiyonunu sürdürebilmesi
için; kalkınmanın nimetlerinden faydalanmada, istihdam ve sosyal hizmetlere katılmada ve
bunlardan yararlandırılmada aile biriminin temel hedef olarak alınacağı ifade edilmektedir.

    Aile politikalarının uygulanması konusundaki en önemli kanunlardan biri, Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunudur. 2828 sayılı kanun olarak ve 24/5/1983 tarihinde kabul edilen
bu kanun bilindiği gibi, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, sakat, yaşlı ve diğer
kişilere götürülen sosyal hizmetleri tanımlamaktadır.

     Bunun dışında 1989 yılında Aile Araştırma Kurumu’nun kurulması, 1990’da Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğünün kurulması ve bu Kurumların SHÇEK ile birlikte, Kadın ve
Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı bünyesine alınmış olması, bu alanda yaşanan önemli
gelişmelerdir.

     Bununla birlikte Türkiye’de gençlik politikasına ilişkin somut bir çerçeve belge ya da
düzenleme bulunmamaktadır. Türkiye’de gençliğe ilişkin düzenlemelerin oldukça yüzeysel ve aynı
zamanda dağınık olduğu açıktır.

     Ne yazık ki, Türkiye’de biyolojik ve toplumsal bir gelişim dönemi olarak gençliği tanımlayan bir
yasal düzenleme dahi bulunmamaktadır. Ülkedeki gelişim açısından en önemli belgelerden olan
Kalkınma Planlarında, gençliğin ülke için önemi vurgulanmakla birlikte var olan sorunlara yönelik
somut çözüm stratejileri genellikle görülmemektedir. Kalkınma planlarında, daha çok gençlerin boş
zamanlarının değerlendirilmesi ve gençlerin sportif faaliyetlere katılımının sağlanması gibi konular öne
çıkmaktadır. Gençleri ilgilendiren konular bir bütün içinde yer almamakta ancak eğitim, sağlık, gibi
sektörel raporlarda ele alınmakta, Hükümet Programlarında ise gençliğin ve gençliğe ilişkin
düzenlemelerin genellikle sloganvari (gençler bizim geleceğimizdir vb.) biçimlerde işlendiği ortaya
çıkmaktadır


4. Türkiye’de Aileye Yönelik Hizmetler; SHÇEK
     Yukarıda da değinildiği gibi ülkemizde, SHÇEK, 2828 sayı ve 24/5/1983 tarihinde kabul edilen
bu kanunla kurulmuş olup, bilindiği gibi, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk,
sakat, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetleri tanımlamaktadır.

     Kurumun 81 il düzeyinde taşra teşkilatlanması bulunmakta ve toplum genelinde yardıma muhtaç
tüm nüfus gruplarına yönelik hizmetlerini sürdürmektedir. Aile ve çocuklar Kurumun temel hizmet
grubunu oluşturmaktadır.

     Bununla birlikte başlangıçta hizmetlerin daha çocuk odaklı olduğu ve SHÇEK Genel Müdürlüğü
bünyesinde, Aile ve Çocuk Hizmetleri Dairesi aracılığıyla sürdürüldüğü dikkati çekmektedir. Ancak
burada da hizmet, temel olarak ailenin bütünlüğü dikkate alınarak yapılandırılmış ve çocuktan-aileye bir
hizmet akışı izlenmiştir.

        1980’li yıllardan sonra gerek dünya genelinde gerekse ülkemizde oluşan aileleri koruyucu ve
destekleyici hizmetlerin geliştirilmesi anlayışı ile, Kurum içinde de, başlangıçta temelde çocuk ve
çocuğun korunması ilkesinden hareketle oluşturulan hizmetler geliştirilerek “özne” olarak ailenin ele
alındığı yeni hizmet yapılandırılmalarına gidilmiştir.

     Bunlardan biri, 1989 yılında, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde
“Ailenin Bütünlüğünün Korunması Dairesi”nin kurulması ve bu daireye bağlı olarak Toplum
Merkezileri, Aile Danışma Merkezleri ve Kadın Konukevlerinin açılmasıdır.

     Ailenin ve ilişkili olarak bireyin ve toplumun geliştirilmesine yönelik olarak kurulan ve
koruyucu, önleyici, eğitici-geliştirici işlevleri olan bu hizmet modelleri, bulundukları yörelerdeki
ihtiyaçlar doğrultusunda ailelere ve aile içi ilişkilerden doğan sorunların çözülmesine yönelik
hizmetler sunmaktadırlar.

       SHÇEK tarafından, aileye ve çocuğa yönelik olarak sürdürülen hizmetlerde, öncelikli olarak
ailenin güçlendirilmesi ve desteklenmesi amacının güdüldüğü dikkati çekmektedir.

       Bununla birlikte Kurum, herhangi bir çocuğun “korunmaya muhtaç çocuk” olarak ele alınması
gerektiği durumlarda da, temel olarak aile yanında bakımı içeren hizmetler sunmaktadır.


5. Sonuç
       Ülkemizde son yıllarda giderek daha çok sayıda açılarak hizmete sunulan Aile
Danışma Merkezleri, Toplum Merkezleri ve Kadın Konukevleri, özellikle 1980 sonrası dünya
konjonktüründe yaşanan gelişmeler ve uluslararası düzeyde geliştiren aileye yönelik sosyal
politikalarla yakından bağlantılıdır.
    Bilindiği gibi, 1980 sonrası dönemde yaşanan ekonomik gelişmeler ve küreselleşen yoksulluk
karşısında, sosyal devlet yapısında değişikliklere gidilmiş ve 19. Yüzyıl başlarından itibaren
devletin görevi olarak tanımlanan birçok görev, gerisin geri aileye devr edilmiştir. Oysa, bu süre
içinde aile hayatında, bu görevleri yerine getirmesini kolaylaştırıcı bir ekonomik gelişme olmadığı
gibi, bir yandan her ülkedeki ekonomik krizlerden en çok etkilenen birincil kurumlar aileler
olmaktadır. Dahası geçtiğimiz yıllarda değişen aile yapısı nedeniyle devlet tarafından üretilen ve
ailenin bazı görevlerini alması öngörülen kreşler, çocuk ve yaşlı bakım evleri gibi ikincil örgütler de
yeteri kadar kurulamamakta ya da ailelere destek olacak şekilde yapılandırılamamaktadır.
       Bu durumda devletin ailelere karşı görevlerinin, “eğitim ve danışmanlık” hizmetlerine kadar
geri çekildiği görülmektedir.
       Her ne kadar değişen aile yapısı içinde, aile üyeleri arasında ve çocuk yetiştirme
tutumlarında eğitim ve danışmanlık ihtiaycı ailelerin önemli bir ihtiyacı olmaktaysa da, devlet
sorumluluğunun bu alana sığdırılması, sosyal devlet anlayışındaki değişikliklerle bağlantılıdır ve
aileler toplumsal sorunlar karşısında yalnız bırakılmaktadır.
Öte yanda ülkemizdeki gelişmelere bakıldığında, yaşananların dünya gündeminden birebir
etkilendiği görülmektedir. Bununla birlikte, geleneksellikle modernlik arasındaki geçişlerin sıkça
yaşandığı toplumumuzda, Aile Danışma Merkezlerinin önemli bir gereksinimi karşıladığı dikkati
çekmektedir.
       Gelişen ve değişen aile yapısında gelenekselden çekirdek aileye geçişte yaşanan aile içi rol
ve görevlerdeki değişimler kuşkusuz aile içi ilişkileri de etkilemiştir ve gerek eşler arası ilişkilerde
gerekse çocuk yetiştirme yöntemleri konusunda, yeni ailelerin eğitim ve danışmanlık gereksinimi
çok yoğun bir toplumsal gereksinimi ortaya koymaktadır. Bu şekliyle mikro düzeyde planlanmış
hizmet kuruluşları olmakla birlikte Aile Danışma Merkezlerinin toplum içinde önemli bir
gereksinimi karşıladığı düşünülmektedir.
Bununla birlikte, bu Merkezlerin toplumsal verimliliklerinin artırılabilmesi için, halihazırda sunulan
eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin temel ekonomik önlemler ve destek hizmetleri ile
pekiştirilmesi uygun olacaktır.


KAYNAKLAR
Acar, Hakan, (2008), “Türkiye’nin Ulusal Gençlik Politikası Nasıl Yapılandırılmalıdır?”,
Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 5:1. Erişim: http://www.insanbilimleri.com
AKYÜZ, Emine, (2000), Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin
Korunması, MEB Yayınları, No: 3395, Ankara.
CENGİZ, Çınar, (2003), Türkiye’de Çocuk Emeği, TODAİE, Yayınlanmamış Proje Raporu,
Ankara.
FRANKLİN, Bob, (1993), “Çocukların Politik Hakları”, (Der.), Bob Franklin, Çocuk Hakları,
(Çev., Alev Türker), Birinci Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
İL, Sunay, (2001), “Aile Yaşamı ve Gereksinimler”, İçinde: Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve
Sorun Alanları, Prof.Dr. Nihal Turan’a Armağan, H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu, Yayın no
008, Ankara
KONGAR, Emre, (1991), “Türkiye’de Aile Yapısı, Evrimi ve Bürokratik Örgütlerle İlişkileri”,
Aile Yazıları 2 Kültürel değerler ve Sosyal değişme, Der: Beylü Dikeçligil, Ahmet Çiğdem, TC
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilim Serisi 5/1, Ankara, sy 64
KONTAŞ, Y. Mehmet. (1992),“Çeşitli Ülkelerde ve Türkiye’de Aile Politikası Uygulamaları ve
Türkiye İçin Politika Önerileri”. Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal Politika Genel Müdürlüğü
Araştırma Dairesi Başkanlığı. Uzmanlık Tezi, sy. 96, akt. İsmet Galip Yolcuoğlu,
http://www.sosyalhizmetuzmani.org/ailearastirma5.htm, 12.11.2007
KUŞGÖZOĞLU, Tülin, (2005), “Sokakta Çalışan Çocuklar, Aileleri ve Çocuk Hakları: Ankara’da
Bir Araştırma”, TODAİE Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Bitirme Tezi, Ankara
ÖZBAY; 1992, s.12).
ÖZEN, Sevinç, (1991), “Aile Kurumuna Bazı Sosyolojik Yaklaşımlar”, (Der.) Beylü Dikeçligil ve
Ahmet Çiğdem:Aile Yazıları 1. Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç, TC Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu, Bilim Serisi 5/2, Ankara, s. 399
ŞAHİNKAYA, Rezan, (1967), Psiko-sosyal Yönleriyle Aile (Aile İlişkileri Ders Kitabı), A.Ü. Ziraat
Fakültesi Yayınları: 287, Ders Kitabı, 10, Ankara, s. 17
TEZCAN, Mahmut, (1991), “Çocuk Eğitiminde Ailenin Rolüne Sosyolojik Bir Bakış”, (Der.),
Beylü Dikeçligil ve Ahmet Çiğdem Aile Yazıları 1. Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç, TC
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Bilim Serisi 5/2. Ankara: s. 275
ÜNVER Özkan, Barlas Tolan, Işıl Bulut, Cavit Dağdaş, (1986), 12-24 Yaş Gençlerin Sosyo-
ekonomik Sorunları, Milli Eğitim Gençlik ev Spor bakanlığı, Gençlik Hizmetleri ve Faaliyetleri
Daire Başkanlığı, Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Matbaası, Ankara.
YÖRÜKOĞLU, Atalay, (1993), Gençlik Çağı: Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunları, Özgür Yayınevi,
Ankara,
ARGOS AİLE DANIŞMA MERKEZİ

 www.argosdanismanlik.com

Weitere ähnliche Inhalte

Aile İçinde Çocuk ve Gençlerin Durumu

  • 1. AİLE İÇİNDE ÇOCUK VE GENÇLERİN DURUMU 1. Giriş Yaşamın özel bir dönemi olarak kabul edilen çocukluk, “insanın doğumuyla birlikte başlayan ve onun, yetişkin yaşamın gereklerine uyum sağlayabilecek büyüme ve olgunlaşmaya erişmesi ile son bulan bir dönemi” ifade eder. Çocuklar, bu özel dönemde olmaları nedeniyle özel olarak bakılıp gözetilmeleri gereken bireylerdir. Özellikle Aydınlanma çağından sonra dünya konjonktüründe yaşanan bazı gelişmeler, çocuk ve çocukluğun özel bir ilgi ile ele alınıp tanımlanması ile sonuçlanmıştır. Günümüzde ulusal ve uluslararası politikalarda, çocukların içinde bulundukları dönemin özelliklerine göre yetiştirilmesi konusunda ortak bir anlayışa ulaşıldığı görülmektedir. Öte yandan son yıllarda, çocukluktan yetişkinliğe geçişte yaşanan güçlüklerin, bir diğer ilgi alanını oluşturduğu ve çocukluk ile yetişkinlik arasında yer alan “gençlik dönemi” üzerinde çok sayıda çalışma yapıldığı dikkati çekmektedir. Bilindiği gibi, çocukluğun bitip yetişkinliğe geçilen dönem, yaşamsal bir kesintiyi değil bir kaç yıl süren ve bireyin yetişkin yaşamın gereklerine hazırlandığı bir dönemi kapsamaktadır. Literatürde kısaca “gençlik dönemi” olarak adlandırılan bu dönemde, kişi ne yetişkindir ne de çocuk. Dönemin bir hazırlık dönemi olması, bireyin fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa ulaşmakla birlikte ekonomik olgunluğa ulaşamamış olması ve yetişkin yaşamın gereklerini yerine getiremeyecek durumda olması nedeniyle bu döneme özel bir önem atfedilmekte, birçok ülkede “gençlik dönemi”nde bulunan kişiler ayrı yasa ve kurallarla korunmaya ve desteklenmeye çalışılmaktadır. Kısaca gençlik dönemi bireyin halen ailesi içinde yaşadığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu durum, toplum içinde tıpkı çocuklar gibi korunması ve desteklenmesi gereken bir diğer grubun varlığına işaret eder ve dikkatlerin o yöne çekilmesini sağlamıştır. Bununla birlikte son yıllarda dünya üzerinde yaşanan gelişmeler çocuk ve gençlere yönelik bakım, koruma ve destekleme hizmetlerinin yerine getirilmesinden kimin sorumlu olduğu konusunu tartışma gündemine taşımakta, sosyal devlet anlayışının değişmesi ile birlikte bu yöndeki sorumluluğun daha çok ailelere aktarıldığı dikkati çekmektedir. Özünde, çocuğun korunması ve yetiştirilmesi, her dönemde toplumların gündeminde yer almıştır. Ancak tarihin ilk devirlerinde, “çocuğun korunması esas olarak aileye ait” olup, çocuğun yetiştirilmesi, ana-babanın ahlaki görevi sayılmış daha sonra devletlerin ortaya çıkması ve aileler ile devlet arasında işlevleri açısından bir işbölümü yapılmasıyla birlikte yeni düzenlemeler yoluna
  • 2. gidilmiştir. Buna göre, çocuğun bakımı ve yetiştirilmesinden birinci derecede aile sorumludur. Devlet ise, çocuğun ana babasından yardım talep etmesi aşamasında, bireyin bu haklarını uygun bir biçimde kullanabilmesini sağlamak için devreye girer. Burada, devletin görevi, birinci olarak, çocuğun korunması ile ilgili bir sorundan haberdar olduğunda, çocuğun güvenliğine özen göstermek bakımından ana-babayı desteklemek ve denetlemek; ikinci görevi ise çocukların yetenekleri doğrultusunda gelişmelerini güvence altına almak, onların ekonomik ve sosyal refahını sağlamaktır. Yani çocuğun hem ana-babasına karşı haklarının korunması hem de topluma karşı haklarını düzenleyen kuralların işlemesinin sağlanması devletin görevidir. Bununla birlikte, özellikle son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan “küreselleşen yoksulluk” nedeniyle sosyal devlet anlayışının değiştiği ve devletin görevlerinde kısıtlamalara gidilerek, çocuk ve gencin yetiştirilmesi konusundaki birincil sorumluluğun yeniden ailelere devredildiği görülmektedir. Oysa yoksulluk olgusu üzerine yapılan tüm çalışmalar, “ailelerin kendi yoksullukları ile başa çıkmak için çocuklarını kullandıkları” gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda aileler, çocuklarının bakımı ve yetiştirilmesi konusunda gerekli temel fonksiyonlarını bile yerine getirememekte ve bunun bir sonucu olarak da, aile içinde büyüyerek “genç” olan bireylerini de (yetişkin yaşama hazırlanmak, iyi bir iş ve meslek edindirmek vb. konularda) yeteri kadar destekleyememektedirler. Öte yandan son yıllarda çocukların bakım ve yetiştirilmesi konusunda birtakım toplumsal düzenlemeler yapılmışsa da, özellikle ülkemizde henüz gençlerin yetişkin yaşama hazırlanmalarını destekleyebilecek toplumsal ve yasal düzenlemeler de oluşturulmamıştır. Bu durumda, özellikle gençler, toplumsal bir boşluk içinde kalmakta henüz yeteri kadar olgunlaşamadan ve gerek ekonomik gerekse psikososyal gelişimleri açısından gerekli donanımları tamamlayamadan yetişkin yaşama dahil olmaktadırlar. Böylelikle aile içinde doğan çocukların, çocuk olmadan genç, genç olmadan yetişkin olduğu ve özellikle ülkemizde evlenip anababa olduğu görülmektedir. Bu durum kendi kişisel gelişimini tamamlamamış anababa ve çocuklardan oluşan yeni bir toplum yaratmakta, bakım, barınma, beslenme, fiziksel, psikososyal ve kültürel gelişim açısından risk altında olan yeni bir nesilin çoğalarak artmasına yol açmaktadır. Kuşkusuz bu gelişme, kendi beraberinde devletin aileye karşı görevlerini ne derecede yerine getirdiğinin ve devletin sorumluluğunun sorgulanması ve aileye yönelik politikaların ele alınarak aile içinde çocuk ve gencin durumunun irdelenmesini zorunlu kılmaktadır. 2. Tanımlar
  • 3. 2.1. Çocuğun Tanımı Çocuk ve çocukluk kavramını, ilgilenilen bilim dalına uygun olarak farklı şekillerde tanımlamak mümkündür. Biyolojik olarak çocuk, bebeklik çağı ile ergenlik çağı arasındaki gelişme döneminde bulunan insandır. Bedensel ve ruhsal olgunluğu tamamlayamamış belli yaşa kadarki insan, çocuk olarak nitelendirilmektedir. Birleşmiş Milletlerin 1989 yılında kabul ettiği Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 1. Maddesine göre; “daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır” denilmektedir. Bunun nedeni, 18 yaşın, pek çok ülkede kişinin vatandaşlığa geçtiği ve yaşamını etkileyen yasa ve politikaların belirlenmesi için oy kullanma hakkını aldığı yaş olmasıdır. Dolayısıyla evrensel olarak çocuk, -oy hakkına sahip olması anlamında- vatandaş değildir ve siyasi gücü yoktur. 2.2. Gençliğin Tanımı Birleşmiş Milletler Teşkilatının yaptığı tanıma göre, “genç 15-25 yaş gruplarında bulunan, öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan ve kendine ait konutu bulunmayan kişidir” Bir diğer tanıma göre ise, “gençlik, çocukluk ile erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve yaşama hazırlık dönemidir.” Gençleri ve gençlik dönemini ayrıntılı tanımlayan bir diğer tanım ise şöyledir: “Gençlik dönemi, bireyin biyolojik ve duygusal süreçlerindeki değişikliklerle başlayan, cinsel ve psiko-sosyal olgunluğa doğru gelişmesi ile süren ve bireyin bağımsızlığını ve sosyal üretkenliğini kazandığı belirlenmemiş bir zamanda sona eren kronolojik bir dönemdir” Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere, gençlik dönemi bireyin halen ailesi içinde yaşadığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu durum, toplum içinde tıpkı çocuklar gibi korunması ve desteklenmesi gereken bir diğer grubun varlığına işaret eder ve dikkatlerin o yöne çekilmesini sağlamıştır. 2.3. Aile Tanımı ve Aile Fonksiyonları Günümüze kadar uzanan tarihsel süreç incelendiğinde, aile tanımının çeşitli kategoriler içinde ele alındığı, ailenin toplumun temeli olduğu yönündeki görüşe dokunulmadan farklı kalıplar içinde tanımlandığı dikkati çekmektedir. Güncel bir tanımla aile, “evlenme, kan veya evlatlık edinme bağıyla birbirlerine bağlanmış, aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, oynadıkları çeşitli roller çerçevesinde (karı-koca, ana-
  • 4. baba, evlat-kardeş) birbirlerine etki yapan, kendilerine has bir görgüyü yaratıp kuşaktan kuşağa devam ettiren insanlar topluluğudur”. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Aile Özel İhtisas Komisyonu Raporunda (DPT 2001) aile, ana-baba-çocuklar ve tarafların kan akrabalıklarından oluşan ekonomik ve toplumsal bir birlik olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, tüm toplumlarda evrensel ve toplumun çekirdeği olarak kabul edilen ailenin, varolmasını ve devamlılığını sağlayan farklılıklar toplumsal ve ekonomik koşullardaki farklılıklarla ilgilidir. Bütün sosyal kurumlar gibi aile de, önce üretim ilişkileri, ekonomik düzen gibi alt yapı değişkenlerinden ve daha sonra da toplumun tüm kurumsal düzeninden etkilenir. Kısaca farklı gelişmişlikteki farklı aile tipleri, bu etkilenmeden ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte aile kendisini şekillendiren toplum için bazı fonksiyonları yerine getirir. Bunlardan kişiye ve topluma hizmet gibi bazı fonksiyonlar mikro düzeyde, toplumun tüm yapısını etkileme ise makro düzeydeki fonksiyonlardır. Aile, bu fonksiyonları aracılığıyla, toplum içinde çocuk ve gencin yetiştirilmesi sorumluluğunu yerine getirir ve toplumun devamlılığını sağlamaktadır. Kurum olarak aile, toplum/doğa dengesi kurmada önemli bir işleve (üreme) sahiptir ve diğer toplumsal kurumların oluşumunda olduğu gibi ailede de, genellikle bireyler arası ilişkilerin ahlaksal, töresel ve normsal boyutta düzenlenmesi gereklidir. Aile ile ilgili bu normlar da zaman içerisinde değişim göstermektedir. Bununla birlikte genel olarak aile fonksiyonları biyolojik, ekonomik, sevgi, koruma, sosyalleştirme, eğitim ve boş zamanları değerlendirme başlıkları altında sınıflandırılmaktadır. Sağlıklı aile düzeni, ailenin gereksinmelerini doğal olarak karşılarken aile düzeninde aile üyelerinin hepsi görev ve sorumluluklarını doğal olarak yerine getirirler; aralarında olumlu duygusal bağlar vardır. Sağlıklı aile düzeni içinde, ana-baba da dahil, herkes duygusal ve bilinçlenme yönünden sürekli bir gelişim içindedir. Aile, kendi üyelerini değerli bulur ve aile üyeleri benlik değerlerini olumlu yönde geliştirir. Aile, toplumla ilişkisini dengelemiştir; ne toplumdan kopar, ne de toplumun baskısına tümüyle boyun eğer. Kısacası, sağlıklı aile, insanların psikososyal yönden olgunlaşmasını sağlayan temel sosyal bağlamı oluşturur. Her ne kadar bilinen tüm toplumlarda aile biçimi ve onun toplumla ilişkileri farklılık göstermekteyse de biyopsikososyal bir varlık olan bireyin yaşamında ailenin önemi tartışmasızdır. Çünkü aile, bireyin ihtiyaçlarının karşılanabileceği en doğal ortam olduğu gibi üyelerinin
  • 5. gereksinimlerini ne kadar karşıladığı, başarısının da bir göstergesidir. Ailenin bilinen fonksiyonlarını yerine getirip getirememesi toplumsal yaşamın dengesi, düzeni ve bunların sürekliliği ile de yakından ilgilidir. Fonksiyonel olamayan bir aile hem üyeleri hem de toplum için mutsuzluk kaynağıdır. Ancak ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesi birçok iç ve dış faktörle bağlantılıdır. Son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizler aile kurumunu da etkilemiş ve aile belirli dönüşümler yaşamıştır. Dolayısıyla her ne kadar son yıllarda yapılan tüm Dünya Konferanslarında ailenin önemi üzerinde durulmakta ve yoksullukla mücadele önlemleri alınmaktaysa da; bugün özellikle yoksulluk ve işsizlik gibi temel ekonomik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan aileler, aile fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremeyen, çocuklarının tam olarak sağlıklı bir biçimde yetişmesini sağlayabilecek koşullara sahip olamayan ailelerdir. Ailelerin, içinde bulundukları topluma ve yetiştirdikleri çocuklarına karşı sorumluluklarını tam olarak yerine getirebilmeleri ise, onların toplum içinde sahip oldukları olanaklar ile yakından bağlantılıdır ve yoksulluğun, işsizliğin ve gelir dağılımı dengesizliklerinin bu kadar yoğun yaşandığı bir dünyada, ailelerin bu sorunları kendi güçleri ile aşmaları imkansızdır. Bu durumda aile, temel işlevlerinden olan “çocuk yetiştirme” görevini yerine getirememektedir. Aileler üzerine yapılan tüm araştırmalarda, ana-babaların bazı özelliklerinin çocuk yetiştirme konusundaki tutum ve davranışlarını etkilediği ortaya konmaktadır. Bunlar; anababanın yaşı ve sağlığı gibi fiziksel özellikleri olabileceği gibi, anababanın birbiri ile ilişkileri ve kendi yetiştirilme tarzları ile iş ve toplumsal yaşamdan kaynaklanan etkiler ve iflas, boşanma, hastalık gibi aileyi örseleyen yaşam olaylarıdır. Görüldüğü gibi erken yaşta anababa olmaktan başlayarak, fiziksel sağlık, iş-işsizlik, karı-koca ilişkileri vb. gibi tüm değişkenler, sağlıklı ve örgütlü toplumlarda daha kolay aşılabilecek güçlüklerdir. Oysa, toplumsal güvenlik ev destek sistemlerinin tam olarak kurulamadığı, ülkemiz gibi toplumlarda, yaşanan her olay, ailenin işlevlerini bozan bir başka travmaya neden olmaktadır. Bu durumda aile içindeki çocuk ve gençlerin gereksinimleri karşılanamadığı gibi, “hayatla başa çıkma yollarını da, ailede ve öncelikle de ana babalarından öğrenen” çocukların, toplumsal yaşamda varolmaları ve uyum sağlamaları da zora girmektir. Çocuk ve gençlerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları, eğitim ve yaşama hazırlanmaları, sorunları ve bu sorunları çözme biçimleri ile ailenin durum ve tutumu arasında büyük bir ilişki söz konusudur. Öte yandan, gerek aile içinde çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi gerekse ailelerin görevlerini yerine getirirken toplumsal örgütlerle desteklenmesi konusunda devletin yerine getirmesi gereken
  • 6. ödevler bulunmaktadır. Bu nedenle 19. yüzyılda gündeme gelen sosyal devlet ve devletin ailelere karşı görevleri bu aşamada tekrar değerlendirilmesi gereken bir oluşumdur. Tarihsel süreç içinde sadece ailenin üyelerine karşı rol ve fonksiyonlarında değil, devlet ve aile ilişkilerinde de önemli değişiklikler olduğu görülmekte ve ailenin işlevlerinde farklı devlet yapıları içinde farklı paylaşımlara gidildiği dikkati çekmektedir. 3. Dünyada ve Ülkemizde Aile Politikaları Son yıllarda üretilen tüm uluslararası belgelerde, özellikle çocukların yetiştirilmesi ile ilgili konularda öncelikle ailenin sorumluluğu üzerinde durulmuş; devlete ise aileye “ulusal durum ve olanaklar ölçüsünde” yardımcı olması görevi verilmiştir. Burada sözü edilen, toplumlardaki işsizlik, yoksulluk, istihdam, gelir dağılım dengesizlikleri, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel sektörlerde sunulan hizmetlerin niteliği gibi altyapı sorunlarını çözmenin uzun zaman ve kaynağa gereksinimi olduğu ve bu nedenle devletin aileye, ailenin anababalık görevleri konusunda eğitilmesi gibi destek projeleriyle yardımcı olmasıdır. Kuşkusuz bu yaklaşım, son yıllarda gelişen sosyal refah devletinin çöküşü ile ilgilidir ve ne yazık ki üretilen bu yaklaşım sorunu çözmekten uzaktır. Çünkü, anababalık görevlerinin yerine getirebilmesi de, ekonomik durum ile yakından alakalıdır ve işsizlik, yoksulluk, göç vb. oluşumlar ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesini engellemektedir. Ayrıca değişen ve gelişen toplum yapısı içinde, ailenin giderek çekirdek aileye dönüşmesi, onun eğitim, üretim, serbest zaman etkinlikleri gibi bazı fonksiyonlarını da artık aile içinde karşılayamaması ve bunun için toplumsal örgütlere ihtiyaç duymasına yol açmıştır. Oysa ailenin değişen bu niteliği karşısında, onun görevlerini yerine getirebilecek ikincil toplumsal örgütlerin kurulamayışı, bu tür gruplar için çok önemli bir handikaptır. Toplumların temel altyapısını oluşturan bu eksikliklerin giderilmesi ise ailelerin gücü dahilinde olmayıp, devletin sorumluluğunda olan kamusal alanlarla alakalıdır. Ülkemizde aile politikalarına ilişkin ilk açık yapılanma, Kalkınma Planları açısından, V. Beş Yıllık Kalkınma Planında (1985-1989) yerini bulmaktadır. 1987 yılı programında, toplumun refahını arttırmak amacına yönelik olarak ailenin maddi ve manevi varlığının geliştirilmesi, bütünlüğünün korunması, toplum içinde güçlü bir müessese olarak fonksiyonunu sürdürebilmesi için; kalkınmanın nimetlerinden faydalanmada, istihdam ve sosyal hizmetlere katılmada ve bunlardan yararlandırılmada aile biriminin temel hedef olarak alınacağı ifade edilmektedir. Aile politikalarının uygulanması konusundaki en önemli kanunlardan biri, Sosyal Hizmetler ve
  • 7. Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunudur. 2828 sayılı kanun olarak ve 24/5/1983 tarihinde kabul edilen bu kanun bilindiği gibi, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, sakat, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetleri tanımlamaktadır. Bunun dışında 1989 yılında Aile Araştırma Kurumu’nun kurulması, 1990’da Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün kurulması ve bu Kurumların SHÇEK ile birlikte, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı bünyesine alınmış olması, bu alanda yaşanan önemli gelişmelerdir. Bununla birlikte Türkiye’de gençlik politikasına ilişkin somut bir çerçeve belge ya da düzenleme bulunmamaktadır. Türkiye’de gençliğe ilişkin düzenlemelerin oldukça yüzeysel ve aynı zamanda dağınık olduğu açıktır. Ne yazık ki, Türkiye’de biyolojik ve toplumsal bir gelişim dönemi olarak gençliği tanımlayan bir yasal düzenleme dahi bulunmamaktadır. Ülkedeki gelişim açısından en önemli belgelerden olan Kalkınma Planlarında, gençliğin ülke için önemi vurgulanmakla birlikte var olan sorunlara yönelik somut çözüm stratejileri genellikle görülmemektedir. Kalkınma planlarında, daha çok gençlerin boş zamanlarının değerlendirilmesi ve gençlerin sportif faaliyetlere katılımının sağlanması gibi konular öne çıkmaktadır. Gençleri ilgilendiren konular bir bütün içinde yer almamakta ancak eğitim, sağlık, gibi sektörel raporlarda ele alınmakta, Hükümet Programlarında ise gençliğin ve gençliğe ilişkin düzenlemelerin genellikle sloganvari (gençler bizim geleceğimizdir vb.) biçimlerde işlendiği ortaya çıkmaktadır 4. Türkiye’de Aileye Yönelik Hizmetler; SHÇEK Yukarıda da değinildiği gibi ülkemizde, SHÇEK, 2828 sayı ve 24/5/1983 tarihinde kabul edilen bu kanunla kurulmuş olup, bilindiği gibi, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, sakat, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetleri tanımlamaktadır. Kurumun 81 il düzeyinde taşra teşkilatlanması bulunmakta ve toplum genelinde yardıma muhtaç tüm nüfus gruplarına yönelik hizmetlerini sürdürmektedir. Aile ve çocuklar Kurumun temel hizmet grubunu oluşturmaktadır. Bununla birlikte başlangıçta hizmetlerin daha çocuk odaklı olduğu ve SHÇEK Genel Müdürlüğü bünyesinde, Aile ve Çocuk Hizmetleri Dairesi aracılığıyla sürdürüldüğü dikkati çekmektedir. Ancak burada da hizmet, temel olarak ailenin bütünlüğü dikkate alınarak yapılandırılmış ve çocuktan-aileye bir hizmet akışı izlenmiştir. 1980’li yıllardan sonra gerek dünya genelinde gerekse ülkemizde oluşan aileleri koruyucu ve destekleyici hizmetlerin geliştirilmesi anlayışı ile, Kurum içinde de, başlangıçta temelde çocuk ve
  • 8. çocuğun korunması ilkesinden hareketle oluşturulan hizmetler geliştirilerek “özne” olarak ailenin ele alındığı yeni hizmet yapılandırılmalarına gidilmiştir. Bunlardan biri, 1989 yılında, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde “Ailenin Bütünlüğünün Korunması Dairesi”nin kurulması ve bu daireye bağlı olarak Toplum Merkezileri, Aile Danışma Merkezleri ve Kadın Konukevlerinin açılmasıdır. Ailenin ve ilişkili olarak bireyin ve toplumun geliştirilmesine yönelik olarak kurulan ve koruyucu, önleyici, eğitici-geliştirici işlevleri olan bu hizmet modelleri, bulundukları yörelerdeki ihtiyaçlar doğrultusunda ailelere ve aile içi ilişkilerden doğan sorunların çözülmesine yönelik hizmetler sunmaktadırlar. SHÇEK tarafından, aileye ve çocuğa yönelik olarak sürdürülen hizmetlerde, öncelikli olarak ailenin güçlendirilmesi ve desteklenmesi amacının güdüldüğü dikkati çekmektedir. Bununla birlikte Kurum, herhangi bir çocuğun “korunmaya muhtaç çocuk” olarak ele alınması gerektiği durumlarda da, temel olarak aile yanında bakımı içeren hizmetler sunmaktadır. 5. Sonuç Ülkemizde son yıllarda giderek daha çok sayıda açılarak hizmete sunulan Aile Danışma Merkezleri, Toplum Merkezleri ve Kadın Konukevleri, özellikle 1980 sonrası dünya konjonktüründe yaşanan gelişmeler ve uluslararası düzeyde geliştiren aileye yönelik sosyal politikalarla yakından bağlantılıdır. Bilindiği gibi, 1980 sonrası dönemde yaşanan ekonomik gelişmeler ve küreselleşen yoksulluk karşısında, sosyal devlet yapısında değişikliklere gidilmiş ve 19. Yüzyıl başlarından itibaren devletin görevi olarak tanımlanan birçok görev, gerisin geri aileye devr edilmiştir. Oysa, bu süre içinde aile hayatında, bu görevleri yerine getirmesini kolaylaştırıcı bir ekonomik gelişme olmadığı gibi, bir yandan her ülkedeki ekonomik krizlerden en çok etkilenen birincil kurumlar aileler olmaktadır. Dahası geçtiğimiz yıllarda değişen aile yapısı nedeniyle devlet tarafından üretilen ve ailenin bazı görevlerini alması öngörülen kreşler, çocuk ve yaşlı bakım evleri gibi ikincil örgütler de yeteri kadar kurulamamakta ya da ailelere destek olacak şekilde yapılandırılamamaktadır. Bu durumda devletin ailelere karşı görevlerinin, “eğitim ve danışmanlık” hizmetlerine kadar geri çekildiği görülmektedir. Her ne kadar değişen aile yapısı içinde, aile üyeleri arasında ve çocuk yetiştirme tutumlarında eğitim ve danışmanlık ihtiaycı ailelerin önemli bir ihtiyacı olmaktaysa da, devlet sorumluluğunun bu alana sığdırılması, sosyal devlet anlayışındaki değişikliklerle bağlantılıdır ve aileler toplumsal sorunlar karşısında yalnız bırakılmaktadır.
  • 9. Öte yanda ülkemizdeki gelişmelere bakıldığında, yaşananların dünya gündeminden birebir etkilendiği görülmektedir. Bununla birlikte, geleneksellikle modernlik arasındaki geçişlerin sıkça yaşandığı toplumumuzda, Aile Danışma Merkezlerinin önemli bir gereksinimi karşıladığı dikkati çekmektedir. Gelişen ve değişen aile yapısında gelenekselden çekirdek aileye geçişte yaşanan aile içi rol ve görevlerdeki değişimler kuşkusuz aile içi ilişkileri de etkilemiştir ve gerek eşler arası ilişkilerde gerekse çocuk yetiştirme yöntemleri konusunda, yeni ailelerin eğitim ve danışmanlık gereksinimi çok yoğun bir toplumsal gereksinimi ortaya koymaktadır. Bu şekliyle mikro düzeyde planlanmış hizmet kuruluşları olmakla birlikte Aile Danışma Merkezlerinin toplum içinde önemli bir gereksinimi karşıladığı düşünülmektedir. Bununla birlikte, bu Merkezlerin toplumsal verimliliklerinin artırılabilmesi için, halihazırda sunulan eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin temel ekonomik önlemler ve destek hizmetleri ile pekiştirilmesi uygun olacaktır. KAYNAKLAR Acar, Hakan, (2008), “Türkiye’nin Ulusal Gençlik Politikası Nasıl Yapılandırılmalıdır?”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 5:1. Erişim: http://www.insanbilimleri.com AKYÜZ, Emine, (2000), Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, MEB Yayınları, No: 3395, Ankara. CENGİZ, Çınar, (2003), Türkiye’de Çocuk Emeği, TODAİE, Yayınlanmamış Proje Raporu, Ankara. FRANKLİN, Bob, (1993), “Çocukların Politik Hakları”, (Der.), Bob Franklin, Çocuk Hakları, (Çev., Alev Türker), Birinci Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. İL, Sunay, (2001), “Aile Yaşamı ve Gereksinimler”, İçinde: Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve Sorun Alanları, Prof.Dr. Nihal Turan’a Armağan, H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksekokulu, Yayın no 008, Ankara KONGAR, Emre, (1991), “Türkiye’de Aile Yapısı, Evrimi ve Bürokratik Örgütlerle İlişkileri”, Aile Yazıları 2 Kültürel değerler ve Sosyal değişme, Der: Beylü Dikeçligil, Ahmet Çiğdem, TC Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilim Serisi 5/1, Ankara, sy 64 KONTAŞ, Y. Mehmet. (1992),“Çeşitli Ülkelerde ve Türkiye’de Aile Politikası Uygulamaları ve Türkiye İçin Politika Önerileri”. Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal Politika Genel Müdürlüğü Araştırma Dairesi Başkanlığı. Uzmanlık Tezi, sy. 96, akt. İsmet Galip Yolcuoğlu, http://www.sosyalhizmetuzmani.org/ailearastirma5.htm, 12.11.2007 KUŞGÖZOĞLU, Tülin, (2005), “Sokakta Çalışan Çocuklar, Aileleri ve Çocuk Hakları: Ankara’da Bir Araştırma”, TODAİE Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Bitirme Tezi, Ankara ÖZBAY; 1992, s.12). ÖZEN, Sevinç, (1991), “Aile Kurumuna Bazı Sosyolojik Yaklaşımlar”, (Der.) Beylü Dikeçligil ve
  • 10. Ahmet Çiğdem:Aile Yazıları 1. Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç, TC Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Bilim Serisi 5/2, Ankara, s. 399 ŞAHİNKAYA, Rezan, (1967), Psiko-sosyal Yönleriyle Aile (Aile İlişkileri Ders Kitabı), A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları: 287, Ders Kitabı, 10, Ankara, s. 17 TEZCAN, Mahmut, (1991), “Çocuk Eğitiminde Ailenin Rolüne Sosyolojik Bir Bakış”, (Der.), Beylü Dikeçligil ve Ahmet Çiğdem Aile Yazıları 1. Temel Kavramlar, Yapı ve Tarihi Süreç, TC Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Bilim Serisi 5/2. Ankara: s. 275 ÜNVER Özkan, Barlas Tolan, Işıl Bulut, Cavit Dağdaş, (1986), 12-24 Yaş Gençlerin Sosyo- ekonomik Sorunları, Milli Eğitim Gençlik ev Spor bakanlığı, Gençlik Hizmetleri ve Faaliyetleri Daire Başkanlığı, Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Matbaası, Ankara. YÖRÜKOĞLU, Atalay, (1993), Gençlik Çağı: Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunları, Özgür Yayınevi, Ankara,
  • 11. ARGOS AİLE DANIŞMA MERKEZİ www.argosdanismanlik.com