SlideShare ist ein Scribd-Unternehmen logo
1 von 10
86 MUTAFFİFİN [HİLEBAZLAR] SURESİ
GİRİŞ:
Mutaffifin suresi Mekke’de 86. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “
‫يفيفين‬ّ‫المطف‬ el Mütaffifin” sözcüğünden almıştır. Mutaffifin suresi Mekke’de inen son
suredir. Aşağıda görüleceği üzere, nakillerde surenin Medine’de Medinelilere tebliğ
edildiği aktarılarak surenin Medeni olduğu var sayılmıştır.1
Mutaffifin suresinin inişi ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
Nesai'nin rivayetine göre, İbn Abhas söyle demiştir: Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde
(Medineliler) ölçü ve tartı itibariyle insanların en kötüleri idiler. Yüce Allah: "Ölçü ve tartıları eksik
yapanların vay haline!" buyruğunu indirdi. Onlar da bundan sonra ölçülerini güzel [doğru] yapmaya
başladı.2
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu (sure), Medine'ye gelip konakladığı vakit
Rasûlullah (sav)'a nazil olmuş ilk sûredir. Bu özellik onlarda [Medinelilerde] vardı. Onlar bir şey satın
aldıkları vakit, daha fazla bir ölçekle alırlardı. Fakat sattıklarında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Bu
sûre nazil olunca, bu işten vazgeçtiler. O bakımdan onlar bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz
ölçü yapanlardır.3
Bir kesim de şöyle demiştir: Buyruk, Ebu Cuheyne diye bilinen adı Amr olan bir kişi hakkında
inmiştir. Bu adamın iki tane sâ'ı [kilesi] vardı. Birisi ile satın alıyor, diğeri ile diğerlerine veriyor
[satıyor]du. Bu açıklamayı da Ebu Hureyre (r.a) yapmıştır.4
İkrime'nin rivayetine göre, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s) Medine'ye
geldiğinde, Medinelilerin ölçü-tartıda en fazla noksan verenler olduğunu gördü. Bunun üzerine Hak
Teâlâ bu ayeti indirdi. Onlar, artık bundan sonra dosdoğru ölçüp tartmaya başladılar." Yine
Medinelilerin noksan ölçüp tartan tüccarlar olduğu, alış-verişlerinin, münabeze, mülamese, muhatara
şeklinde olduğu için bu ayetin nazil olduğunu; derken Hz. Peygamber (s.a.s)'in çıkıp bu (ayeti) onlara
okuduğunu ve "Beş şeye mukabil, beş şey vardır" dediğini; bunun üzerine, "Beş şeye mukabil beş şey
ne demektir?" denilince de "Bir toplum ahdini bozarsa, Allah da onlara düşmanlarını musallat eder;
Allah'ın indirdiği şeylerden başkasıyla hükmederse, o kavimde fakirlik yayılır; fuhuş yaygınlaştığı
zaman ölüm yaygınlaşır; ölçü ve tartıda noksanlaştırdıklarında bitkiler bitmez ve onlar kıtlıkla başbaşa
bırakılırlar; zekâtlarını vermezlerse yağmurları kesilir" buyurmuştur.5
Hâlbuki Resulullah’ın Medine'ye geldikten sonra bu sureyi Medinelilere tebliğ
etmiş olması, onların da bu tebliğden sonra dürüst davranmaya başlaması, surenin
Medine’de indiği anlamına gelmez. Çünkü o dönemde Mekke’de de tekelleşmiş, her
türlü ticarette kontrolü eline almış, ellerinde büyük servetler bulunan, Yemen’e ve
Şam’a kış ve yaz ticaret kervanları yollayan ve büyük kazanç elde eden, yakın
çevredeki pazar ve panayırları kontrol altında tutan birçok hilebaz tüccar
bulunuyordu.
Surenin temel konusu ahiret olup dünyadaki her türlü kötülüğün -Maun
suresinde de dile getirildiği gibi- ahirete inanmamaktan kaynaklandığı
vurgulanmakta ve ahirete inanmanın ne kadar elzem olduğuna işaret edilmektedir.
Zira bir toplum en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba
1
(Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî).
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
5
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
1
çekileceğine inanmıyorsa, o toplumdan kötülüğün giderilmesi ve insanların dürüst
olması beklenemez.
Surede ayrıca Kur’an’da sıkça kullanılan karşıtlık metodu çerçevesinde iyiler
ve kötülerin durumuna ve akıbetlerine dair bilgiler verilmektedir.
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-3
Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam
ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara!
4-6
Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta
dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
7-13
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp
kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne
olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün,
yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık
gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş
olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.–
14
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri
üzerine pas olmuştur.
15
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün
Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16
Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17
Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
18-21
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların
kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi?
Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–
22-28
Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar
üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar,
mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı
Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık
yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–
(
29
Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere
gülüyorlardı. 30
Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti
yapıyorlardı. 31
Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak
dönüyorlardı. 32
Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman;
“Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33
Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi
olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı.
34-36
İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının
2
cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere gülecek.
TAHLİL:
1-3
Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam
ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara!
4-6
Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta
dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı
ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan,
başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara
uğratmak suretiyle kâr elde etmeyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit
edilmektedirler.
Ayetlerdeki “Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta
dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?” ifadesinden de
anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din
gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekileceğini hesaba katmamaktan ileri
gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı:
1
Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah'ın sosyal düzeni
belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3
İşte odur, yetimi itip
kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
(Maun/1- 3)
İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı
kesinlikle yasaklamıştır.
152
Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel
biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-
ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası
ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-
söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı
ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye
Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-”
(En’am/152)
35
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır ve
sonuç/uygulama olarak daha güzeldir.
(İsra/35)
7-9
Ve semayı da oluşturdu, onu yükseltti ve terazide/ölçüde/dengede taşkınlık etmeyesiniz diye
teraziyi/ölçüyü/dengeyi koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye/ölçüye/dengeye
zarar vermeyin.
(Rahman/7- 9)
Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit
yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara,
hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir.
3
Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak
gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır:
84-86
Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı elçi gönderdik. Şu‘ayb: “Ey toplumum! Allah'a kulluk
edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır
ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey toplumum!
Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde
kargaşacılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mü’min iseniz, Allah'ın bıraktığı/helâlinden size ihsan ettiği
kâr, sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi.
87
Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi
yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu
aydınlatmayı içeren dinin mi] emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir
adamsın.”
88-90
Şu‘ayb: “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şâyet ben, Rabbimden bir delil üzerinde
bulunuyorsam ve şâyet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben, size karşı
çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar
ıslah etmeyi istiyorum. Başarıya ulaşabilmem de ancak Allah iledir. Ben, yalnızca O'na işin sonucunu
havale ettim ve ancak O'na yönelirim. Ve ey toplumum! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh
toplumunun veya Hûd toplumunun veya Sâlih toplumunun başlarına gelen musibetler gibi bir
musibete uğratmasın. Ve Lût toplumu sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin,
sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi.
91
Şu‘ayb'ın toplumu dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice
anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin akrabaların/ taraftarların
olmasaydı kesinlikle seni taşa tutar öldürürdük. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün/galip gelecek
durumun yoktur.”
92,93
Şu‘ayb: “Ey toplumum! Benim akrabalarım/taraftarlarım size karşı Allah'tan daha mı
güçlü/değerli? Ve Allah'ı arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı
çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey toplumum! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben
yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz.
Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi.
94
Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb'ı ve o'nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan
bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir
gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95
Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun!
Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen'e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır.
(Hud/86-95)
Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde verilmiştir.
7-13
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp
kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne
olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün,
yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık
gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş
olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.–
Bu ayet grubu “ ‫الردع‬er Red’ (Engelleme)” edatı olan “ ‫ال‬ّke ‫ك‬kella” ile başlayarak
inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada,
inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların
kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu
bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir.
“‫جرار‬ّke ‫الف‬ FÜCCAR”
Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız olmuş ve “fücur”
sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-
diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak açıklandığı ifade edilmişti.
4
Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından
dolayı “facir” denir. Sözcüğün çoğulu “‫جرار‬ّke ‫ف‬ füccar” veya “‫فججرة‬ fecere” şeklinde
ifade edilir.
SİCCİN
Bu sözcük "hapishane" anlamındaki “sicn” isminden türetilmiştir. “En iyi, en
sağlam, en iyi korunan zindan” anlamındadır. Anlaşılan o ki, kötülerin işlemiş
oldukları amel defterleri [davranış tutanakları] burada olacaktır; yani burada
korunacak, kaybolmayacak, çalınmayacak, silinmeyecektir. Adeta mermere
işlenmişçesine sağlam kaydedilmiştir; silinmesi, yok olması kesinlikle söz konusu
olmayacaktır. “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?” ifadesi ise bu kaydın
korunağının ve boyutlarını kimsenin bilmediği anlamındadır. Yani Siccin, bilinen,
duyulan en çetin zindanların da ötesinde bir zindandır. Bilindiği gibi Rabbimiz “…
sana kim bildirdi?” şeklindeki soru-cevaplı anlatımı birçok önemli konuda
[Karia/2,10, Hakka/1-3, Müddessir/27, Mürseat/14, İnfitar/17, 18, Tarık/2, Beled/12,
Kadir/2, Hümeze/5] uygulamıştır.
YALANLAYANLARIN NİTELİKLERİ
Pasajda sözü edilen “yalanlayıcı” kimselerin birinci planda o günün
tağutlarından Velid b. el-Muğire, Ebucehil, Nadr b. El-Haris ve benzerleri olduğu
söylenebilir. Zira daha evvel bu tipler ile ilgili şu ayetler inmişti:
9-16
Onlar arzu ettiler ki, sen onlara yağ çekesin, onlar da hemen sana yağ çeksinler. Çok yemin
eden, aşağılık, alaycı, gammaz; arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve
oğulları var diye hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı
şu asalakların hiçbirine itaat etme. Âhireti yalanlayan o kişi, âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman:
“Daha öncekilerin masalları” dedi. Yakında Biz onun burnunu sürteceğiz.
(Kalem/9-16)
İkinci planda ise bu mel’unların karakterini taşıyan tüm zamanların
yalanlayıcıları da aynı kapsamda anlaşılmalıdır.
14
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri
üzerine pas olmuştur.
Bu ayette yine müşriklerin ahireti yalanlama kapsamındaki inançlarından,
Kur’an için “Daha öncekilerin masalları” deyişleri reddedilerek gerçek ortaya
konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır.
İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu kir ise kalplerini işe yaramaz
bir hale getirmiştir.
Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık,
tutku haline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli
yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık haline gelir. Kişi
giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider.
Ayette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık haline getirip
gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır.
Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tin suresinin tahlilinde “Allah’ın
Kalpleri Mühürlemesi” başlığı altında detaylı bir açıklamamız bulunduğundan,
konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
5
15
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün
Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16
Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17
Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
Bu ayetlerde, gönülleri pas tutmuş olan kâfirlerin beklentileri
reddedilmektedir. Onlar Rablerinin affına, mağfiretine mazhar olamayacaklardır.
Varıp gidecekleri yer kesinlikle cehennem olacaktır. Onlara “İşte bu, kendisini
yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilerek utandırılacaklar ve pişmanlıkları
artırılacaktır.
Daha evvel birçok ayetten (Meryem/77- 80, Fussilet/50, Nisa/56, İsra/97, Al-i
Imran/77) inkârcıların ahirette de dünyadaki gibi saltanat süreceklerine inandıklarını
öğrenmiştik:
18-21
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların
kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi?
Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–
22-28
Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar
üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar,
mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı
Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık
yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–
Surenin önceki ayetlerinde Füccar’ın durumundan bahsedilmiş ve bu inançsız
günahkârların düşünceleri reddedilmişti. Bu ayetlerde ise Füccar’ın karşıtları olan
Ebrar’dan bahsedilmekte ve onların iyi durumları ortaya konmaktadır. Ebrar’dan
olan bu iyi insanların kayıtları Illiyyin’dedir. Illıyyin, kimsenin aklının eremeyeceği
derecede yüksek, yüce bir konumdur. Ona ancak “yaklaştırılmış” kimseler tanık
olabilir. Ebrar, nimet cennetlerinde, kendileri için hazırlanmış tahtlara kurulmuş,
Rabblerinin nimetlerini beklemektedirler. Mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır.
Onlara mühürlü; daha evvel hiç açılmamış, tadılmamış bir meşrubat sunulmaktadır.
Mührü misk olan bu içecek çok özel bir karışımdır.
‫الربرار‬EBRAR
Bu sözcük ile ilgili olarak daha evvelki surelerin tahlilinde detaylı açıklama
yapmıştık. Özetlemek gerekirse:
“Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan “birr” sözcüğü, “her türlü
hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir.
Sözcük, bu geniş anlamıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı
kapsamaktadır. “Ebrar” da kişilikleri bu iyiliklerle özdeşleşmiş kimselerdir.
“Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, Allah'a, ahir [son]
güne, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere,
yoksullara, yolcuya, dilenenlere ve boyundurukları çözmeye [hürriyeti olmayanların hürriyetlerine
kavuşmaları için], Allah sevgisi için vermek, namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde,
6
sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli
olanlar bunlardır. İşte bunlar takvalıların ta kendisidir.
(Bakara/177)
“ el-Berr” sıfatı hem Allah için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah için
kullanıldığında anlamı “Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan”
demektir. Kullar için kullanıldığında ise; “itaati yaygın, çok itaatkâr, sadık [sözünde
duran]” anlamına gelir. Sözcük bu anlamıyla Kur'an'da İsa ve Yahya peygamberler
için kullanılmıştır.
Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve
âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin
olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma
hâli” denebilir.
Takva ile ilgili açıklamalarımız A’râf suresinin tahlilinde verildiğinden,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
ILLİYYİN
Bu sözcük, “uluvv [yükseklik, yücelik]” sözcüğünün mübalağa kalıbından olup
“en yüksek nokta, en şerefli yer” anlamındadır.
Surede “füccar”ın kaydı ile “ebrar”ın kaydı mukayese edilmektedir. Füccarın
kaydı “en aşağı karanlık, çok muhkem bir zindan”da iken, “ebrar”ın kaydı “en
yüksek mevki”de bulundurulmaktadır.
‫روبون‬ّ‫ب‬ ‫المق‬MUKARREBUN [YAKLAŞTIRILMIŞLAR]
“Yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde açıklanmıştı:
10
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
11
İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.
12
İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14
Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24
Onlar, yaptıklarına karşılık olarak,
15
mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16
Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar.
17,23
Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır,
ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç
büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25
Orada boş söz, saçmalama ve
günaha sokan şeyleri işitmezler. 26
Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm
[sağlık, esenlik, mutluluk]!”
(Vakıa/10- 26)
Konumuz olan ayetlerde geçen “Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar”
ifadesiyle akıllı adamların yapması gereken hareket gösterilmiş ve dünyada hiçbir
şeyin “yaklaştırılmış”lar için hazırlananların yerini tutamayacağı, dünya malı için
yarışanların bunun için yarışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Buna benzer mesajlar
daha evvel (Saffat/38 61, Secde/15 17, İnsan/5-22, Kıyamet/22-23, Abese/38,39, Saffat/41- 49,
Muhammed/15) de geçmişti.
Ayetteki “… mührü/ neticesi misktir” ifadesi, “meşrubatın bulunduğu şişenin
başı misk ile mühürlenmiştir, kimse açmamıştır. Bunu tadan, o nimete mazhar olan
ilk kişi olacaktır” veya “o içkinin neticesinin misk olması” şeklinde anlaşılabilir.
Yani, bu kimse, meşrubatını bitirince, tadının hoşluğunun yanı sıra, onun lezzetini ve
en güzel kokusunu da alacaktır” anlamı çıkarılabilir. Kazançlı, hayırlı sonuçlar için
7
“misk gibi!” deyimi buradan gelse gerektir.
TESNİM
Ayette geçen “Karışımı Tesnim'dendir” ifadesindeki “tensim” sözcüğü, “ ‫م‬ ‫ن‬ ‫س‬
snm” kökündendir. “Senem”, her şeyin en üst, şerefli yeri demektir.6
Klasik yorumcular Tesnîm’in cennette bir çeşmenin özel ismi olduğunu;
suyunun cennetteki köşklerin yukarısından akarak kaplara döküldüğünü
söylemişlerdir.
Sözcüğün “nekre [belgisiz hal]” olduğu dikkate alındığında, ifadeden cennet
içeceklerinin insan aklının ötesinde, en değerli, en üstün, en şerefli, en çok zevk
veren maddeler ile karıştırılmış bir kokteyl şeklinde ikram edileceği anlaşılmaktadır.
Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
17
İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan
şeyleri bilmiyor!
(Secde/17)
71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır.
Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz
cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
(Zuhruf/71-73)
29
Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere
gülüyorlardı. 30
Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti
yapıyorlardı. 31
Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak
dönüyorlardı. 32
Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman;
“Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33
Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi
olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı.
Bundan evvelki ayetlerde kötülerin kötülüklerinin sonucu açıklanmıştı. Bu
ayetlerde de onların dünyadaki kötülükleri nakledilmektedir. Bunlar inananların bir
kısmını alaya alıp gülüyorlardı. Sonra da arkadaşlarının yanında onlarla nasıl
eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
Kılasik kaynaklarda bu kişilerin Kureyş'in elebaşılarından Velid b. el-Muğîre,
Ukbe b. Ebi Muayt, As b. Vail, Esved b. Abdi Yağus, As b. Hişam, Ebu Cehil ve
Nadr b. el-Haris' olduğu nakledilir. Çünkü bunlar ilk Müslümanların garibanları olan
Ammar, Habbab, Suheyb ve Bilal ile alay eder gülerlerdi.
Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu iki şeyi zikretmişlerdir:
1- Ayetteki "mücrimler" ile Ebû Cehil, Velid b. Muğlre, As b. Vâil es-Sehmî gibi kodaman
müşrikler kastedilmiş olup bunlar Ammar, Suheyb, Bilal (r.a) gibi fakir müslümanlara gülüyor ve
onlarla alay ediyorlardı.
2- Hz. Ali (r.a), bir müslüman cemaat ile geliyordu. Derken münafıklar onlarla alay edip
üzerlerine güldüler, birbirlerine kaş-göz işaretlerinde bulundular. Sonra kendi eş ve dostlarının
yanlarına döndüklerinde "Biz bugün kelleri gördük" dediler ve buna hep beraber gülüştüler. Bu ayet,
6
(Lisanü’l Arab, c.4 , s. 711, “snm” mad)
8
Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi.7
34-36
İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının
cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere gülecek.
108
Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109
Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup:
“Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin”
diyorlardı. 110
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü
unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111
Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık,
onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.”
(Mü'minûn/108- 111)
40
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma
vaktidir.
41,42
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına hiçbir şekilde yararı
olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
43-46
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir
sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
–“47,48
Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne
kaynar su azabından dökün.”–
–“49,50
Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin
kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”–
51-57
Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir
makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak
atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar,
orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.
Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
(Duhan/40 – 57)
Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan,
onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise
kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat
yaşayacakları mesajı verilmektedir.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
7
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
9
Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi.7
34-36
İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının
cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere gülecek.
108
Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109
Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup:
“Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin”
diyorlardı. 110
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü
unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111
Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık,
onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.”
(Mü'minûn/108- 111)
40
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma
vaktidir.
41,42
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına hiçbir şekilde yararı
olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
43-46
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir
sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
–“47,48
Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne
kaynar su azabından dökün.”–
–“49,50
Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin
kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”–
51-57
Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir
makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak
atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar,
orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.
Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
(Duhan/40 – 57)
Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan,
onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise
kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat
yaşayacakları mesajı verilmektedir.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
7
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
9

Weitere ähnliche Inhalte

Was ist angesagt? (20)

55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
Güzel ahlak
Güzel ahlakGüzel ahlak
Güzel ahlak
 
Güzel ahlak
Güzel ahlakGüzel ahlak
Güzel ahlak
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
İmam gazali ariflerin yolu
İmam gazali   ariflerin yoluİmam gazali   ariflerin yolu
İmam gazali ariflerin yolu
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
Amellerniyetleregoredir
AmellerniyetleregoredirAmellerniyetleregoredir
Amellerniyetleregoredir
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
Ahde vefa
Ahde vefaAhde vefa
Ahde vefa
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
Rad suresi tefsiri 1
Rad suresi tefsiri 1Rad suresi tefsiri 1
Rad suresi tefsiri 1
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 

Ähnlich wie 86. muttaffifin suresi (20)

51.yunus suresi
51.yunus suresi51.yunus suresi
51.yunus suresi
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
56. saffatsuresi
56. saffatsuresi56. saffatsuresi
56. saffatsuresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
50. isra suresi
50. isra suresi50. isra suresi
50. isra suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
88. enfal
88. enfal88. enfal
88. enfal
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
47. şuara suresi
47. şuara suresi47. şuara suresi
47. şuara suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 

Mehr von TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 

86. muttaffifin suresi

  • 1. 86 MUTAFFİFİN [HİLEBAZLAR] SURESİ GİRİŞ: Mutaffifin suresi Mekke’de 86. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “ ‫يفيفين‬ّ‫المطف‬ el Mütaffifin” sözcüğünden almıştır. Mutaffifin suresi Mekke’de inen son suredir. Aşağıda görüleceği üzere, nakillerde surenin Medine’de Medinelilere tebliğ edildiği aktarılarak surenin Medeni olduğu var sayılmıştır.1 Mutaffifin suresinin inişi ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır: Nesai'nin rivayetine göre, İbn Abhas söyle demiştir: Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde (Medineliler) ölçü ve tartı itibariyle insanların en kötüleri idiler. Yüce Allah: "Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!" buyruğunu indirdi. Onlar da bundan sonra ölçülerini güzel [doğru] yapmaya başladı.2 İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu (sure), Medine'ye gelip konakladığı vakit Rasûlullah (sav)'a nazil olmuş ilk sûredir. Bu özellik onlarda [Medinelilerde] vardı. Onlar bir şey satın aldıkları vakit, daha fazla bir ölçekle alırlardı. Fakat sattıklarında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Bu sûre nazil olunca, bu işten vazgeçtiler. O bakımdan onlar bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz ölçü yapanlardır.3 Bir kesim de şöyle demiştir: Buyruk, Ebu Cuheyne diye bilinen adı Amr olan bir kişi hakkında inmiştir. Bu adamın iki tane sâ'ı [kilesi] vardı. Birisi ile satın alıyor, diğeri ile diğerlerine veriyor [satıyor]du. Bu açıklamayı da Ebu Hureyre (r.a) yapmıştır.4 İkrime'nin rivayetine göre, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s) Medine'ye geldiğinde, Medinelilerin ölçü-tartıda en fazla noksan verenler olduğunu gördü. Bunun üzerine Hak Teâlâ bu ayeti indirdi. Onlar, artık bundan sonra dosdoğru ölçüp tartmaya başladılar." Yine Medinelilerin noksan ölçüp tartan tüccarlar olduğu, alış-verişlerinin, münabeze, mülamese, muhatara şeklinde olduğu için bu ayetin nazil olduğunu; derken Hz. Peygamber (s.a.s)'in çıkıp bu (ayeti) onlara okuduğunu ve "Beş şeye mukabil, beş şey vardır" dediğini; bunun üzerine, "Beş şeye mukabil beş şey ne demektir?" denilince de "Bir toplum ahdini bozarsa, Allah da onlara düşmanlarını musallat eder; Allah'ın indirdiği şeylerden başkasıyla hükmederse, o kavimde fakirlik yayılır; fuhuş yaygınlaştığı zaman ölüm yaygınlaşır; ölçü ve tartıda noksanlaştırdıklarında bitkiler bitmez ve onlar kıtlıkla başbaşa bırakılırlar; zekâtlarını vermezlerse yağmurları kesilir" buyurmuştur.5 Hâlbuki Resulullah’ın Medine'ye geldikten sonra bu sureyi Medinelilere tebliğ etmiş olması, onların da bu tebliğden sonra dürüst davranmaya başlaması, surenin Medine’de indiği anlamına gelmez. Çünkü o dönemde Mekke’de de tekelleşmiş, her türlü ticarette kontrolü eline almış, ellerinde büyük servetler bulunan, Yemen’e ve Şam’a kış ve yaz ticaret kervanları yollayan ve büyük kazanç elde eden, yakın çevredeki pazar ve panayırları kontrol altında tutan birçok hilebaz tüccar bulunuyordu. Surenin temel konusu ahiret olup dünyadaki her türlü kötülüğün -Maun suresinde de dile getirildiği gibi- ahirete inanmamaktan kaynaklandığı vurgulanmakta ve ahirete inanmanın ne kadar elzem olduğuna işaret edilmektedir. Zira bir toplum en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba 1 (Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî). 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 3 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 4 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 5 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 1
  • 2. çekileceğine inanmıyorsa, o toplumdan kötülüğün giderilmesi ve insanların dürüst olması beklenemez. Surede ayrıca Kur’an’da sıkça kullanılan karşıtlık metodu çerçevesinde iyiler ve kötülerin durumuna ve akıbetlerine dair bilgiler verilmektedir. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1-3 Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara! 4-6 Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı? 7-13 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.– 14 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur. 15 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir. 16 Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler. 17 Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir. 18-21 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!– 22-28 Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– ( 29 Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere gülüyorlardı. 30 Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. 31 Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. 32 Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı. 33 Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı. 34-36 İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının 2
  • 3. cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere gülecek. TAHLİL: 1-3 Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara! 4-6 Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı? Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan, başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara uğratmak suretiyle kâr elde etmeyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit edilmektedirler. Ayetlerdeki “Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekileceğini hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı: 1 Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah'ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3 İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Maun/1- 3) İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı kesinlikle yasaklamıştır. 152 Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.- ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.- söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-” (En’am/152) 35 Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir. (İsra/35) 7-9 Ve semayı da oluşturdu, onu yükseltti ve terazide/ölçüde/dengede taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi/ölçüyü/dengeyi koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye/ölçüye/dengeye zarar vermeyin. (Rahman/7- 9) Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara, hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir. 3
  • 4. Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır: 84-86 Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı elçi gönderdik. Şu‘ayb: “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey toplumum! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde kargaşacılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mü’min iseniz, Allah'ın bıraktığı/helâlinden size ihsan ettiği kâr, sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi. 87 Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı içeren dinin mi] emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” 88-90 Şu‘ayb: “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şâyet ben, Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben, size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Başarıya ulaşabilmem de ancak Allah iledir. Ben, yalnızca O'na işin sonucunu havale ettim ve ancak O'na yönelirim. Ve ey toplumum! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh toplumunun veya Hûd toplumunun veya Sâlih toplumunun başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lût toplumu sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi. 91 Şu‘ayb'ın toplumu dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin akrabaların/ taraftarların olmasaydı kesinlikle seni taşa tutar öldürürdük. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün/galip gelecek durumun yoktur.” 92,93 Şu‘ayb: “Ey toplumum! Benim akrabalarım/taraftarlarım size karşı Allah'tan daha mı güçlü/değerli? Ve Allah'ı arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey toplumum! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi. 94 Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb'ı ve o'nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95 Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen'e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır. (Hud/86-95) Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde verilmiştir. 7-13 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.– Bu ayet grubu “ ‫الردع‬er Red’ (Engelleme)” edatı olan “ ‫ال‬ّke ‫ك‬kella” ile başlayarak inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada, inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir. “‫جرار‬ّke ‫الف‬ FÜCCAR” Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız olmuş ve “fücur” sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d- diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak açıklandığı ifade edilmişti. 4
  • 5. Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından dolayı “facir” denir. Sözcüğün çoğulu “‫جرار‬ّke ‫ف‬ füccar” veya “‫فججرة‬ fecere” şeklinde ifade edilir. SİCCİN Bu sözcük "hapishane" anlamındaki “sicn” isminden türetilmiştir. “En iyi, en sağlam, en iyi korunan zindan” anlamındadır. Anlaşılan o ki, kötülerin işlemiş oldukları amel defterleri [davranış tutanakları] burada olacaktır; yani burada korunacak, kaybolmayacak, çalınmayacak, silinmeyecektir. Adeta mermere işlenmişçesine sağlam kaydedilmiştir; silinmesi, yok olması kesinlikle söz konusu olmayacaktır. “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?” ifadesi ise bu kaydın korunağının ve boyutlarını kimsenin bilmediği anlamındadır. Yani Siccin, bilinen, duyulan en çetin zindanların da ötesinde bir zindandır. Bilindiği gibi Rabbimiz “… sana kim bildirdi?” şeklindeki soru-cevaplı anlatımı birçok önemli konuda [Karia/2,10, Hakka/1-3, Müddessir/27, Mürseat/14, İnfitar/17, 18, Tarık/2, Beled/12, Kadir/2, Hümeze/5] uygulamıştır. YALANLAYANLARIN NİTELİKLERİ Pasajda sözü edilen “yalanlayıcı” kimselerin birinci planda o günün tağutlarından Velid b. el-Muğire, Ebucehil, Nadr b. El-Haris ve benzerleri olduğu söylenebilir. Zira daha evvel bu tipler ile ilgili şu ayetler inmişti: 9-16 Onlar arzu ettiler ki, sen onlara yağ çekesin, onlar da hemen sana yağ çeksinler. Çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz; arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve oğulları var diye hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı şu asalakların hiçbirine itaat etme. Âhireti yalanlayan o kişi, âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman: “Daha öncekilerin masalları” dedi. Yakında Biz onun burnunu sürteceğiz. (Kalem/9-16) İkinci planda ise bu mel’unların karakterini taşıyan tüm zamanların yalanlayıcıları da aynı kapsamda anlaşılmalıdır. 14 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur. Bu ayette yine müşriklerin ahireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’an için “Daha öncekilerin masalları” deyişleri reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu kir ise kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir. Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku haline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık haline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Ayette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık haline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır. Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tin suresinin tahlilinde “Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi” başlığı altında detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz. 5
  • 6. 15 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir. 16 Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler. 17 Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir. Bu ayetlerde, gönülleri pas tutmuş olan kâfirlerin beklentileri reddedilmektedir. Onlar Rablerinin affına, mağfiretine mazhar olamayacaklardır. Varıp gidecekleri yer kesinlikle cehennem olacaktır. Onlara “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilerek utandırılacaklar ve pişmanlıkları artırılacaktır. Daha evvel birçok ayetten (Meryem/77- 80, Fussilet/50, Nisa/56, İsra/97, Al-i Imran/77) inkârcıların ahirette de dünyadaki gibi saltanat süreceklerine inandıklarını öğrenmiştik: 18-21 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!– 22-28 Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– Surenin önceki ayetlerinde Füccar’ın durumundan bahsedilmiş ve bu inançsız günahkârların düşünceleri reddedilmişti. Bu ayetlerde ise Füccar’ın karşıtları olan Ebrar’dan bahsedilmekte ve onların iyi durumları ortaya konmaktadır. Ebrar’dan olan bu iyi insanların kayıtları Illiyyin’dedir. Illıyyin, kimsenin aklının eremeyeceği derecede yüksek, yüce bir konumdur. Ona ancak “yaklaştırılmış” kimseler tanık olabilir. Ebrar, nimet cennetlerinde, kendileri için hazırlanmış tahtlara kurulmuş, Rabblerinin nimetlerini beklemektedirler. Mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır. Onlara mühürlü; daha evvel hiç açılmamış, tadılmamış bir meşrubat sunulmaktadır. Mührü misk olan bu içecek çok özel bir karışımdır. ‫الربرار‬EBRAR Bu sözcük ile ilgili olarak daha evvelki surelerin tahlilinde detaylı açıklama yapmıştık. Özetlemek gerekirse: “Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan “birr” sözcüğü, “her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir. Sözcük, bu geniş anlamıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. “Ebrar” da kişilikleri bu iyiliklerle özdeşleşmiş kimselerdir. “Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır: Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, Allah'a, ahir [son] güne, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilenenlere ve boyundurukları çözmeye [hürriyeti olmayanların hürriyetlerine kavuşmaları için], Allah sevgisi için vermek, namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde, 6
  • 7. sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. İşte bunlar takvalıların ta kendisidir. (Bakara/177) “ el-Berr” sıfatı hem Allah için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah için kullanıldığında anlamı “Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan” demektir. Kullar için kullanıldığında ise; “itaati yaygın, çok itaatkâr, sadık [sözünde duran]” anlamına gelir. Sözcük bu anlamıyla Kur'an'da İsa ve Yahya peygamberler için kullanılmıştır. Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma hâli” denebilir. Takva ile ilgili açıklamalarımız A’râf suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. ILLİYYİN Bu sözcük, “uluvv [yükseklik, yücelik]” sözcüğünün mübalağa kalıbından olup “en yüksek nokta, en şerefli yer” anlamındadır. Surede “füccar”ın kaydı ile “ebrar”ın kaydı mukayese edilmektedir. Füccarın kaydı “en aşağı karanlık, çok muhkem bir zindan”da iken, “ebrar”ın kaydı “en yüksek mevki”de bulundurulmaktadır. ‫روبون‬ّ‫ب‬ ‫المق‬MUKARREBUN [YAKLAŞTIRILMIŞLAR] “Yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde açıklanmıştı: 10 Öne geçenler de, öne geçenlerdir. 11 İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır. 12 İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler. 13,14 Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24 Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15 mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16 Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23 Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25 Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26 Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” (Vakıa/10- 26) Konumuz olan ayetlerde geçen “Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar” ifadesiyle akıllı adamların yapması gereken hareket gösterilmiş ve dünyada hiçbir şeyin “yaklaştırılmış”lar için hazırlananların yerini tutamayacağı, dünya malı için yarışanların bunun için yarışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Buna benzer mesajlar daha evvel (Saffat/38 61, Secde/15 17, İnsan/5-22, Kıyamet/22-23, Abese/38,39, Saffat/41- 49, Muhammed/15) de geçmişti. Ayetteki “… mührü/ neticesi misktir” ifadesi, “meşrubatın bulunduğu şişenin başı misk ile mühürlenmiştir, kimse açmamıştır. Bunu tadan, o nimete mazhar olan ilk kişi olacaktır” veya “o içkinin neticesinin misk olması” şeklinde anlaşılabilir. Yani, bu kimse, meşrubatını bitirince, tadının hoşluğunun yanı sıra, onun lezzetini ve en güzel kokusunu da alacaktır” anlamı çıkarılabilir. Kazançlı, hayırlı sonuçlar için 7
  • 8. “misk gibi!” deyimi buradan gelse gerektir. TESNİM Ayette geçen “Karışımı Tesnim'dendir” ifadesindeki “tensim” sözcüğü, “ ‫م‬ ‫ن‬ ‫س‬ snm” kökündendir. “Senem”, her şeyin en üst, şerefli yeri demektir.6 Klasik yorumcular Tesnîm’in cennette bir çeşmenin özel ismi olduğunu; suyunun cennetteki köşklerin yukarısından akarak kaplara döküldüğünü söylemişlerdir. Sözcüğün “nekre [belgisiz hal]” olduğu dikkate alındığında, ifadeden cennet içeceklerinin insan aklının ötesinde, en değerli, en üstün, en şerefli, en çok zevk veren maddeler ile karıştırılmış bir kokteyl şeklinde ikram edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: 17 İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! (Secde/17) 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” (Zuhruf/71-73) 29 Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere gülüyorlardı. 30 Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. 31 Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. 32 Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı. 33 Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı. Bundan evvelki ayetlerde kötülerin kötülüklerinin sonucu açıklanmıştı. Bu ayetlerde de onların dünyadaki kötülükleri nakledilmektedir. Bunlar inananların bir kısmını alaya alıp gülüyorlardı. Sonra da arkadaşlarının yanında onlarla nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Kılasik kaynaklarda bu kişilerin Kureyş'in elebaşılarından Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, As b. Vail, Esved b. Abdi Yağus, As b. Hişam, Ebu Cehil ve Nadr b. el-Haris' olduğu nakledilir. Çünkü bunlar ilk Müslümanların garibanları olan Ammar, Habbab, Suheyb ve Bilal ile alay eder gülerlerdi. Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu iki şeyi zikretmişlerdir: 1- Ayetteki "mücrimler" ile Ebû Cehil, Velid b. Muğlre, As b. Vâil es-Sehmî gibi kodaman müşrikler kastedilmiş olup bunlar Ammar, Suheyb, Bilal (r.a) gibi fakir müslümanlara gülüyor ve onlarla alay ediyorlardı. 2- Hz. Ali (r.a), bir müslüman cemaat ile geliyordu. Derken münafıklar onlarla alay edip üzerlerine güldüler, birbirlerine kaş-göz işaretlerinde bulundular. Sonra kendi eş ve dostlarının yanlarına döndüklerinde "Biz bugün kelleri gördük" dediler ve buna hep beraber gülüştüler. Bu ayet, 6 (Lisanü’l Arab, c.4 , s. 711, “snm” mad) 8
  • 9. Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi.7 34-36 İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere gülecek. 108 Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109 Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin” diyorlardı. 110 İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111 Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık, onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.” (Mü'minûn/108- 111) 40 Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma vaktidir. 41,42 O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına hiçbir şekilde yararı olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. 43-46 Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. –“47,48 Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.”– –“49,50 Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”– 51-57 Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/40 – 57) Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan, onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat yaşayacakları mesajı verilmektedir. Allah doğrusunu en iyi bilendir. 7 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 9
  • 10. Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi.7 34-36 İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere gülecek. 108 Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109 Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin” diyorlardı. 110 İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111 Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık, onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.” (Mü'minûn/108- 111) 40 Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma vaktidir. 41,42 O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına hiçbir şekilde yararı olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. 43-46 Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. –“47,48 Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.”– –“49,50 Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”– 51-57 Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/40 – 57) Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan, onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat yaşayacakları mesajı verilmektedir. Allah doğrusunu en iyi bilendir. 7 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 9