1. 68 ĞÂŞİYE SURESİ
GİRİŞ
“ غاشيةĞâşiye” suresi, Mekke’de 68. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “Ğâşiye
[Kuşatan]” sözcüğünden almıştır.
Bu surede de yine müminlerin ve müşriklerin âhıretteki durumları ele
alınmıştır. Afaktaki [evrendeki, dış dünyadaki] birçok ayete işaret edilerek
müşriklerden akıllarını başlarına almaları istenmiş, Resulullah’a da asli görevi
hatırlatılarak insanlara öğüt vermesi emredilmiştir.
İçeriğinden anlaşıldığına göre, sure bir defada topluca indirilmiştir.
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Kuşatan'ın haberi sana geldi mi?
2,3
Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş,
aşağılığa düşmüştür, 4,5
onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir
kaynaktan sulanırlar.
6,7
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka
yiyecek yoktur.
8-16
Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için
hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada
akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler,
dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.
17
Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara
bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş?
18
Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş?
19
Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş?
20
Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış?
21,22
Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir
öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.
23,24
Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile
azap edecek.
25
Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir.
26
Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir.
TAHLİL:
1
Kuşatan'ın haberi sana geldi mi?
Sure, insanların başına gelecek ve kurtulmalarının mümkün olmayacağı büyük
1
2. felakete dikkat çekilerek peygambere ve tüm dinleyenlere yöneltilen bir soru
başlamıştır. Bu soru, cevabı belli olan bir sorudur ve anlamı “Kuşatan’ın haberi
sana gelmiş bulunmaktadır” demektir. Haberi gelen bu olay, dehşet ve korkutucu
halleriyle bütün mahlûkatı kapsayacak olan kıyamettir. Bu ifadeler ile müşrikler
korkutulmakta, müminler de müjdelenmektedir.
Kıyametin tüm insanlığı sarıp sarmalayacağı, cehennemin de inkârcıları
kuşatacağı birçok ayette (Ta Ha/135, Vakıa/1- 7, İbrahim/48- 51, Yusuf/107, Ankebut/55,
Araf/41) bildirilmiştir.
2,3
Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş,
aşağılığa düşmüştür, 4,5
onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir
kaynaktan sulanırlar.
6,7
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka
yiyecek yoktur.
Bu ayetlerde, “ شيةشغاشğâşiye” diye nitelenen olay anında meydana gelecek
hallerden müşriklere yönelik olanlar kısaca nakledilmektedir: “Yüzler [kişiler] var
ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, zillete düşmüştür, onlar
kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. Onlar için güç
vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.”
“ وجوهVücûh [yüzler]” sözcüğü ile kişilerin “zat”ları kastedilmiş olup ayette
bir “cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” yapılmıştır. Kast edilen kimseler bizzat o yüzlerin
sahipleridir. Sözü edilen bu yüzler ise, o gün bürünecekleri nitelikler itibariyle
inkârcıları temsil etmektedir. Vesikalık fotoğraftaki bir yüz nasıl o kişinin bütün
varlığını temsil ediyorsa, “yüz” sözcüğü de Arapçada varlıkların en belirleyici
organı olması sebebiyle o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder.
Suçluların ahiretteki zelillikleri; kızgın ateşe sokulmaları, kaynar su, irin
içirilmeleri, diken yedirilmeleri ve diğer aşağılanma şekilleri birçok ayette dile
getirilmiştir. Bu ayetlerden bazılarını naklediyoruz:
12
Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve
dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz”
derlerken bir görsen!
(Secde/12)
45
Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken
ateşe sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve
ailelerini, yakınlarını kıyâmet günü zarara uğratmış olan kimselerdir” dediler. Gözünüzü açın!
Şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar devamlı bir azap içerisindedirler.
(Şûra/ 45)
108
O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara
dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
(Ta Ha/108)
Ve Saffat/161- 163, Hakkah/30 37, Nisa/115, Rahman/44, Kehf/29, Hakka/30- 37,
Müzzemmil/12,13, Saffat/63, Duhan/43, Vakıa/52.
Kur’an’ın bazı yerlerinde cehennemliklerin zakkum ve irinden başka
yiyeceklerinin olmadığı ifade edilirken, burada kuru bir dikenden başka
yiyeceklerinin olmadığı anlatılmaktadır. “Kuru bir diken” ile “işe yaramaz, insan
2
3. yiyeceği olmayan, azap edilenlerin de yemeyeceği bir yiyecek” kastedilmiş ve
müşrikler aşağılanmıştır.
2. ayetteki “çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen” ifadesinden, sözü edilen
inkârcılar grubunun bir şeyler yapmış oldukları ama emeklerinin boşa gittiği
anlaşılmaktadır. Zira imansız olarak işlenen amellerin işe yaramayacağı, teraziye
konmayacağı birçok kez ihtar edilmiştir:
103
De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104
Onlar, yapay
olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
105
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi
de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü
tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
106
İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve
elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
(Kehf/103- 106)
85
Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir.
Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır.
(Al-i Imran/85)
91
Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları
hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla
kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan
da yoktur.
(Al-i Imran/91)
8-16
Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için
hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada
akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler,
dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.
İnkârcılarla ilgili anlatımdan sonra bu ayet grubunda da müminleri kuşatan
ahiret ortamı ve oradaki halleri anlatılmaktadır. Müminler, çektikleri meşakkatler ve
salihat işlemeleri karşılığında ahirette tüm bunların karşılığını fazlasıyla almışlar ve
çok mutlu bir konumdadırlar.
Cennetliklerin konumları Kur’an’da birçok (Muttaffifin/22-24, Nebe’/31- 37,
İnsan/5- 22, Vakıa/15- 26, Yunus/26, Hıcr/45 48, Meryem/62, Tur/23) kez nakledilmiştir:
17
Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara
bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş?
18
Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş?
19
Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş?
20
Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış?
Bu ayet gurubunda Rabbimiz zihinleri afaktaki [dış dünyadaki, evrendeki]
ayetlere yönelterek insanların bu ayetler hakkında gözlem yapmalarını istemektedir.
Bunu soru yönelterek yapması, söz konusu ayetleri gördükleri halde gerçeği
anlamayanları kınama anlamı taşımaktadır. Zira tefekküre dayanan bir gözlem
sonunda Allah’a inanmamak ve O’nun yeryüzünü ve tüm evreni bir ecel ile
yarattığını anlamamak mümkün değildir.
Dağlar, gökyüzü ve arza yönelik ayetler daha önce birçok kez detaylı olarak
3
4. nakledilmişti. Burada özellikle dikkat çekilen nokta “İbil”in yaratılışı olgusudur.
17. ayette geçen “ إببلibil” sözcüğü, ilk Mushaflarda “ ل ب اebl” harfleriyle
harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğü harekelerken [ses verirken] “ إبلibil” veya “
بلببّلإ ibbil” olarak okumak mümkündür. Sözcük “ibil” şeklinde okunursa “deve”;
“ibbil” şeklinde okunursa “yağmur yüklü bulut” anlamına gelmektedir.1
Derim ki: el-Asmaî Ebu Said Abdulmelik b. Kurayb'ın naklettiğine göre, Ebu
Amr şöyle demiştir: "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına?"
buyruğundaki “İbil” kelimesini şeddesiz olarak okuyanların bu okuyuşu ile maksat
devedir. Çünkü deve dört ayaklılardandır. Yere çöker ve üzerine yük vurulur.
Diğerleri ise dört ayaklı olmakla birlikte, yük onlara ayakta oldukları halde vurulur.
Bu kelimeyi şeddeli olarak okuyanların okuyuşuna göre ise, bununla su ve
yağmur taşıyan bulutlar kastedilmiş olur.2
Kelimenin kıraati genelde “ إبلibil [deve]” diye kabul görmüş olsa da, biz her
iki okuyuşa göre de değerlendirme yapacağız:
İBİL [DEVE]
Vahyin ilk muhatapları olan Arapların dikkati yaşam alanlarındaki en önemli
hayvan olan deveye çekilmiş, devenin yaratılış özellikleri üzerinde düşünerek
Allah’ı tanımaları, takdir etmeleri sonucuna varmaları istenmiştir.
Gözlem yapıldığında, Allah’ın deveyi insana boyun eğdirdiği, küçük bir
çocuğun bile deveyi yönlendirebildiği görülür.
Deve birçok hayvanın özelliğini topluca taşır. Rabbimiz, insanlarca yetiştirilen
hayvanları çeşitli maksatlardan ötürü; kimini eti yenilsin, kimini sütü içilsin, kimini
yolculukta binilsin, kimini de insanların eşyalarını taşısın diye yaratmıştır. Bu
hayvanların içinde insanlara süs ve güzellik olsun diye yaratılanlar da vardır.
Gerçek şu ki, sayılan bu özelliklerin hepsi de devede mevcuttur. Çünkü eti yenir,
sütü içilir, yük taşıtılır, üzerine binilir, dersinden ve yününden istifade edilir. Bu
özellikleriyle bölge insanının en gözde varlığıdır.
71
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden
birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
72
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır.
Onlardan yiyip duruyorlar da.
73
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin
karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?
(Ya Sin/71, 73)
5
Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz,
onlardan bir kısmını da yersiniz.
6
Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik
vardır.
7
Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak ulaşabileceğiniz bir
memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8
Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu.
Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor.
(Nahl/5- 8)
1
(Lisanü’l Arab, c. 1, s. 55, Tacü’l Arus; c. 14, s. 4, “ebl” mad.)
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
5. Devenin herkesçe bilinen başka özellikleri de vardır:
Her şeyden önce, vücudundaki her detay ayrı bir yaratılış mucizesidir. Çölün
kavurucu sıcağında her türlü canlının en büyük ihtiyacı sudur. Çölde su bulmak ise
son derece zordur. Ayrıca uçsuz bucaksız kum denizinin ortasında yiyecek bulmak
da su temin etmekten daha kolay değildir. Bütün bu zorluklar, çölde yaşayabilecek
bir hayvanın açlık ve susuzluğa çok dayanıklı olmasını gerektirmektedir.
Nitekim deve açlık ve susuzluğa son derece dayanıklı yaratılmıştır. Öyle ki, 50
derece sıcaklıkta tam 8 gün boyunca aç ve susuz yaşayabilir.
Günlerce susuz yaşayabilen deve, bir su kaynağı bulduğunda kendisine uzun
süre yetecek miktarda su depo etme yeteneğiyle yaratılmıştır. 10 dakikada vücut
ağırlıklarının üçte biri oranında su içebilirler. Bu miktar bazen tek seferde 130 litre
suya ulaşabilmektedir.
Açlığa karşı devenin vücudunda özel bir besin deposu yaratılmıştır. Bu depo
devenin sırtındaki hörgücüdür.
Hörgüç içinde 40 kiloya yakın yağ depolanır. Bu depo sayesinde deve günler
boyunca hiç yemek yemeden yol alabilir.
Çölde bulunan yiyeceklerin çoğu kuru ve dikenlidir. Ne var ki, devenin
sindirim sistemi bu zor şartlara da uygun olarak yaratılmıştır. Hayvanın dudakları
ve dişleri sivri dikenleri bile rahatlıkla yemesini sağlayacak yapıdadır. Özel bir
tasarıma sahip midesi ise çöldeki hemen her bitkiyi öğütebilecek kadar güçlüdür.
Çöller ansızın bastıran şiddetli rüzgârları ile ünlüdür. Bu rüzgârlar genellikle
kum fırtınaları şeklinde eserler. Bu fırtınaların savurduğu keskin kum tanecikleri
boğucu ve kör edicidir. Yüce Allah, bu güç şartları aşabilmesi için devenin
vücudunda yine özel koruma sistemleri yaratmıştır.
Devenin göz kapakları şeffaftır. Bu kapaklar hayvanın gözlerini hem tozdan ve
kum tanelerinden korur, hem de gözleri kapalıyken bile ışığı görebilmesini sağlar.
Uzun ve sık kirpikleri ise gözüne toz girmesine izin vermeyecek şekilde
yaratılmıştır.
Devenin burnunda da özel bir tasarım vardır. Kum fırtınası başladığı anda,
burun delikleri özel kapakçıklarla kapanır.
Çölde yolculuk yapan bir araç için en büyük tehlikelerden biri kuma
saplanmaktır. Ancak yüzlerce kilo yük taşımasına rağmen deve için böyle bir
tehlike yoktur. Çünkü devenin ayakları da çöl için özel yaratılmıştır.
Hayvanın geniş ayak parmakları kuma gömülmesini engeller ve bir kar
ayakkabısı gibi görev yapar.
Devenin uzun bacakları da gövdesini çöl zemininin yakıcı sıcağından uzak
tutar.
Devenin vücudu sık ve sert tüylerle kaplıdır. Bu post, hayvanı hem güneşin
yakıcı ışınlarından, hem de güneş battıktan sonra başlayan çöl soğuğundan korur.
Devenin vücudunun belirli bölgelerinde kalın ve koruyucu deri tabakaları
vardır. Bu sert tabakalar, deve kızgın kuma oturduğu zaman kumla temas edecek
bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede hayvanın derisi sıcaktan kavrulmaz. Bu sert
deri tabakaları zamanla oluşan birer nasır değildir. Deve bunlarla birlikte doğar. Bu
özel tasarım, devenin yaratılışındaki mükemmelliği bir kez daha göstermektedir.
Devenin tüm bu özellikleri üzerinde dikkatle düşünülmelidir: Susuzluğa
dayanmasını sağlayacak özel sistemleri, açlığa dayanmasını sağlayacak hörgücü,
kuma gömülmesini engelleyen ayak yapısı, gözlerini kumdan koruyan şeffaf göz
kapakları, kirpikleri, kum fırtınalarına karşı özel tasarıma sahip burnu, dikenleri ve
çöl bitkilerini yiyebilmesini sağlayan ağız, diş ve dudak yapısı, her türlü yiyeceği
sindirmesini sağlayan sindirim sistemi, kızgın kumdan derisini koruyan özel deri
5
6. tabakaları, hem sıcaktan hem soğuktan korunmak için tasarlanmış özel kürkü
tesadüf eseri olmayıp bu hayvanın akıllı bir tasarımla yaratıldığını gösterir. Böyle
bir mucize yaratık da yalnızca Allah’ın eseri olabilir.
لİبّلإİBİL [YAĞMUR YÜKLÜ BULUT]
Sözcüğü bu anlamıyla ele aldığımızda Rabbimiz Arabistan ortamındaki suya
hasret kimselerin dikkatlerini yağmur yüklü bulutlara çekmiş olmaktadır. Yağmur
yüklü bulutların o kimselerin hayatındaki önemi ve bulutların çok uzak yerlerden
oluşturulup onların üzerine getirilişi üzerinde düşünmeleri istenmiştir.
Bu anlam, ayetin mesajının Arabistan ortamından çıkarılıp tüm evrene şamil
olması açısından tercihe şayandır. Zira suyun buharlaşması, buharın göğe
yükselmesi, yoğunlaşması ve sonunda yere düşmesi şeklindeki olağanüstü
dönüşümlü sürece çekilen dikkat, deveye çekilen dikkatten daha uygun
düşmektedir. Bu anlam aynı zamanda pasajda dikkat çekilen “gökyüzü, dağlar ve
yeryüzü” ile de daha uyumlu olmaktadır.
Gökyüzü, dağlar ve yeryüzünün gözlemlenmesi üzerine yüzlerce ayet
mevcuttur. Bundan evvelki surelerde bunlardan birçoğu sunulmuştu.
21,22
Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir
öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.
Bu ayetlerde Resulullah’a asli görevi olan öğütçülük hatırlatılmaktadır.
Kimseyi zorla iman için zorlamaması emredilmektedir. Bunca makul delile rağmen
hâlâ inanmamakta direnenler varsa, onları zorlayarak inandırmak elçinin görevi
değildir. Elçinin görevi onlara doğru ve yanlış yolları göstermek ve yanlış yola
gitmenin sonucu hakkında onları uyarmaktır.
Dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu
birçok ayette (Bakara/256, Kehf/29, En’am/149, Kaf/45, Yunus/99, Teğabün/2, Zümer/7, 15,
Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93,
Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’te
açıkça belirtilmiştir.
23,24
Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile
azap edecek.
25
Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir.
26
Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir.
Surenin bu son ayetleri ise genel bir beyanname niteliğindedir. Herkese
yöneliktir. Bunca ayeti görmezden gelerek küfredenler [gerçeği örtmeye çalışanlar]
ahırette cehennem ile cezalandırılacaklardır. Ayette konu edilen “en büyük azap”
cehennem azabıdır.
20,21
Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde
oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir.
Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız.
(Secde/21)
Kâfirlere iki tip azap söz konusudur: Birincisi, “edna [bayağı] azap” diye
6
7. nitelenen bu dünyadaki azaptır. Helak ediliş, sıkıntı, esaret, malın-mülkün, evladın
zayii ve ölüm anındaki sıkıntılar bu nitelikteki azabın kapsamı içindedir.
55
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit
dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
birileri iken canlarını çıkarmak istiyor.
(Tevbe/55)
101
Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice
alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da
çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
(Tevbe/101)
26-30
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan
kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı
zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir.
(Kıyamet/26- 30)
Azab-ı ekber [en büyük azap] ise ahıretteki cehennem azabıdır.
Ayetteki “ ىiلّىتو من الّى إilla men tevella” ifadesi, bir tenbih edatı olarak, “ من أال
ىiلّىتو elâ men tevellâ” şeklinde de okunmuştur.3
Bu nedenle, verdiğimiz mealde her iki formun anlamını da göstermiş
bulunuyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
7