SlideShare ist ein Scribd-Unternehmen logo
1 von 7
68 ĞÂŞİYE SURESİ
GİRİŞ
“ ‫غاشية‬Ğâşiye” suresi, Mekke’de 68. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “Ğâşiye
[Kuşatan]” sözcüğünden almıştır.
Bu surede de yine müminlerin ve müşriklerin âhıretteki durumları ele
alınmıştır. Afaktaki [evrendeki, dış dünyadaki] birçok ayete işaret edilerek
müşriklerden akıllarını başlarına almaları istenmiş, Resulullah’a da asli görevi
hatırlatılarak insanlara öğüt vermesi emredilmiştir.
İçeriğinden anlaşıldığına göre, sure bir defada topluca indirilmiştir.
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Kuşatan'ın haberi sana geldi mi?
2,3
Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş,
aşağılığa düşmüştür, 4,5
onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir
kaynaktan sulanırlar.
6,7
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka
yiyecek yoktur.
8-16
Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için
hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada
akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler,
dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.
17
Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara
bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş?
18
Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş?
19
Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş?
20
Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış?
21,22
Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir
öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.
23,24
Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile
azap edecek.
25
Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir.
26
Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir.
TAHLİL:
1
Kuşatan'ın haberi sana geldi mi?
Sure, insanların başına gelecek ve kurtulmalarının mümkün olmayacağı büyük
1
felakete dikkat çekilerek peygambere ve tüm dinleyenlere yöneltilen bir soru
başlamıştır. Bu soru, cevabı belli olan bir sorudur ve anlamı “Kuşatan’ın haberi
sana gelmiş bulunmaktadır” demektir. Haberi gelen bu olay, dehşet ve korkutucu
halleriyle bütün mahlûkatı kapsayacak olan kıyamettir. Bu ifadeler ile müşrikler
korkutulmakta, müminler de müjdelenmektedir.
Kıyametin tüm insanlığı sarıp sarmalayacağı, cehennemin de inkârcıları
kuşatacağı birçok ayette (Ta Ha/135, Vakıa/1- 7, İbrahim/48- 51, Yusuf/107, Ankebut/55,
Araf/41) bildirilmiştir.
2,3
Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş,
aşağılığa düşmüştür, 4,5
onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir
kaynaktan sulanırlar.
6,7
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka
yiyecek yoktur.
Bu ayetlerde, “ ‫شية‬‫ش‬‫غاش‬ğâşiye” diye nitelenen olay anında meydana gelecek
hallerden müşriklere yönelik olanlar kısaca nakledilmektedir: “Yüzler [kişiler] var
ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, zillete düşmüştür, onlar
kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. Onlar için güç
vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.”
“ ‫وجوه‬Vücûh [yüzler]” sözcüğü ile kişilerin “zat”ları kastedilmiş olup ayette
bir “cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” yapılmıştır. Kast edilen kimseler bizzat o yüzlerin
sahipleridir. Sözü edilen bu yüzler ise, o gün bürünecekleri nitelikler itibariyle
inkârcıları temsil etmektedir. Vesikalık fotoğraftaki bir yüz nasıl o kişinin bütün
varlığını temsil ediyorsa, “yüz” sözcüğü de Arapçada varlıkların en belirleyici
organı olması sebebiyle o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder.
Suçluların ahiretteki zelillikleri; kızgın ateşe sokulmaları, kaynar su, irin
içirilmeleri, diken yedirilmeleri ve diğer aşağılanma şekilleri birçok ayette dile
getirilmiştir. Bu ayetlerden bazılarını naklediyoruz:
12
Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve
dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz”
derlerken bir görsen!
(Secde/12)
45
Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken
ateşe sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve
ailelerini, yakınlarını kıyâmet günü zarara uğratmış olan kimselerdir” dediler. Gözünüzü açın!
Şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar devamlı bir azap içerisindedirler.
(Şûra/ 45)
108
O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara
dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
(Ta Ha/108)
Ve Saffat/161- 163, Hakkah/30 37, Nisa/115, Rahman/44, Kehf/29, Hakka/30- 37,
Müzzemmil/12,13, Saffat/63, Duhan/43, Vakıa/52.
Kur’an’ın bazı yerlerinde cehennemliklerin zakkum ve irinden başka
yiyeceklerinin olmadığı ifade edilirken, burada kuru bir dikenden başka
yiyeceklerinin olmadığı anlatılmaktadır. “Kuru bir diken” ile “işe yaramaz, insan
2
yiyeceği olmayan, azap edilenlerin de yemeyeceği bir yiyecek” kastedilmiş ve
müşrikler aşağılanmıştır.
2. ayetteki “çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen” ifadesinden, sözü edilen
inkârcılar grubunun bir şeyler yapmış oldukları ama emeklerinin boşa gittiği
anlaşılmaktadır. Zira imansız olarak işlenen amellerin işe yaramayacağı, teraziye
konmayacağı birçok kez ihtar edilmiştir:
103
De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104
Onlar, yapay
olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
105
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi
de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü
tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
106
İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve
elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
(Kehf/103- 106)
85
Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir.
Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır.
(Al-i Imran/85)
91
Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları
hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla
kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan
da yoktur.
(Al-i Imran/91)
8-16
Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için
hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada
akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler,
dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.
İnkârcılarla ilgili anlatımdan sonra bu ayet grubunda da müminleri kuşatan
ahiret ortamı ve oradaki halleri anlatılmaktadır. Müminler, çektikleri meşakkatler ve
salihat işlemeleri karşılığında ahirette tüm bunların karşılığını fazlasıyla almışlar ve
çok mutlu bir konumdadırlar.
Cennetliklerin konumları Kur’an’da birçok (Muttaffifin/22-24, Nebe’/31- 37,
İnsan/5- 22, Vakıa/15- 26, Yunus/26, Hıcr/45 48, Meryem/62, Tur/23) kez nakledilmiştir:
17
Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara
bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş?
18
Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş?
19
Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş?
20
Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış?
Bu ayet gurubunda Rabbimiz zihinleri afaktaki [dış dünyadaki, evrendeki]
ayetlere yönelterek insanların bu ayetler hakkında gözlem yapmalarını istemektedir.
Bunu soru yönelterek yapması, söz konusu ayetleri gördükleri halde gerçeği
anlamayanları kınama anlamı taşımaktadır. Zira tefekküre dayanan bir gözlem
sonunda Allah’a inanmamak ve O’nun yeryüzünü ve tüm evreni bir ecel ile
yarattığını anlamamak mümkün değildir.
Dağlar, gökyüzü ve arza yönelik ayetler daha önce birçok kez detaylı olarak
3
nakledilmişti. Burada özellikle dikkat çekilen nokta “İbil”in yaratılışı olgusudur.
17. ayette geçen “ ‫إببل‬ibil” sözcüğü, ilk Mushaflarda “ ‫ل‬ ‫ب‬ ‫ا‬ebl” harfleriyle
harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğü harekelerken [ses verirken] “ ‫إبل‬ibil” veya “
‫بل‬‫ب‬‫ب‬ّ‫ل‬‫إ‬ ibbil” olarak okumak mümkündür. Sözcük “ibil” şeklinde okunursa “deve”;
“ibbil” şeklinde okunursa “yağmur yüklü bulut” anlamına gelmektedir.1
Derim ki: el-Asmaî Ebu Said Abdulmelik b. Kurayb'ın naklettiğine göre, Ebu
Amr şöyle demiştir: "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına?"
buyruğundaki “İbil” kelimesini şeddesiz olarak okuyanların bu okuyuşu ile maksat
devedir. Çünkü deve dört ayaklılardandır. Yere çöker ve üzerine yük vurulur.
Diğerleri ise dört ayaklı olmakla birlikte, yük onlara ayakta oldukları halde vurulur.
Bu kelimeyi şeddeli olarak okuyanların okuyuşuna göre ise, bununla su ve
yağmur taşıyan bulutlar kastedilmiş olur.2
Kelimenin kıraati genelde “ ‫إبل‬ibil [deve]” diye kabul görmüş olsa da, biz her
iki okuyuşa göre de değerlendirme yapacağız:
İBİL [DEVE]
Vahyin ilk muhatapları olan Arapların dikkati yaşam alanlarındaki en önemli
hayvan olan deveye çekilmiş, devenin yaratılış özellikleri üzerinde düşünerek
Allah’ı tanımaları, takdir etmeleri sonucuna varmaları istenmiştir.
Gözlem yapıldığında, Allah’ın deveyi insana boyun eğdirdiği, küçük bir
çocuğun bile deveyi yönlendirebildiği görülür.
Deve birçok hayvanın özelliğini topluca taşır. Rabbimiz, insanlarca yetiştirilen
hayvanları çeşitli maksatlardan ötürü; kimini eti yenilsin, kimini sütü içilsin, kimini
yolculukta binilsin, kimini de insanların eşyalarını taşısın diye yaratmıştır. Bu
hayvanların içinde insanlara süs ve güzellik olsun diye yaratılanlar da vardır.
Gerçek şu ki, sayılan bu özelliklerin hepsi de devede mevcuttur. Çünkü eti yenir,
sütü içilir, yük taşıtılır, üzerine binilir, dersinden ve yününden istifade edilir. Bu
özellikleriyle bölge insanının en gözde varlığıdır.
71
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden
birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
72
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır.
Onlardan yiyip duruyorlar da.
73
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin
karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?
(Ya Sin/71, 73)
5
Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz,
onlardan bir kısmını da yersiniz.
6
Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik
vardır.
7
Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak ulaşabileceğiniz bir
memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8
Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu.
Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor.
(Nahl/5- 8)
1
(Lisanü’l Arab, c. 1, s. 55, Tacü’l Arus; c. 14, s. 4, “ebl” mad.)
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
Devenin herkesçe bilinen başka özellikleri de vardır:
Her şeyden önce, vücudundaki her detay ayrı bir yaratılış mucizesidir. Çölün
kavurucu sıcağında her türlü canlının en büyük ihtiyacı sudur. Çölde su bulmak ise
son derece zordur. Ayrıca uçsuz bucaksız kum denizinin ortasında yiyecek bulmak
da su temin etmekten daha kolay değildir. Bütün bu zorluklar, çölde yaşayabilecek
bir hayvanın açlık ve susuzluğa çok dayanıklı olmasını gerektirmektedir.
Nitekim deve açlık ve susuzluğa son derece dayanıklı yaratılmıştır. Öyle ki, 50
derece sıcaklıkta tam 8 gün boyunca aç ve susuz yaşayabilir.
Günlerce susuz yaşayabilen deve, bir su kaynağı bulduğunda kendisine uzun
süre yetecek miktarda su depo etme yeteneğiyle yaratılmıştır. 10 dakikada vücut
ağırlıklarının üçte biri oranında su içebilirler. Bu miktar bazen tek seferde 130 litre
suya ulaşabilmektedir.
Açlığa karşı devenin vücudunda özel bir besin deposu yaratılmıştır. Bu depo
devenin sırtındaki hörgücüdür.
Hörgüç içinde 40 kiloya yakın yağ depolanır. Bu depo sayesinde deve günler
boyunca hiç yemek yemeden yol alabilir.
Çölde bulunan yiyeceklerin çoğu kuru ve dikenlidir. Ne var ki, devenin
sindirim sistemi bu zor şartlara da uygun olarak yaratılmıştır. Hayvanın dudakları
ve dişleri sivri dikenleri bile rahatlıkla yemesini sağlayacak yapıdadır. Özel bir
tasarıma sahip midesi ise çöldeki hemen her bitkiyi öğütebilecek kadar güçlüdür.
Çöller ansızın bastıran şiddetli rüzgârları ile ünlüdür. Bu rüzgârlar genellikle
kum fırtınaları şeklinde eserler. Bu fırtınaların savurduğu keskin kum tanecikleri
boğucu ve kör edicidir. Yüce Allah, bu güç şartları aşabilmesi için devenin
vücudunda yine özel koruma sistemleri yaratmıştır.
Devenin göz kapakları şeffaftır. Bu kapaklar hayvanın gözlerini hem tozdan ve
kum tanelerinden korur, hem de gözleri kapalıyken bile ışığı görebilmesini sağlar.
Uzun ve sık kirpikleri ise gözüne toz girmesine izin vermeyecek şekilde
yaratılmıştır.
Devenin burnunda da özel bir tasarım vardır. Kum fırtınası başladığı anda,
burun delikleri özel kapakçıklarla kapanır.
Çölde yolculuk yapan bir araç için en büyük tehlikelerden biri kuma
saplanmaktır. Ancak yüzlerce kilo yük taşımasına rağmen deve için böyle bir
tehlike yoktur. Çünkü devenin ayakları da çöl için özel yaratılmıştır.
Hayvanın geniş ayak parmakları kuma gömülmesini engeller ve bir kar
ayakkabısı gibi görev yapar.
Devenin uzun bacakları da gövdesini çöl zemininin yakıcı sıcağından uzak
tutar.
Devenin vücudu sık ve sert tüylerle kaplıdır. Bu post, hayvanı hem güneşin
yakıcı ışınlarından, hem de güneş battıktan sonra başlayan çöl soğuğundan korur.
Devenin vücudunun belirli bölgelerinde kalın ve koruyucu deri tabakaları
vardır. Bu sert tabakalar, deve kızgın kuma oturduğu zaman kumla temas edecek
bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede hayvanın derisi sıcaktan kavrulmaz. Bu sert
deri tabakaları zamanla oluşan birer nasır değildir. Deve bunlarla birlikte doğar. Bu
özel tasarım, devenin yaratılışındaki mükemmelliği bir kez daha göstermektedir.
Devenin tüm bu özellikleri üzerinde dikkatle düşünülmelidir: Susuzluğa
dayanmasını sağlayacak özel sistemleri, açlığa dayanmasını sağlayacak hörgücü,
kuma gömülmesini engelleyen ayak yapısı, gözlerini kumdan koruyan şeffaf göz
kapakları, kirpikleri, kum fırtınalarına karşı özel tasarıma sahip burnu, dikenleri ve
çöl bitkilerini yiyebilmesini sağlayan ağız, diş ve dudak yapısı, her türlü yiyeceği
sindirmesini sağlayan sindirim sistemi, kızgın kumdan derisini koruyan özel deri
5
tabakaları, hem sıcaktan hem soğuktan korunmak için tasarlanmış özel kürkü
tesadüf eseri olmayıp bu hayvanın akıllı bir tasarımla yaratıldığını gösterir. Böyle
bir mucize yaratık da yalnızca Allah’ın eseri olabilir.
‫ل‬İ‫ب‬ّ‫ل‬‫إ‬İBİL [YAĞMUR YÜKLÜ BULUT]
Sözcüğü bu anlamıyla ele aldığımızda Rabbimiz Arabistan ortamındaki suya
hasret kimselerin dikkatlerini yağmur yüklü bulutlara çekmiş olmaktadır. Yağmur
yüklü bulutların o kimselerin hayatındaki önemi ve bulutların çok uzak yerlerden
oluşturulup onların üzerine getirilişi üzerinde düşünmeleri istenmiştir.
Bu anlam, ayetin mesajının Arabistan ortamından çıkarılıp tüm evrene şamil
olması açısından tercihe şayandır. Zira suyun buharlaşması, buharın göğe
yükselmesi, yoğunlaşması ve sonunda yere düşmesi şeklindeki olağanüstü
dönüşümlü sürece çekilen dikkat, deveye çekilen dikkatten daha uygun
düşmektedir. Bu anlam aynı zamanda pasajda dikkat çekilen “gökyüzü, dağlar ve
yeryüzü” ile de daha uyumlu olmaktadır.
Gökyüzü, dağlar ve yeryüzünün gözlemlenmesi üzerine yüzlerce ayet
mevcuttur. Bundan evvelki surelerde bunlardan birçoğu sunulmuştu.
21,22
Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir
öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.
Bu ayetlerde Resulullah’a asli görevi olan öğütçülük hatırlatılmaktadır.
Kimseyi zorla iman için zorlamaması emredilmektedir. Bunca makul delile rağmen
hâlâ inanmamakta direnenler varsa, onları zorlayarak inandırmak elçinin görevi
değildir. Elçinin görevi onlara doğru ve yanlış yolları göstermek ve yanlış yola
gitmenin sonucu hakkında onları uyarmaktır.
Dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu
birçok ayette (Bakara/256, Kehf/29, En’am/149, Kaf/45, Yunus/99, Teğabün/2, Zümer/7, 15,
Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93,
Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’te
açıkça belirtilmiştir.
23,24
Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile
azap edecek.
25
Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir.
26
Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir.
Surenin bu son ayetleri ise genel bir beyanname niteliğindedir. Herkese
yöneliktir. Bunca ayeti görmezden gelerek küfredenler [gerçeği örtmeye çalışanlar]
ahırette cehennem ile cezalandırılacaklardır. Ayette konu edilen “en büyük azap”
cehennem azabıdır.
20,21
Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde
oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir.
Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız.
(Secde/21)
Kâfirlere iki tip azap söz konusudur: Birincisi, “edna [bayağı] azap” diye
6
nitelenen bu dünyadaki azaptır. Helak ediliş, sıkıntı, esaret, malın-mülkün, evladın
zayii ve ölüm anındaki sıkıntılar bu nitelikteki azabın kapsamı içindedir.
55
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit
dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
birileri iken canlarını çıkarmak istiyor.
(Tevbe/55)
101
Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice
alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da
çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
(Tevbe/101)
26-30
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan
kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı
zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir.
(Kıyamet/26- 30)
Azab-ı ekber [en büyük azap] ise ahıretteki cehennem azabıdır.
Ayetteki “ ‫ى‬i‫ل‬ّ‫ى‬‫تو‬ ‫من‬ ‫ال‬ّ‫ى‬ ‫إ‬illa men tevella” ifadesi, bir tenbih edatı olarak, “ ‫من‬ ‫أال‬
‫ى‬i‫ل‬ّ‫ى‬‫تو‬ elâ men tevellâ” şeklinde de okunmuştur.3
Bu nedenle, verdiğimiz mealde her iki formun anlamını da göstermiş
bulunuyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
7

Weitere ähnliche Inhalte

Was ist angesagt? (20)

Mecalis i saba
Mecalis i sabaMecalis i saba
Mecalis i saba
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
 
12 EylüL
12 EylüL12 EylüL
12 EylüL
 
16. tekasür suresi
16. tekasür suresi16. tekasür suresi
16. tekasür suresi
 
Cehennem
CehennemCehennem
Cehennem
 
Ibn haldun-mukaddime-özet
Ibn haldun-mukaddime-özetIbn haldun-mukaddime-özet
Ibn haldun-mukaddime-özet
 
82. infitar suresi
82. infitar suresi82. infitar suresi
82. infitar suresi
 
Araf 51 ..
Araf 51   ..Araf 51   ..
Araf 51 ..
 
Gafletten Uyanış
Gafletten UyanışGafletten Uyanış
Gafletten Uyanış
 
Esma i hüsna -76 el-munzir
Esma i hüsna -76  el-munzirEsma i hüsna -76  el-munzir
Esma i hüsna -76 el-munzir
 
12. inşirah suresi
12.  inşirah suresi12.  inşirah suresi
12. inşirah suresi
 
Esma i hüsna -78 el-metîn
Esma i hüsna -78  el-metînEsma i hüsna -78  el-metîn
Esma i hüsna -78 el-metîn
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
6. tebbet suresi
6. tebbet suresi6. tebbet suresi
6. tebbet suresi
 
Isarat ul icaz
Isarat ul icazIsarat ul icaz
Isarat ul icaz
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
 
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
 

Andere mochten auch (12)

69. kehf suresi
69. kehf suresi69. kehf suresi
69. kehf suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
70. nahl suresi
70. nahl suresi70. nahl suresi
70. nahl suresi
 
71. nuh suresi
71. nuh suresi71. nuh suresi
71. nuh suresi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
Díptico festival navidad 2015
Díptico festival navidad 2015Díptico festival navidad 2015
Díptico festival navidad 2015
 
Ramco HCM- Quick Sneak Peek
Ramco HCM- Quick Sneak Peek Ramco HCM- Quick Sneak Peek
Ramco HCM- Quick Sneak Peek
 
Robotica actual
Robotica actualRobotica actual
Robotica actual
 

Ähnlich wie 68. ğaşiye suresi (20)

80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 
81. naziat suresi
81. naziat suresi81. naziat suresi
81. naziat suresi
 
46.vakıa suresi
46.vakıa suresi46.vakıa suresi
46.vakıa suresi
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
37. kamer
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 
34. kaf
34.  kaf34.  kaf
34. kaf
 
29. kureyş suresi
29. kureyş suresi29. kureyş suresi
29. kureyş suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
36. tarik
36. tarik36. tarik
36. tarik
 
83. inşikak suresi
83. inşikak suresi83. inşikak suresi
83. inşikak suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
Islam ve çevre
Islam ve çevreIslam ve çevre
Islam ve çevre
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 
Mahşer Hayatı
Mahşer HayatıMahşer Hayatı
Mahşer Hayatı
 
Yasin suresi tefsiri
Yasin suresi tefsiriYasin suresi tefsiri
Yasin suresi tefsiri
 
2. kalem suresi
2. kalem suresi2. kalem suresi
2. kalem suresi
 
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali   i̇nançta hassas ölçülerİmam gazali   i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
 

Mehr von TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 

68. ğaşiye suresi

  • 1. 68 ĞÂŞİYE SURESİ GİRİŞ “ ‫غاشية‬Ğâşiye” suresi, Mekke’de 68. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “Ğâşiye [Kuşatan]” sözcüğünden almıştır. Bu surede de yine müminlerin ve müşriklerin âhıretteki durumları ele alınmıştır. Afaktaki [evrendeki, dış dünyadaki] birçok ayete işaret edilerek müşriklerden akıllarını başlarına almaları istenmiş, Resulullah’a da asli görevi hatırlatılarak insanlara öğüt vermesi emredilmiştir. İçeriğinden anlaşıldığına göre, sure bir defada topluca indirilmiştir. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 Kuşatan'ın haberi sana geldi mi? 2,3 Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5 onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. 6,7 Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. 8-16 Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır. 17 Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş? 18 Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş? 19 Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş? 20 Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış? 21,22 Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. 23,24 Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile azap edecek. 25 Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir. 26 Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir. TAHLİL: 1 Kuşatan'ın haberi sana geldi mi? Sure, insanların başına gelecek ve kurtulmalarının mümkün olmayacağı büyük 1
  • 2. felakete dikkat çekilerek peygambere ve tüm dinleyenlere yöneltilen bir soru başlamıştır. Bu soru, cevabı belli olan bir sorudur ve anlamı “Kuşatan’ın haberi sana gelmiş bulunmaktadır” demektir. Haberi gelen bu olay, dehşet ve korkutucu halleriyle bütün mahlûkatı kapsayacak olan kıyamettir. Bu ifadeler ile müşrikler korkutulmakta, müminler de müjdelenmektedir. Kıyametin tüm insanlığı sarıp sarmalayacağı, cehennemin de inkârcıları kuşatacağı birçok ayette (Ta Ha/135, Vakıa/1- 7, İbrahim/48- 51, Yusuf/107, Ankebut/55, Araf/41) bildirilmiştir. 2,3 Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5 onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. 6,7 Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. Bu ayetlerde, “ ‫شية‬‫ش‬‫غاش‬ğâşiye” diye nitelenen olay anında meydana gelecek hallerden müşriklere yönelik olanlar kısaca nakledilmektedir: “Yüzler [kişiler] var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, zillete düşmüştür, onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.” “ ‫وجوه‬Vücûh [yüzler]” sözcüğü ile kişilerin “zat”ları kastedilmiş olup ayette bir “cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” yapılmıştır. Kast edilen kimseler bizzat o yüzlerin sahipleridir. Sözü edilen bu yüzler ise, o gün bürünecekleri nitelikler itibariyle inkârcıları temsil etmektedir. Vesikalık fotoğraftaki bir yüz nasıl o kişinin bütün varlığını temsil ediyorsa, “yüz” sözcüğü de Arapçada varlıkların en belirleyici organı olması sebebiyle o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder. Suçluların ahiretteki zelillikleri; kızgın ateşe sokulmaları, kaynar su, irin içirilmeleri, diken yedirilmeleri ve diğer aşağılanma şekilleri birçok ayette dile getirilmiştir. Bu ayetlerden bazılarını naklediyoruz: 12 Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! (Secde/12) 45 Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ateşe sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ailelerini, yakınlarını kıyâmet günü zarara uğratmış olan kimselerdir” dediler. Gözünüzü açın! Şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar devamlı bir azap içerisindedirler. (Şûra/ 45) 108 O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın. (Ta Ha/108) Ve Saffat/161- 163, Hakkah/30 37, Nisa/115, Rahman/44, Kehf/29, Hakka/30- 37, Müzzemmil/12,13, Saffat/63, Duhan/43, Vakıa/52. Kur’an’ın bazı yerlerinde cehennemliklerin zakkum ve irinden başka yiyeceklerinin olmadığı ifade edilirken, burada kuru bir dikenden başka yiyeceklerinin olmadığı anlatılmaktadır. “Kuru bir diken” ile “işe yaramaz, insan 2
  • 3. yiyeceği olmayan, azap edilenlerin de yemeyeceği bir yiyecek” kastedilmiş ve müşrikler aşağılanmıştır. 2. ayetteki “çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen” ifadesinden, sözü edilen inkârcılar grubunun bir şeyler yapmış oldukları ama emeklerinin boşa gittiği anlaşılmaktadır. Zira imansız olarak işlenen amellerin işe yaramayacağı, teraziye konmayacağı birçok kez ihtar edilmiştir: 103 De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104 Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.” 105 İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz. 106 İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir. (Kehf/103- 106) 85 Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır. (Al-i Imran/85) 91 Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Al-i Imran/91) 8-16 Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır. İnkârcılarla ilgili anlatımdan sonra bu ayet grubunda da müminleri kuşatan ahiret ortamı ve oradaki halleri anlatılmaktadır. Müminler, çektikleri meşakkatler ve salihat işlemeleri karşılığında ahirette tüm bunların karşılığını fazlasıyla almışlar ve çok mutlu bir konumdadırlar. Cennetliklerin konumları Kur’an’da birçok (Muttaffifin/22-24, Nebe’/31- 37, İnsan/5- 22, Vakıa/15- 26, Yunus/26, Hıcr/45 48, Meryem/62, Tur/23) kez nakledilmiştir: 17 Peki yeniden dirilmeye inanmayanlar, develere/ yağmur yüklü bulutlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl oluşturulmuş? 18 Ve gökyüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yükseltilmiş? 19 Ve dağlara bakmıyorlar mı, onlar nasıl dikilmiş? 20 Ve yeryüzüne bakmıyorlar mı, o nasıl yayılmış? Bu ayet gurubunda Rabbimiz zihinleri afaktaki [dış dünyadaki, evrendeki] ayetlere yönelterek insanların bu ayetler hakkında gözlem yapmalarını istemektedir. Bunu soru yönelterek yapması, söz konusu ayetleri gördükleri halde gerçeği anlamayanları kınama anlamı taşımaktadır. Zira tefekküre dayanan bir gözlem sonunda Allah’a inanmamak ve O’nun yeryüzünü ve tüm evreni bir ecel ile yarattığını anlamamak mümkün değildir. Dağlar, gökyüzü ve arza yönelik ayetler daha önce birçok kez detaylı olarak 3
  • 4. nakledilmişti. Burada özellikle dikkat çekilen nokta “İbil”in yaratılışı olgusudur. 17. ayette geçen “ ‫إببل‬ibil” sözcüğü, ilk Mushaflarda “ ‫ل‬ ‫ب‬ ‫ا‬ebl” harfleriyle harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğü harekelerken [ses verirken] “ ‫إبل‬ibil” veya “ ‫بل‬‫ب‬‫ب‬ّ‫ل‬‫إ‬ ibbil” olarak okumak mümkündür. Sözcük “ibil” şeklinde okunursa “deve”; “ibbil” şeklinde okunursa “yağmur yüklü bulut” anlamına gelmektedir.1 Derim ki: el-Asmaî Ebu Said Abdulmelik b. Kurayb'ın naklettiğine göre, Ebu Amr şöyle demiştir: "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına?" buyruğundaki “İbil” kelimesini şeddesiz olarak okuyanların bu okuyuşu ile maksat devedir. Çünkü deve dört ayaklılardandır. Yere çöker ve üzerine yük vurulur. Diğerleri ise dört ayaklı olmakla birlikte, yük onlara ayakta oldukları halde vurulur. Bu kelimeyi şeddeli olarak okuyanların okuyuşuna göre ise, bununla su ve yağmur taşıyan bulutlar kastedilmiş olur.2 Kelimenin kıraati genelde “ ‫إبل‬ibil [deve]” diye kabul görmüş olsa da, biz her iki okuyuşa göre de değerlendirme yapacağız: İBİL [DEVE] Vahyin ilk muhatapları olan Arapların dikkati yaşam alanlarındaki en önemli hayvan olan deveye çekilmiş, devenin yaratılış özellikleri üzerinde düşünerek Allah’ı tanımaları, takdir etmeleri sonucuna varmaları istenmiştir. Gözlem yapıldığında, Allah’ın deveyi insana boyun eğdirdiği, küçük bir çocuğun bile deveyi yönlendirebildiği görülür. Deve birçok hayvanın özelliğini topluca taşır. Rabbimiz, insanlarca yetiştirilen hayvanları çeşitli maksatlardan ötürü; kimini eti yenilsin, kimini sütü içilsin, kimini yolculukta binilsin, kimini de insanların eşyalarını taşısın diye yaratmıştır. Bu hayvanların içinde insanlara süs ve güzellik olsun diye yaratılanlar da vardır. Gerçek şu ki, sayılan bu özelliklerin hepsi de devede mevcuttur. Çünkü eti yenir, sütü içilir, yük taşıtılır, üzerine binilir, dersinden ve yününden istifade edilir. Bu özellikleriyle bölge insanının en gözde varlığıdır. 71 Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. 72 Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. 73 Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler? (Ya Sin/71, 73) 5 Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz, onlardan bir kısmını da yersiniz. 6 Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır. 7 Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 8 Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor. (Nahl/5- 8) 1 (Lisanü’l Arab, c. 1, s. 55, Tacü’l Arus; c. 14, s. 4, “ebl” mad.) 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 4
  • 5. Devenin herkesçe bilinen başka özellikleri de vardır: Her şeyden önce, vücudundaki her detay ayrı bir yaratılış mucizesidir. Çölün kavurucu sıcağında her türlü canlının en büyük ihtiyacı sudur. Çölde su bulmak ise son derece zordur. Ayrıca uçsuz bucaksız kum denizinin ortasında yiyecek bulmak da su temin etmekten daha kolay değildir. Bütün bu zorluklar, çölde yaşayabilecek bir hayvanın açlık ve susuzluğa çok dayanıklı olmasını gerektirmektedir. Nitekim deve açlık ve susuzluğa son derece dayanıklı yaratılmıştır. Öyle ki, 50 derece sıcaklıkta tam 8 gün boyunca aç ve susuz yaşayabilir. Günlerce susuz yaşayabilen deve, bir su kaynağı bulduğunda kendisine uzun süre yetecek miktarda su depo etme yeteneğiyle yaratılmıştır. 10 dakikada vücut ağırlıklarının üçte biri oranında su içebilirler. Bu miktar bazen tek seferde 130 litre suya ulaşabilmektedir. Açlığa karşı devenin vücudunda özel bir besin deposu yaratılmıştır. Bu depo devenin sırtındaki hörgücüdür. Hörgüç içinde 40 kiloya yakın yağ depolanır. Bu depo sayesinde deve günler boyunca hiç yemek yemeden yol alabilir. Çölde bulunan yiyeceklerin çoğu kuru ve dikenlidir. Ne var ki, devenin sindirim sistemi bu zor şartlara da uygun olarak yaratılmıştır. Hayvanın dudakları ve dişleri sivri dikenleri bile rahatlıkla yemesini sağlayacak yapıdadır. Özel bir tasarıma sahip midesi ise çöldeki hemen her bitkiyi öğütebilecek kadar güçlüdür. Çöller ansızın bastıran şiddetli rüzgârları ile ünlüdür. Bu rüzgârlar genellikle kum fırtınaları şeklinde eserler. Bu fırtınaların savurduğu keskin kum tanecikleri boğucu ve kör edicidir. Yüce Allah, bu güç şartları aşabilmesi için devenin vücudunda yine özel koruma sistemleri yaratmıştır. Devenin göz kapakları şeffaftır. Bu kapaklar hayvanın gözlerini hem tozdan ve kum tanelerinden korur, hem de gözleri kapalıyken bile ışığı görebilmesini sağlar. Uzun ve sık kirpikleri ise gözüne toz girmesine izin vermeyecek şekilde yaratılmıştır. Devenin burnunda da özel bir tasarım vardır. Kum fırtınası başladığı anda, burun delikleri özel kapakçıklarla kapanır. Çölde yolculuk yapan bir araç için en büyük tehlikelerden biri kuma saplanmaktır. Ancak yüzlerce kilo yük taşımasına rağmen deve için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü devenin ayakları da çöl için özel yaratılmıştır. Hayvanın geniş ayak parmakları kuma gömülmesini engeller ve bir kar ayakkabısı gibi görev yapar. Devenin uzun bacakları da gövdesini çöl zemininin yakıcı sıcağından uzak tutar. Devenin vücudu sık ve sert tüylerle kaplıdır. Bu post, hayvanı hem güneşin yakıcı ışınlarından, hem de güneş battıktan sonra başlayan çöl soğuğundan korur. Devenin vücudunun belirli bölgelerinde kalın ve koruyucu deri tabakaları vardır. Bu sert tabakalar, deve kızgın kuma oturduğu zaman kumla temas edecek bölgelere yerleştirilmiştir. Bu sayede hayvanın derisi sıcaktan kavrulmaz. Bu sert deri tabakaları zamanla oluşan birer nasır değildir. Deve bunlarla birlikte doğar. Bu özel tasarım, devenin yaratılışındaki mükemmelliği bir kez daha göstermektedir. Devenin tüm bu özellikleri üzerinde dikkatle düşünülmelidir: Susuzluğa dayanmasını sağlayacak özel sistemleri, açlığa dayanmasını sağlayacak hörgücü, kuma gömülmesini engelleyen ayak yapısı, gözlerini kumdan koruyan şeffaf göz kapakları, kirpikleri, kum fırtınalarına karşı özel tasarıma sahip burnu, dikenleri ve çöl bitkilerini yiyebilmesini sağlayan ağız, diş ve dudak yapısı, her türlü yiyeceği sindirmesini sağlayan sindirim sistemi, kızgın kumdan derisini koruyan özel deri 5
  • 6. tabakaları, hem sıcaktan hem soğuktan korunmak için tasarlanmış özel kürkü tesadüf eseri olmayıp bu hayvanın akıllı bir tasarımla yaratıldığını gösterir. Böyle bir mucize yaratık da yalnızca Allah’ın eseri olabilir. ‫ل‬İ‫ب‬ّ‫ل‬‫إ‬İBİL [YAĞMUR YÜKLÜ BULUT] Sözcüğü bu anlamıyla ele aldığımızda Rabbimiz Arabistan ortamındaki suya hasret kimselerin dikkatlerini yağmur yüklü bulutlara çekmiş olmaktadır. Yağmur yüklü bulutların o kimselerin hayatındaki önemi ve bulutların çok uzak yerlerden oluşturulup onların üzerine getirilişi üzerinde düşünmeleri istenmiştir. Bu anlam, ayetin mesajının Arabistan ortamından çıkarılıp tüm evrene şamil olması açısından tercihe şayandır. Zira suyun buharlaşması, buharın göğe yükselmesi, yoğunlaşması ve sonunda yere düşmesi şeklindeki olağanüstü dönüşümlü sürece çekilen dikkat, deveye çekilen dikkatten daha uygun düşmektedir. Bu anlam aynı zamanda pasajda dikkat çekilen “gökyüzü, dağlar ve yeryüzü” ile de daha uyumlu olmaktadır. Gökyüzü, dağlar ve yeryüzünün gözlemlenmesi üzerine yüzlerce ayet mevcuttur. Bundan evvelki surelerde bunlardan birçoğu sunulmuştu. 21,22 Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. Bu ayetlerde Resulullah’a asli görevi olan öğütçülük hatırlatılmaktadır. Kimseyi zorla iman için zorlamaması emredilmektedir. Bunca makul delile rağmen hâlâ inanmamakta direnenler varsa, onları zorlayarak inandırmak elçinin görevi değildir. Elçinin görevi onlara doğru ve yanlış yolları göstermek ve yanlış yola gitmenin sonucu hakkında onları uyarmaktır. Dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu birçok ayette (Bakara/256, Kehf/29, En’am/149, Kaf/45, Yunus/99, Teğabün/2, Zümer/7, 15, Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93, Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’te açıkça belirtilmiştir. 23,24 Ancak/ Gözünüzü açın, kim yüz çevirir ve küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse artık Allah, ona en büyük azap ile azap edecek. 25 Şüphesiz onların dönüşleri yalnızca Biz'edir. 26 Sonra, şüphesiz onların hesabı da yalnızca Bizim üzerimizedir. Surenin bu son ayetleri ise genel bir beyanname niteliğindedir. Herkese yöneliktir. Bunca ayeti görmezden gelerek küfredenler [gerçeği örtmeye çalışanlar] ahırette cehennem ile cezalandırılacaklardır. Ayette konu edilen “en büyük azap” cehennem azabıdır. 20,21 Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. (Secde/21) Kâfirlere iki tip azap söz konusudur: Birincisi, “edna [bayağı] azap” diye 6
  • 7. nitelenen bu dünyadaki azaptır. Helak ediliş, sıkıntı, esaret, malın-mülkün, evladın zayii ve ölüm anındaki sıkıntılar bu nitelikteki azabın kapsamı içindedir. 55 Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor. (Tevbe/55) 101 Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir. (Tevbe/101) 26-30 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir. (Kıyamet/26- 30) Azab-ı ekber [en büyük azap] ise ahıretteki cehennem azabıdır. Ayetteki “ ‫ى‬i‫ل‬ّ‫ى‬‫تو‬ ‫من‬ ‫ال‬ّ‫ى‬ ‫إ‬illa men tevella” ifadesi, bir tenbih edatı olarak, “ ‫من‬ ‫أال‬ ‫ى‬i‫ل‬ّ‫ى‬‫تو‬ elâ men tevellâ” şeklinde de okunmuştur.3 Bu nedenle, verdiğimiz mealde her iki formun anlamını da göstermiş bulunuyoruz. Allah doğrusunu en iyi bilendir. 3 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 7