1. ÖZET OLARAK KIBRISIN VEGETASYON YAPISI
VE VEGETASWYON ARASI İLİŞKİLER
Botanikçiler Kıbrıs’ın bitki topluluklarını üç ana guruba ayırırlar, ormanlar, maki
topluluğu, garig veya firgana (kafkalla) vegetasyonu ve diğer topluluklar. Lokal alanlarda
tuzlu topraklarda, deniz kenarında ve dere kenarlarında izlenen vegetasyondur. Okuyucu
Kıbrıs florası üzerine yapılan araştırma ve çalışmaların dökümünü Dr. Servet Sami
Dedeçay’ın coşkulu bir dille kaleme aldığı “Kıbrıs’ta Kokulu Bitkiler ve Bunların İhtiva
Ettiği Kokulu Yağlar ve Sağaltıcı Özellikler cilt I . 1995” adlı eserinde bulabilir; Bunlardan en
çok bilinenler Esther F. Chapman’ın “Cyprus Trees and Shrubs” adlı çalışması R.D.
Meikle’nin “Floro of Cyprus” adlı iki ciltlik çalışması ve Dr. Deryek E. Viney’in “An
Illustrated Flora North Cyprus 1994” adlı çalışmalarıdır. Okuyucu Kıbrıs Florası üzerine
aradığı bilgileri bu kitaplardan bulabilir.
Burada en fazla izlenen bitkilerin yayılım alanları ile aralarındaki ilişkilere, jeolojik
yapı – iklim – toprak ilişkilerine ve Batıdan – Doğuya, Kuzeyden – Güneye yapıla gelen
ağaçlandırma çalışmaları sırasında yapılan gözlemlere yer verilecektir. Üzerinde duracağım
ana konu orman florası ile maki ve garikler arasındaki etkileşimdir. Yoksa burada uzun uzun
floranın türleri verilecek değildir.
Bir ülkenin vegetasyon yapısını etkileyen en önemli olgular; iklim, jeolojik yapı,
toprak, yükselti ve bakıdır. Bu beş madde bitki türlerini ve gelişimini, şekillenişini etkileyen
başlıca faktörlerdir.
Maki kelimesinin kökeni karışıktır. Bu sözcük Korsika dilindeki “Macehia”
kelimesinden türetilmiş olup, Akdeniz ülkelerinde kıyı vegetasyonunda gelişen sık ağaçlıklı
veya çalılıklı vegetasyonu tanımlamak için kullanılır. Tipik maki ortalama 2-4 metre
yükselebilen, rüzgar etkisine açık odunlarmış bitkilerden oluşur. (arbatus, cistus, myrtus,
erica, juniperus, gerista, rhamnus aleternus gibi) Garikler ise ekstran klimatik şartlara açık
sahillere yakın kalkerli arazilerde şekillenmiş bitki örtüsüdür ve henüz tam olarak
tamamlanmamıştır. Garikler orman içi açıklıklarda, tarım yapılmayan alanlarda bulunur.
İspanya’da “Fomillares”, Yunanistan’da Phrygane (Firgane), Doğu Akdenizde “batha” olarak
adlandırılır ve az su isteği olan ekstem yaşama ortamı talep eden bitkilere dayanır. Ayırt edici
özellikleri aromatik yağ üretmelerinden kaynaklanır. Thymus spp., Rosmarinus officionalis,
Lavendula stoechas, Salvia spp. Gibi türleri içerir. Aromatik yağ üretimi, bitki üzerinden
buharlaşmayı (yazın) azaltmak için geliştirilmiştir. Ayni şekilde bazı maki türlerinde de
(Mersin, Defne) yağ üretimi vardır. Yapraklar küçülmüş (Ardıç) veya kaybolmaya yüz
tutmuştur (Azgan). Bu olgu kurak şartlara adapte olmaktan kaynaklanan bir olgudur.
Gariklerden çok az tür 0.5 metrenin üzerinde boylanır. Kermes meşesi makilik alanlarda 3
metre boylanırken, garik allanlarda ise toprak yüzeyinde yayılıcı bir hal alır. Seyrek olarak 1
metre boylanır (Pareys Mittelmeerfcihrer, Plansen und Tierwelt der Mittelmeer-Region,
Tegwyn Harris 1982 verilen tanımlamalar). Kıbrıs’ta bugünkü vegetasyon yayılımına etki
eden en büyük olgu Akdeniz’dir. Kıbrıs’ın jeolojik yapısının büyük ölçüde tamamlandığı üst
pliosende – son olarak geliştirilen bir jeolojik kurama göre- Akdeniz’de Cebelitarık boğazında
oluşan bir çöküntü sonucu Akdeniz’in tuz çölü haline gelmeye başlamasıyla adına “Tuz krizi”
denilen olay sonucu, Avrupa’da geç buzul devri olarak adlandırılan devir yaşamaya
başlamıştır. Avrupa’da buzul devrini uzatan bu olayın nedeni Akdeniz’in büyük bir kısmının
buharlaşarak Tuz çölü haline gelmesiyle açıklanmaktadır. Bu olgu Avrupa’da orman gelişimi
frenlenmiştir. Akdeniz çevresinde ise Akdeniz’in Tuz çölü haline gelmeye başlamasıyla
2. -2-
oluşan muazzam orandaki su buharı, yağış olarak tekrar geri dönmüş ve çevresinde gür
ormanların gelişmesine neden olmuştur. Ancak dere ve nehirlerin Akdeniz’e taşıdığı su hiçbir
zaman Akdeniz’i besleyememiş, tamamen tuz çölü haline gelmesiyle bu gür ormanlar
kaybolmuş ve ormancıların fosil ormanların eseri olarak adlandırdıkları Terra-rosa toprakları
oluşturmuşlardır. Pleistosen veya daha genç yaşlı olan bu kırmızı toprakların sadece Akdeniz
çevresinde yayılım göstermelerinin nedeni kanımca bu olaydır. Tabiatıyla Akdeniz’in tuz çölü
haline gelmesiyle Kıbrıs adasının çevresiyle – büyük bir olasılıkla kuzey doğuda (bazılarına
göre Suriye – Hatay hattında, bazılarına göre bu hattın daha kuzeyi ile – Karpaz Burnu –
Adana hattı) karasal bağlantı vardı. İklim değişikliklerine bağlı olarak da bitki örtüsü
zenginleşip, fakirleşiyordu. Doğu Akdeniz’de bugünkü bitki örtüsünün şekillenişi Avrupa’da
daha geç buzul çağı sürerken, bu çağın sonlarına doğru, bu etkinin Doğu Akdeniz’de daha az
hissedildiğini düşünürsek 12 000 yıl önce şekillenmeye başladığını söyleyebiliriz (Nejmettin
Çepel, Doğa ve Ekoloji adlı eserinde bu tarihi vermektedir). Bu arada yine bir depremle
Cebelitarık boğazında açılan bir gedikten Atlas okyanusunun suları Akdeniz’e giriş yapmış ve
süreç içerisinde Akdeniz’in tamamen su ile dolması ile bugünkü halini almıştır (Tuz krizi ile
ilgili olarak bkz. Cumhuriyet Bilim Teknikte 2 Ekim 1999 da yayınlanan makale).
(Akdeniz’in, Avrupa’da süratle eriyen buzulların suları ile beslenerek, bugünkü haline
gelmesi ve taşan suların Marmara üzerinden, o zamanlar bir tatlısu gölü olan Karadeniz’e
hücum ederek Karadeniz’i denize çeviren olayın 7 500 yıl önce gerçekleştiği Ryan ve Pitman
tarafından ileri sürülmektedir. Bu kuram doğruysa Akdeniz’in bugünkü coğrafi yayılışını
aldığı tarih de budur). Bu durumda çöl şartlarında bazı dirençli dikenli bitkilerin öncüler
olarak varoldukları yada iklim değişimlerine en fazla dayanan türler olduğu düşünülebilir.
Bunlardan günümüze kadar gelen Ziziphus Lotus endemik tür (Kıbrıs) Ballota integrifolia,
Noaca mucranata, Sarcopoterium spinozum, Thymus capitatus, Rhammus oleoides,
Asparagus stibularis sayılabilir. Bu türlerden Ballota integrifolia hariç diğerleri yakın doğuda
da yayılım yapmaktadır. Kuraklığa tamamen adapte olabilir türlerdirler. Bunlar içerisinde
Kıbrıs endemiği Ballota integrifolia gösterdiği yayılım alanı göz önüne alındığında en ilginç
türdür. Ballota integrifolia Vuni tepe eteklerinde (fortonien yaşlı), en yoğun olarak Kireç tepe
ve kuzeyli yamaçlarında (Rakım 417), Gürpınar’ın kuzeyinde kopup gelen Kireçtaşı blokları
arasında, Alevkaya’da lokal bir alanda çıplak kalkerli kayalar üzerinde bulunur. Bu türün
batıda bulunduğu alanlar koronia kireç taşı olarak anılmaktadır. Kireç tepenin zirvesinde bu
tür Ziziphus lotus, Rhamnus oleoides, Asparagus stipularis ve Prajus majus ile birliktelik
kurar, genellikle tek gövde çıkan Ziziphus lotusun kanatları arasında gerçekleşen bir
birliktelik Gürpınar’ın üzerinde de lokal bir alanda aynen gözlenmiştir. Serhatköy’ün pliosen
yaşlı kalkerenitleri üzerinde ise bu ortaklığı Ballota bozmaktadır. Öteki bireyler ortak yaşam
ortamından faydalanırken Ballota buraya gelememiş ama yaklaşık 1-1.5 km. uzakta daha
yüksekte ortak yaşama ortamına katılabilmiştir. Bu tür sanırım bizlere bir şeyler anlatmaya
çalışıyor. Kanımca “Tuz krizinin” neden olduğu iklim değişikliklerine direnebilmiş öncü
türlerden biri olmalı. Noaea mucranatanın durumu da aynıdır. Tortonien yaşlı kireç taşlı
yapılarda bunlara yaslanan kalkerli marnlarda, Mesinen yaşlı Jipslerde, eski göl çökeltilerinde
tuzlu ve alkalen boz topraklarda Pliosen ve Miosen marnlarda, Değirmenlik flish serisinde,
Mesarya’da yaygın Pliosen kalkerenitlerde en fazla yayılım yapan küçük bir çalıdır. Sülfat
tuzlarına dayanıklıdır.
Klide adalarında (Fener adaları) izlenen Aartiplex halimusun, Geçitköy’ün güneyinde
alkalen beyaz marnlar üzerinde de izlenmesi bana ilginç gelmiştir. Salamis’te kıyı
kumullarında deniz kenarlarında Lycium, Asparagus stibularis, Salıcornia fruticosu ile birlikte
yayılım yapar. Asparagus stibularis, R.oleidis gibi hem deniz kenarında hem de iç kısımlarda
3. -3-
karasal alanlarda izlenebilmektedir. Rhamnus oleides denizden uzak alanlarda değişik yaşlı
kalkerli kayalık alanlardan dışarı çıkmaz.
Öte yandan her türlü ortama adapte olan (tuzlu alanlar hariç) Ziziphus lotus,
gerektiğinde direngen olmanın ipuçlarını taşıyor olmalı! Mekanik etkilere dayanıklıdır.
Kökleri vasıtasıyla yayılır. Denarga ormanında yumuşak flish bir yamaç üzerinde, tüm yamacı
kaplayacak şekilde, serbestçe ilerlerken Kartaldağ ormanında zirvede su deposu yanında,
kalkerli kayaç üzerinde dar bir alanda yaşam mücadelesi verirken. Taban suyu yüksek killi
alanlarda, sözgelimi Serhatköy ağaçlandırma sahasında 365 metre yüksekliğindeki kırmızı
kıyıların batısında ağaççık formu alabilmektedir. Ayni şekilde Kalavaç ağaçlandırma
sahasında oldukça yaşlı bir bireyi oligosen yaşlı bir yamaç üzerinde boy ve çap
geliştirebilmiştir. Ağaççık yayılıcı formunda Günebakan’dan – Magosa’ya kadar her yerde
izlenebilmektedir.
Şimdi Kıbrıs’ın vegetasyon ilişkilerini incelerken, sormamız gereken soruya gelelim.
Avrupa’da geç buzul devri devam ederken Kıbrıs’ta kombine bir bitki örtüsü mü gelişti
yoksa? İlk etapta koniferler mi geldi? Kanımca doğru olarak cevaplandırılması gereken soru
budur. bir tarihte bulunduğum orta Avrupa’nın Bavyera ormanında yapılan paleontolojik
polen analizlerinde Bavyera ormanının gelişimi ortaya konulurken çok ilginç analizlere yer
verilmişti. Orta Avrupa ormanlarının tarihi ve yayılımı adı altında 1983 yılında yayımlanan
M. Haug-R. Strobl’un “National Park Bayerıscher wald – Eine Landschaft Wird National
Park” adlı kitaplarının içinde Reinhard Strobl imzasıyla yayınlanan yazıyı aynen aşağıya
aktarıyorum.
ORTA AVRUPA ORMANLARIN TARİHÇESİ VE YAYILIMI
Bavyera Ormanı Milli Parkında ormanların bugünkü durumu ve ağaç türlerinin
ormana katılımı binlerce yıl süren gelişimin bir sonucudur. Geç ortaçağa kadar iklim ve onun
uzun süreli değişik etkileri sonucu ormanlar sürekli bir değişiklik göstermekteydi.
Bundan 800 000 yıl öncesi jeolojide tersier (3. Zaman) olarak adlandırılır. O zamanlar
Orta Avrupa’da çok zengin bir bitki florası ile kaplıydı. Genç dönemin sonunda iklim
koşullarında değişimin ortaya çıkarak soğumaya neden olması Buzul çağı olarak adlandırılan
dönemi başlatmış neticede bu zengin flora yok olmuştur. Buz bağlamayan Akdeniz yöresine
geri itilmiştir. Buzulların çözülmesinden sonra Alp sırtlarındaki buzullar yeniden kuzeye
ilerlemiş, bunun sonucu olarak da Orta Avrupa’da bugünkü vejetasyon oluşmuş bu olgu Orta
Avrupa’daki bugün bulunan ağaç ve çalıların zenginliği açısından fakir olmasını açıklar. Son
buzul devri en yüksek noktasına yaklaşık 20 000 yıl önce erişmişti. Bundan sonra yavaş
ısınmanın etkisi altında buzulların tedrici erimesi başlamıştır. Önceden ormanlık sahalar adım
adım değişik ağaç türleriyle iklim isteklerine göre kaplanmaya başlamıştır. Bu yeniden
ormanlaşma (Geç buzul devri ve sonrası M.Ö. 8 000 – I 000 arası) Holozen dönemi olarak
adlandırılmakta ve “FIRBAŞ” tarafından Orta Avrupa’nın geniş bir bölümü için aşağıda
verilen gelişim evreleri çizilmektedir.
4. -4-
HOLOZEN DÖNEMİNDE ORTA AVRUPA’DA ORMANLARIN TARİHİ
Zamanın Klimatik açıdan Orman İnsanlık Kültürünün
Bağlanması Zamanın bölünmesi Gelişimi Tarihi
Ortaçağdan Açma ve orman
Beri Genç ılıman dönem
İşletmeciliğin Tarihi ve Zamanı
Sonrası
Gelişimi
Eski ılıman dönem
M.Ö. 600-
sonrası (Subatlantik
BUZ DEVRİ SONRASI
500 Kayıt zamanı Demir devri
rutubetli Antlantik
Arası
iklimi
Genç ılıman dönem Karışık Meşe
(Subboreal) Kontinental ormanlarından kayın Bronz devri
iklimi dönemine geçiş
Ilıman Dönem Karışık meşe
Genç Taş Devri
M.Ö. 2500 (Atlantik) ormanları dönemi
Erken Ilıman Dönemi
M.Ö. 5000 Hazel dönemi Orta Taş Devri
(Boreal)
Öncü Ilıman Dönem Huş ve Çam Dönemi Orta Taş Devri
Geç Buzul Devri
Geç Tundra Dönemi Ormanlarca Fakir Dönem Orta Taş Devri
M.Ö.
8000 –
10000
Pioner Dönem Huş ve Çam Devri Eski Taş Devri
Arası
Eski Tundra Dönemi Ormansız Dönem Eski Taş Devri
I- Huş ve Çam Dönemi: Buzulların geri çekilmesiyle, buzulların geriye bıraktıkları
alanlar ilk önce diken, yosun ve bodur ağaçlar tedrici olarak geniş ölçüde çam ve huş
türleri ormanlaşmaya katıldı. Bu geniş süre içerisinde ormanca yenileme bahse konu
türlerde sınırlı kalmış çoktandır oluşan ormanlara damgasını vurmuştur.
2- Hazel Dönemi: Yukarıdaki dönemi müteakip sürekli sıcaklığın yükseldiği bir dönem
etkin oldu. Bu dönemde geniş yayılım gösteren orman ağaç türleri (Hazel olarak
adlandırılan Meşe, Dışbudak, Akçaağaç ve nihayet Karaağaç olmuştur. Huş ve çam
buna karşın sözü edilen türler tarafından yerlerinden oldukça büyük bir ölçüde
itilmişlerdir. Hazel döneminin sonuna doğru Orta Avrupa’da ilk kez Ladin ve Kızıl
ağaç görünmeye başlamıştır.
5. -5-
3- Kayın Dönemi: Takip eden dönemde bugüne göre daha kurak ve ılımandı. Meşe ve
onu tamamlayan ağaç türleri (Ihlamur, Gürgen) ormanı şekillendiren türlerdi. Huş ve
çamlar bugünkü yayılım gösteren sahalara fakir kumlu topraklar ve bataklıklara geri
itildiler. Orta yükseklikteki rutubetli tepeler Ladinlerle kaplandı.
4- Kayın Dönemi: İklim kötüleşmesi boyunca tekrar meşe ormanları geri dönüş yaptı.
Kayın (Fagus silvatika) Gürgen ve Göknar buna karşılık dağlık yörelere ve orta
yükseklikteki tepelere yerleşmeye başladı. Oralarda Ladin, Göknar ve Kayından
oluşan karışık ormanlar oluştu. Düzlüklerde kayın ormanları hüküm sürmeye başladı.
Ormanların bu doğal yayılış gösterdiği genişlik son yüzyılda insanlar tarafından
yeniden değişikliğe uğratılmaktadır.
Yukarıdaki tablo Orta Avrupa ormanlarında yaşanan tarihi süreci açıklar. Biz de en
azından Akdeniz ülkelerinde polen analizlerinden hareketle, buna benzer bir çalışmanın
yapıldığı veya en azından elimize ulaşabilen kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında, bilgi
sahibi değiliz. Benim tek erişebildiğim kaynak “Akdeniz’de Tuz Krizi” adlı makaleden ibaret.
Söyleyebileceğimiz bu “Tuz Krizi ne bağlı olarak” geçmişte Kıbrıs’ta çok rutubetli ve serin
ılıman bir dönemin yaşadığıdır. Bu dönemde Kıbrıs’ta sulak alanların geniş bir alan kapladığı
ve kısa boylu filler ile su aygırlarının faunaya katıldıkları bilinmektedir. Ancak buzul devrinin
zirveye tırmandığı 20 000 yıl önce bu yörede iklimin daha kurak bir hal almaya başladığı
düşünülebilir. Bu durumda bugünkü vegetasyonu belirleyen ormanlarda Kızılçam, Karaçam,
Sedir ve Ardıçların geniş bir alan kapladıkları düşünülebilir. Servinin Kızılçamdan sonra
ormana katıldığı düşünülebilir. Meşeler sıcaklığın artmasıyla ormana katılabilmiştir. Bu arada
Beşparmak Dağları baz alınırsa, Servinin başlangıçta zirvelere yerleştiği ve süreç içerisinde
aşağılara doğru ilerlediği düşünülebilir. Servi bugün Güneyde doğal olarak bulunmaktadır.
Ana yayılım alanı Beşparmak Dağlarının Trias Jura yaşlı kireç taşlarıdır. Selvili Tepeye
(1023) adını veren türdür. Yoğun yangınlar sonucu kuzey meyilde çok az izlenir olmuştur.
Bugün Girne Boğazı – Sivri Tepe - Bufavento hattının güneyinde, zirvelerden aşağılara
doğru yayılım yapmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşık 50 – 60 yıllık bir süreçtir. Kızılçam (Pinus
brutia) kendi yayılım alanında öyle grift bir yayılış yapar ki altında hiçbir bitki türünün
gelişimine müsaade etmez eğer ormandan toprağa biraz ışık sızabiliyorsa! Geniş yapraklı
Laden (Cistus parviflorus) ve Eşek tülümbesi (Lithedora hisipidula) ancak barınabilir. Bu
açıdan Kızılçam bir maki türü değildir. Kozalaklıdır ve bir orman ağaç türüdür. Bazılarının
onun küçük adalar ve hatta bizde sert rüzgarlara açık alanlarda bodurlaşıp sürüngen bir çalı
olmasına bakarak maki türü olarak adlandırılmaları yanlıştır.
Soğuk kışların devam ettiği dönemde Trodos baz alınırsa alçaklarda Kızılçam,
bugünkü yayılım alanından çok daha geniş bir alanda Sedir ve zirvelere yakın Karaçam
baskın türlerdi. Kızılağaç (Alnus orientalis), Çınar (Platanus orientalis), Meşeler (Quercus
infektoria, Quercus coccifera, Quercus alnifolia) ormana bugünkünden daha fazla
katılıyorlardı. Değişik etkenlerle ormanların geri çekilmesiyle maki elemanları Styrax
officinalis (Tesbih ağacı) Crateg aus azeralus (alıç), Olea europaea (zeytin), Laurus nobilis
(defne), Acer obtusifolium (akçaağaç), Ceratonia siliqua (harup), Pistacia lentiscus (sakız
ağacı), Pistacia terebinthus (çitlemit), Arbathus andrachne (sandal), Myrtus comminus
(mersin) boşlukları doldurmaya başlamıştır. Beşparmak Dağlarında da durum ayni olmuştur.
6. -6-
Dominant türler Kızılçam ve Serviydi. Çınar, Akçaağaç ve Meşeler (Q. infeltoria, O.
Coccifera) bazı durumlarda Karaağaç (Ulmus campestris) orman karışımına daha fazla oranda
katılıyordu. Süreç içerisinde iklim şartlarının kötüleşmesiyle (kuraklaşmasıyla) yapraklı türler
taban suyu yüksek alanlara çekildiler. Bunların yerini Ardıç ve maki elemanları doldurur.
Bronz devrinde başlayan tahribatla Meşeler tamamen lokal alanlara çekildiler. İnsan
aktivitelerinin artması ile özellikle yangın, otlatma ve tarla açma sonucu vegetasyon geriledi.
İbreliler zirveye çekildiler. Alçaklar maki elemanlarınca istila edildi. İçova’da ise hiçbir şey
kalmadı, sadece dere ılgını ve Ziziphus lotus 19. Yüzyıl sonlarına varabildi. Vegetasyonun
yeniden toparlanabilmesi ve orman florasının gelişebilmesi için insan müdahalesi gerekliydi
ve bu müdahale 1880 den sonra yapıldı. O günden bu güne vegetasyon toparlanmaya başladı.
Ama yangınlar her zaman bu gelişimi ormanlar aleyhine frenledi. Boşluğu maki elemanları
doldurdu. Orman gelişimi insan müdahalesine kaldı.
Bugünkü vegetasyon yapısını oluşturan koniferler ve boylu makilerle, alçak maki
elemanları ile kanımca aynı sınıflandırılması gereken daha kurakçıl dikenli çalılar arasında
statik bir denge yoktur. Her tür ısrarla kendi yaşama ortamına kök salmaya çalışır ve fırsatı
bulunca (yangın, kuraklık, otlatma, rüzgar etkisi) öteki türlerin yaşam ortamlarını istila eder.
Bu gün var olan tüm türler kuvvetli ışık ağacı veya çalı ile ağaççığıdırlar. Süreç içerisinde
boylanan türler sözgelimi Kızılçam, Servi başlangıçta alt tabakalarda var olan değişik tür
maki garik elemanları uzaklaştırırlar. Alçaklarda ise bir yangın sonucu ortadan kalkan
Kızılçam ormanının yerini müdahale edilmezse bugünkü şartlarda süratle azgan (Kantara
güney bakı) bakı kuzeye bakıyorsa Sakız ağacı, sandal, ladenler istila eder. Bunlar da kendi
aralarında bitmek bilmeyen bir rekabete girerler. Çoğunluk bu rekabetten Azgan ve Ardıç
galip çıkar (Karpaz Yarımadası). Kuzey bakıda 400 – 800 metreler arasında rekabet sandal ve
çitlemit (Pistacia terebinthus) lehine sonuçlanır. Rüzgara açık alanlarda P. Lentiscus galip
çıkar. Öteki türler azgan, ardıç köşeye bucağa sokulurlar. Kuzey bakıda dağcıl ve kurakçıl
orman vegetasyonu olan üst tabakada Servi ve Kızılçam alt tabakada da P. Lentiscus, P.
terebenthus ve Arbatus andrachne, yangından sonra üst tabaka türleri, alt tabakaya yenik
düşerler. Maki elemanlarının yangın sonrası sürgün atma yetenekleri sonucu Kızılçam ve
Serviye hayat hakkı tanımazlar. Müdahale yapılmazsa orası makilerin istilasına uğrar.
Kantara’da izlenen çoğunluk Sandal (A: andrache) yayılımının kökeni budur.
Tabi ki rekabetin bir diğer yönü de vardır. Soğanlı bitkiler çiçekli yıllık bitkiler, son
Beşparmak Dağları yangını sonrası (1995) vegetasyon öyle bir seyir izledi ki, yüz yıllardır
süren rekabeti üç yıl içerisinde film şeridi gibi izleyebilirsiniz. İlk yıl kuzu göbeği mantarı ve
orkide yayılımında olağanüstü bir artış, yaza doğru bir çiçek türü olan ve sadece
Beşparmaklarda bazı çıplak kayalar üzerinde izlenen Aslan ağzının (Antisihinum majus)
kayalara yakın tüm arazileri istilası, ikinci ve üçüncü yıl optimum yayılım yapması dördüncü
yıl yeniden kayalara dönüşü ancak çok daha geniş alanlara (Karmi – Ilgaz arası), (Beylerbeyi
– Bufavento hattı) yerleşerek, karsik kayaları çiçek bahçesine dönüştürmesi ender görülecek
alaylardandı. Tabi ki orkideler ikinci yıl (1997) daha az nihayet günümüzde tek tük izlenir
oldular. İlk yıl (1990) Nisan ayında geniş alanlarda izlenen çam ve servi çimlenmeleri ise bir
taraftan alçak maki elemanları cistuslar, diğer taraftan otsu bitkilerin baskısı sonucu %99
oranında yok oldular. Bu kısa gözlem tarihsel süreç içerisinde ormanların başına gelenleri
açıklar.
Tatlısu – Mersinlik arasında rutubetli bazı kuzey yamaçlarında 1993 de diri örtü
temizliği yapılan bir alana dikilen Kızılçamlara Nisan ayında (1994) ziyarete gidildiğinde,
7. -7-
kendimizi siglament bahçesinin ortasında bulduk. Genellikle bu tür çalışma alanlarında
populasyonu en fazla artan diğer bir tür Adaçayı olmaktadır. Bu hem Beşparmaklarda hem de
Yedidalga sırtlarında Adaçayı lehine gelişmelere yol açmıştır. Lavandula stoechan için de
Malatya – Ilgaz arası teraslarda ve Yedidalga da su deposunun yanındaki teraslarda olumlu
gelişmeler olmuştur.
Yine en zengin maki vegetasyonun geliştiği Tatlısu – Mersinlik arasındaki
ağaçlandırma çalışmaları sırasında diri örtü temizliği yapılan alanlarda var olan tüm türler
eskisinden daha gürbüz ve sayıca daha çok vegetasyona katılmışlardır. Maki türleri yangın ve
mekanik müdahalelere dayanıklıdırlar. Bu tür müdahaleler onları kitle populasyonu için
uyarır. Sadece Ardıç (Juniperus phoenicia) yangınla ortadan kaldırılınca geri gelmez. Ancak
Ardıç direngen bir tür olup, yayılım yaptığı alanlarda grift kuruluşlar kurar. Karpaz
yarımadasında Azganla (Calicotone villosa, Genista sphacelata) rekabet halindedir. Gölgede
de çimlenebilmesi nedeniyle terk edilen harup, zeytin ağaçlarının dibine kadar sokulur.
Boylandığı ve toprak meşcere kurduğu alanlarda maki florasından çıkar ve egemenliğini ilan
ederek altındaki florayı yok eder.
8. -7-
ilave olarak mantor meşesi (Quercus suber) ve sarıçam (Pinus silvestris) hakkında
düşüncelerini açtıktan sonra okaliptüslere değinmektedir. Okaliptüsleri ada insanına tanıtan
kişi olması nedeniyle bu türler hakkındaki görüşlerini aktarmakta yarar görüyorum.
<< Okaliptüs, hakkında konuşmamı gerektirir. Okaliptüs muhteşem ve olağandışı bir ağaçtır.
Olağandışı hızlı büyümesinin avantajlarını sunma yanında, üstün kaliteli odun üretir. Farklı
uygulamalara kabiliyetli ve çok değerli olduğu kadar ihtiva ettikleri ile sağlığa güç veren
değerleri vardır. Büyük başarı ile kullanılan tıbbi ürünlerde yer alır. Her bir parçası birçok
endüstride çalışma alanı olarak kullanılır. Avrupa’da üretiminin büyük hayranlığa yol açması
ve birçok hayranlarının yaratılmış olması sürpriz edici değildir. Halktaki genel kanı
okaliptüsün sınırsız üstün nitelikleri olduğudur. Okaliptüse sahip olmadığı değerler yüklerler
ki doğal yararları göz önüne alındığında bunlar yeteri kadar büyük değildir. Resmi önyargı ile
dolan botanikçiler ve ormancılar tarafından sevdalanılmış, aleyhinde konuşmaların olmadığı,
kullanımı var oluşun bütün gerekleri için savunulmuş, bugüne kadar evrensel şifa ve
ağaçlandırmada üstün bir ağaç olarak beyan edilmiştir.
Gerçektir ki; Başarılarını her tarafta duyuran çoğu okaliptüs üreticileri, hatalarının
etrafa duyulmasına izin vermeyip sessiz kaldılar.
Açıkça belirtmek isterim ki; Genel fikre rağmen, Okaliptüs ağaçlandırma (yeniden
orman kurmak) için uygun değildir. Birincisi Okaliptüsün dahil olduğu tüm egzotik (yabancı)
türlerin gençleşme konusunda büyük rahatsızlıkları vardır. Doğal olarak gençleşmezler.
Bunun ötesinde düzenli aralıklarla oluşan şiddetli kışlara dayanamayıp çabuk etkileniyor
olmaları en azından verimliliklerini asgariye indirmektedir. Fakat eğer kusurlarına gözlerimizi
kapatıp avantajlarını dikkate alırsak, sadece iyi topraklarda, dikkate değer olağanüstü büyüme
sağladığı fark edilecektir. Şimdi orman kurmaya ayrılan toprak genellikle kuru ve sığdır.
Üzerinde hiçbir şey yapılmaksızın ağaçlandırma yapılamaz. Adanın çıplak arazileri bu
durumdadır. Sadece Okaliptüsün ulaşabileceği olağanüstü büyümesi değil, fakat ayni
zamanda ülkede varolan birçok türe göre daha az hasılat verecek ve özel önlemler
alınmaksızın yaz sıcağına dayanamayacaktır. Hatta tercih edilen topraklarda, süratle toprağı
fakirleştirerek kötü bir tür olacaktır.
Okaliptüs uygun koşullar altında yerli türlerin yoğunluğu ile kıyaslandığında on kez
daha çabuk gelişir. Ayni zamanda yapraklarının oldukça açık olması, yoğunluğunun yüksek
olması, ayni peryod içerisinde topraktaki inorganik maddelere on kat daha fazla ihtiyaç
gösterir ve bunları daha çabuk tüketir. Bu olgudan dolayı orman ağaçları için tehlikelidir.
Çünkü genelde orman olan yerlerde zengin olan toprağı fakirleştirir. Avustralya’da varolan
asırlardan beri ayni tip topraklar üzerinde görkemli ormanlar kuran bu türler itiraz nedeni
olabilir. Ancak bunlar kendi kendilerine terk edilen bozulmamış, el değmemiş ormanlardır.
Sadece yaprakları ve meyveleri
9. -11-
1892-1908 Yılları Arasında Yapılan Ağaçlandırma Çalışmaları
Madon’dan sonra ara verilen ağaçlandırma çalışmalarına Bovil’in Orman Dairesini
örgütlemesi ve aktif olarak işlerlik kazandırmasından sonra, ancak 1892 yılında yeniden
başlanabilmiştir.
1892-1908 yılları arasında Bovil’in Orman Dairesi Müdürlüğü görevini sürdürdüğü
dönemde, Kıbrıs’ta gerçekleştirilen ağaçlandırmalarla ilgili verilen Hutchins’in Ormancılık
Raporunda verilmektedir.(bakınız Kıbrıs’ta Plantasyon Çalışmaları adlı tablo)
Bu dönemde yapılan çalışmalardan sınırlarımız içerisinde kalan ve dikkat çeken
çalışmalar, bu günkü Değirmenlik Ormanı sınırları içerisinde yapılan çalışmalar ile, Salamis
ağaçlandırmalarıdır.
Değirmenlik Flişh Serisinde Yapılan Çalışmalar
Bugün ayni adla adlandırılan ormanın, bu günkü Değirmenlik Göletinin doğu ve batı
yakalarında yapılan çalışmalardır. O dönemde vegetasyon örtüsü tamamen ortadan
kaldırıldığı için, sıkışık alçak tepelerden oluşan ve ara materyali kumtaşı, marn ve kilden
ibaret olan flişh serisinin, Lefkoşa’ya yakın oluşu göz önüne alınarak yeni bir örtü ile
kaplanmak istenmişti. Yörede ilk çalışmalara 1892 yılında başlandı ve 1903 yılına kadar
yaklaşık 189 hektarlık bir sahada sürdürüldü. İlk çalışmalar tohum ekimi şeklinde yapıldı ve
başarısızlıkla sonuçlandı. Buradaki sorun topraktaki rutubetin her zaman düşük olmasından
kaynaklanmaktaydı.
Ekimlerin yapıldığı ilk yıl yağış sezonu çok kötü geçti. Tohum ekimlerinin başarısız
olması üzerine Kıbrıs akasyası bahçe saksılarında yetiştirilip öyle dikildi, ancak Hutchins’in
aktardığına göre; büyüme yavaştı! Sadece dere yataklarına dikilenlerde doğal gençlikler
izlendi. Az sayıda 12 yaşında izlenen küçük çamlar ancak 12 ayak yüksekliğinde vardı ve
bunlar üzerinde çamkese böceği gözlemlendiği aktarılmaktadır.
Hutchins bu bölge için başarısız olan dikimlerin tamamlanması için E.
camaldulensis’in göz önünde bulundurulmasını, Servinin toprak rutubeti olan alanlarda güzel
geliştiğini, fakat kuru tepelerde kullanılmamasını önermekte, bu tepeler için Kızılçamın iyi
göründüğünü, fakat yavaş geliştiğini not etmiştir. Sahada tahrip edilen ormanlardan geriye
kalan yaşlı bireylerle dikimi yapılan çamların vegetasyonu oluşturduğu görülmekteydi.
Sahada sadece Kıbrıs akasyasının genelde yetiştirilebileceği görülmektedir. Fakat bu
gelişimin Kıbrıs akasyası için zayıf bir gelişim olduğunu not etmekten geri kalmamıştır.
Burada Kıbrıs akasyası normal şartlarda yaptığı gelişimi gösterememektedir. Tüm dikimlerin
10x10 ayak aralıklarla yapıldığı ve bu bölgede yangın gözlemlenmediği (vegetasyonun zayıf
olması nedeniyle) not edilmiştir. Otlatmaya plantasyonun yanındaki alanlarda izin verilmekte
olup, saha içerisinde otlatma zararı tespit edilmemişti.
Bu sahanın batısında 1968 yılında Güngörköyü Yolu – Değirmenlik Göleti civarındaki
sahada Okaliptüs deneme sahası tesis edilmiştir. Genelde dört tür Okaliptüs ve aralarına
Kıbrıs akasyası dikimleri yapılarak tesis edilen saha günümüze kadar gelmiştir. Sahada E.
occidentalis, E. surgenti ve E. astringes’in normal geliştiği, E. brosway’in ise zayıf geliştiği
gözlemlenmektedir. E. surgenti’nin kil birikintilerinde enerji gelirini yaptığı