Bu sevgili vatanda yaşayan küçük çocuklardık, nemli, tatlı ülkeleri düşler, ninelerin dedelerin onlar hakkında anlattıkları hikayelere sevdalanır, dedemizin eşeğini ve devesini sever, Askalan’daki güzel zambak kokusunu içimize çeker, üzüm ve incir yazında minareye çıkar, hasat sonbaharında babalarımızla Filistin’in ay ışığı altında bağdaş kurardık. Küçüktük ama vatan Yafa portakalı çiçeği kokusundan daha güzel kokulu ve sabah incir toplamaktan daha nemliydi. Biz küçüktük ve vatan büyük çok büyük, bu zalim ve güçlü dünyadaki her şeyden daha büyüktü. Biz, onu en büyük ve en tatlı vatan sandık. Vatanımız Yafa’da, Yafa gibi topraklarda gelinler güneşi kucaklar mı? Vatanımız Askalan insanlara Selahaddin’i hatırlatır mı? Vatanımız Bisan’da toynaklar Mute ve Yermuk atlarına koku sürerler, sabah olunca Üsame Bin Zeyd zalimlerin mezarı olan vatanımız Akka’yı kıskanırdı. Vatan… Mültecilerin gözünde vatana denk hiçbir şey yoktu. Ey Filistin! Bizler küçüktük, dünyanın başka yerlerindeki küçükler gibi değildik, yaraları eski ahlara uyandık bir gün. Bütün şeker kamışlarından daha tatlı Cabiye kamışı, haç işaretinin çarmıha gerilmesinden önce zeytin yağı veren zeytin... Mülteci kamplarında hayal dünyasının parlak renkleriyle vatanın resmini kiremitler üzerine nakşederdik. Küçüktük ey Filistin! Ey bütün Müslümanların ruhu, sevgilisi! Ey sevgili! Biz seni sağ salim, nimetler içinde, güvenli ve şerefli bir şekilde göreceğimiz saati düşlerdik. Ama aniden her yeri karanlık sardı. Bütün ağırlığıyla küçük kalplerin üzerine çörekleniyor. Havan topları bir kez daha birliğimizi dağıtıyor, kalpleri lime lime ediyor. Kampların mezarlıklarında ölümü en koyu rengiyle gördük. Her gün mezara gidip sevdiklerimizin ağızlarından dökülen son sözleri oraya kazımayı alışkanlık edindik: Size vasiyetim cansız bedenimi vatanıma götürün. Beni vatanıma götürün. İnsanlar yeniden parçalandı ve yeni bir felaketle dağıldılar. 48 ve 67’de iki felaketle karşılaştık. Ahlar yükselip uzaktan Kızılhaç’ın taşıdığı mesajlarla birleşti. İnsanlar camide toplanır, seslenici seslenir, sonra insanlar silkelenir. Hüzünler, inlemeler… Abbas mescidinde İmam Yasin, etrafındaki küçük çocukların kulaklarına fısıldıyor: Allah’a yemin olsun. Tek bir silahımız olduğunda onları öldüreceğiz. Kalpler titriyor. Zira Yahudi’yle karşılaşmayı düşünmek korku verici. Yahudilerin resmi küçük zihinlerde Deyr Yasin gününde kanla karışmış karanlık olarak çizildi. Yahudilerle savaşıyor muyuz? Yasin devam ediyor: Yahudiler ve biz bu nesil üzerine kavga ediyoruz. Ya Yahudiler onu bizden alacaklar ya da biz onu Yahudilerin elinden kurtaracağız. İmamımız Yasin savaş ilan etti. 6 gün savaşında galip gelen devlet İsrail, minaresi yakılmış Mescid-i Aksa’nın alanında şarkı söylemeye başladı: Muhammed öldü, yerine kızları bıraktı. Bu şarkıyı Moshe Dayan ve askerleri Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s Sahra arasında kalan alanda söylüyor. Hz Ömer’in elbisesiyle temizlediği yerlerde şampanya kadehleri devriliyor. Bütün savaşlar gibi bir savaştı. Bir Yahudi, Yahudi bayramında hediye olarak dar sokakların başlarına içki döküyor. Kadınlar yün elbiseler giyiyorlar. İçki, çıplaklı, kahvehaneler ve yenilgi. Ve nesil üzerine çatışma başlıyor. İmam Yasin ve beraberinde ona inanmış bir azınlıkla meyhane açılması, Mescid inşasına engel olunması, kahvehanelerin çoğalması, Nasr, Cela, Amir ve Samir sinemalarının kurulması, ilkokul çocuklarının elinde dolaşan ahlaksız resimlerin basılması ve yeni nesil için Yahudi pazarında ve vatanımızın çıplaklar kulübüyle kirletilmiş sahillerinde hizmetçi olarak çalışma kapılarının açılması arasındak