2. 2
İçindekiler:
Bu Ülkeyi Yeşertenler
Mustafa ÖRÜNK 4
Nevit Ağabey Benim Kardeşim!..
Selma YAĞCI 5
Büyük, Daha Büyük ve Nevit Kodallı
Doç; Mustafa APAYDIN 6-7
Müzikle Dolu Bir Yaşam
Necla AKBULUT 8-9
Besteci
Fazıl TÜTÜNER 10-11
Müzik Ağabeyim Nevit Kodallı
12-13
Suna TANALTAY
Sanatçının Değeri
Doğan AKÇA 14-15
Gençlik Korosu Yetiştirmek
Engin AKTUO 16-17
Solmasın Sarı Çiçek
Erdoğan TANALTAY 17
Nevit Kodallı ile tanıştım
Semihi VURAL 18
Bir Anı
Ayfer AKÇA 19
Akdeniz Yağmurlarında Yoğrulan Bir Sanat Adamı Nevit Kodallı Hocam
Ahmet YEŞİL 20
Etkinliklerimizin Yankısı
Güngör KARYAĞDI 21
Sessizliğe Mecbur
Vahap KOKULU 22-23
Nevit Hoca'mızla Söyleşi
Necla AKBULUT 24-27
Nevit Kodallı
Ertuğrul KARAOĞUZ 28
Nevit Kodallı’yla
Dırahşan BULUT 29
Kodallı Bahçesinden Bir Çiçek
Müşerref ÖRÜNK 30
Koristlerden 31
Nevit Kodallı’nın Yaşamı ve Eseri
Dr Erdoğan OKYAY 32-47
Gazanfer Uğural 49
Haberler 50
3. 3
ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK
“Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve
biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir,
tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve
her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından,
ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür
etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum
olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür.
Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk
halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda
başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat
damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete
mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç
ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir.
Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
M. K. Atatürk
Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür
düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...
4. 4
BU ÜLKEYİ YEŞERTENLER
Mustafa ÖRÜNK
Editör
Bu ülkede insanların bir bölümü hiçbir zaman boşuna emek harcamadılar. Eğer yolunuzun
üzerinde yeni çıkmış fidanlara ve çiçeklere rastlamıyorsanız, başka yollara ve çevrenize çevirin
yüzünüzü.
Balkonlarda ve vitrinlerde sergilenen çiçeklerin yapma olduğunu biliyorsanız; elleriyle toprağı
işleyenlerin çorak bir arazi üzerinde gül yetiştirmeyi başardıklarını görebilirsiniz.
Bahçe sadece güllerden ibaret de değil. Onlarca yıl önce toprağa atılan tohumlar bugün koca
çınarlara döndü.
Herkes bahçesine ilk adım attığı andan bugüne kadar ne yaptığına baksın. Kimisinin yüzyıllık
emeği, kimisinin yarım, kimisinin de çeyrek asırlık ağacı var.
Sizin bahçeye diktiğiniz bir fidanınız, toprağa attığınız bir tohumunuz var mı?
Her mevsim su, güneş ısısı ve toprak aynı ve uygun şartlarda bir araya gelmiyor.
Fakat her zaman su bulundu, güneş ısıttı, ışık verdi ve toprak şu veya bu şekilde beslendi.
Umulan her şeyi her yerde bulmak mümkün değil. Eğer siz ölü toprağı yeşertmek üzere bir
çaba içine girmeyi hayatınızın asli gayesi haline getirmişseniz, zaten başka bir şey yapamazsınız.
Bunlardan insanların gölgesi altında oturabileceği ağaç yetiştirenler şüphesiz ne yaptıklarını
biliyorlardı. Tesadüfen burada bulunmuyorlardı. Burada bulunmaları gerektiği için buradaydılar.
Önce kendinize neyi aradığınızı sormanız lazım.
Kim ne arıyorsa aradığını bulabileceği yere gider...
Bereketli kaynaklardan beslenerek gelen su doğru mecrasında akıyor. Nehrin yatağını besleyen
yüzlerce ırmak var. Her birinin sürtündüğü kayalar farklı, her birinin içerdiği mineraller diğeriyle
aynı değil. Gerçek şu ki, su akıyor, aktıkça temizleniyor ve o büyük ummana dökülmek üzere
yoluna devam ediyor.
Bu kutlu nehirden bahçemize yatak açılıyorsa, her şey için umut var demektir. Herkes
bahçesinin bir köşesine elinde neyi tutuyorsa, onu toprağa diksin ve onu yetiştirmek için sabırla
çalışsın.
Kim ne yapıyorsa düne göre daha güzelini yapmakla yükümlüdür.
5. 5
Nevit Ağabey benim Kardeşim!..
Selma YAĞCI
Mersin'in Mesudiye Mahallesinde 54. Sokaktaki tek katlı evimizi anımsıyorum yıllar
öncesinden. Beş altı basamak merdivenden sonra evin kapısına gelirsiniz. İçeri girince kocaman bir
salonda bulursunuz kendinizi. Evin dört odası bu salona açılır. Tam karşıdaki kapı ise arka bahçeye
inen merdivene ve iki basamak la çıkılan mutfağa ve dadımın odasına götürür sizi. Her köşesi dün
gibi hatırımda. Ben bu evde doğmuşum, orada çok güzel anılarım var. Annem, babam, ablam ve
ağabeylerim ile birlikte. Ablam küçük annemdi benim, bende çok emeği var. Hepsini de çok
seviyorum. Ama o günlerde bir tanesini paylaşamıyordum kimseyle. "O benim kardeşim!"
diyordum hep. "Hayır benim kardeşim" diyorlardı beni kızdırmak için.. İşte o zaman kendimi yere
atıyor, uzun uzun ağlıyordum. Onun benim süt ağabeyim olduğunu daha, büyüdüğüm yıllarda
öğrendim. Ama hiçbir şey değişmedi. O benim gerçek ağabeyimdi hep. Nevit ağabeyim, şimdilerde
hepimizin hocası, Nevit Kodallı.
Sokak kapısının dışındaki eşiğe oturur kendi kendime şarkılar söylerdim. "İncecikten bir kar
yağar" ve içimden de dua ederdim beni işitsinler diye ... "tozar Elif Elif diye". Sanırım kimse fark
etmezdi.
Ağabeylerim bütün gün odaya kapanıp ve plak dinlerlerdi. Herkesin dinlediği müzikten
farklıydı bu müzik. Dinleye dinleye alışmış ve sevmiştim. O kadar çok plakları vardı ki... Büyük
evrensel müzikti dinledikleri. Nevit ağabeyimin önderliğinde plaklar alınıyor ve evcek klasik müzik
dinliyorduk.
Derken büyük ağabeyim Tahsin bir "şey" aldı eve. Parmağımın ucu ile dokundum, çok kızdı.
Ablamın da sokulmasına izin vermedi. Siz anlamazsınız, bunun adı piyanodur, çalması da çok
zordur dedi. Birkaç gün sonra Nevit ağabeyim genç bir hanım öğretmen ile geldi eve. Adı Evlin'di.
Ablam bu hanımdan piyano dersleri almaya başladı. Beni gene unut muşlardı. Ama dinliyordum
ya... Ablamın gün boyu çalışmalarını ve ağabeylerimin plaklarını...
O günlerin kokusu ve tadı bambaşka. Keşke bazı şeyleri yeniden yaşamak mümkün olsa.
Özlem duyduğum ne çok yakınım var; annem Macide öğretmen, babam, Süha ağabeyim, Dadım,
Nimet abla, Nihat ağabey, İrfan hanım teyze, Halil amca ve niceleri... Çok güzel insanlardı hepsi de.
Birer yıldız oldular şimdi. Nurlar olsun...
Nevit ağabeyim çok uzun seneler sonra döndü doğduğu şehre. Şimdi gene burada bizlerle
beraber. Birlikte önce çok sesli koromuzu, sonra Mersin Polifonik Korolar Derneğini kurduk. Şu
anda altı koromuz var. Amacımız çok sesliliği önce İlimizde sonra yakın çevremizde ve tüm
ülkemizde yaymak. Ciddiyetle, disiplinle ve çok çalışıp çok üreterek. Tıpkı Onun yaşamı boyunca
yaptığı gibi...
Sağ olasın Nevit Hocam. Eserlerin için. Yetiştirdiğin bunca öğrencin için. Yurdumuza verdiğin
güzel hizmetler için. Seninle övünüyor ve seni çok seviyoruz. İyi ki varsın!..
Not: Kimse alınmasın. Nevit Ağabey benim Kardeşim!...
6. 6
BÜYÜK, DAHA BÜYÜK VE NEVİT KODALLI
Doç. Mustafa APAYDIN
İlkokulu bitirdiğimde "Müzik" sözcüğünün anlamını bilmiyordum. Ama derslerimizde şarkı-
türkü öğrenip söylemiştik. Orta okula gelip ilk müzik dersine girdiğim gün öğretmenimizin
"Erzurum Dağlan da kar ile duman" adlı türküyü söylemesiyle "Müzik" sözcüğünün şarkı-türkü
söylemek ve seslerle yapılan bir sanat dalı olduğunun ayırtına vardım. Sonra müziğe ilgi duydum.
İlgilendim. Öğretmen Okulunda öğrendiğim kuramsal ve uygulamalı müzik elemanlarıyla müziği
ve eğitimini meslek edinmeyi benimsedim. 1967'de G.E.E. Müzik bölümüne geldiğimde Ankara
Devlet Operasında "Gılgameş" operasıyla ve onun yaratıcısı NEVİT KODALLI adıyla tanıştım.
Daha sonraki yıllarda O'nu Atatürk Oratoryosu, Van Gogh, Cumhuriyet Kantatı Liedleri,
şarkıları, marşları, solo ve orkestralı çalgı müziklerini tanıyıp yaşama şansına ulaştım.
Bana kuramsal olarak öğretilen "Beş Büyük Türk Bestecileri" arasında Nevit Kodallı geçmese
de sonraları o da Büyük Türk Bestecileri arasında sayılmaya başlandı.
1970 yılında koro sanatçılığının yanı sıra 1973 yılından sonra da koro eğitimi ve yönetimi
üzerine çalışmaya başladım. 1983 yılında, TRT Ankara Gençlik Korosu kuruldu. Aynı yıl bu
koronun yöneticiliğine getirildim. Koro, TRT Çocuk, Okul ve Gençlik Müziği Bilimsel Araştırma
ve Repertuar Kurulunca denetleniyordu. Daha önceki yıllarda Nevit Kodallı'yı karşıdan birkaç kez
görerek tanımış olmak la birlikte, ilk kez TRT Ankara Gençlik Korosu'nun denetlenmesi sırasında
yüz yüze görüşerek tanışmış oldum.
O'nu, O büyük besteciyi yakından tanımak oldukça heyecan vericiydi. Daha sonra birçok kez
mesleksel konuşmalar ve yaşamsal konularda yakın iletişim içinde bulunduk. Bu iletişim 1989
yılma değin sürüp geldi. Şimdi bu noktada durup, sürekli sorduğum bir soruya yanıt aramak
istiyorum. "BÜYÜK ve "DAHA BÜYÜK" kimdir?
Türk Dil Kurumu sözlüğünde, insan için "Büyük" sözcüğünün anlamı olarak "Üstün Niteliği
Olan" tanımı kullanılmaktadır.
Bu bağlamda normal insanların başaramayacağı operalar, oratoryolar, senfoniler, konçertolar,
sonatlar, şarkılar ve benzeri yapıtları yaratanlar, kuşkusuz ki "BÜYÜK"türler. Bu yapıtları sıradan
insanların beceremeyeceği ustalıkta yorumlayanlar da "Büyük"türler... Ama büyükler arasında bir
sıralama yapıp "DAHA BÜYÜK"ü bulabilir miyiz ki? Daha büyük var mıdır? Daha büyük kimdir?
Bu sorular için benimseyebildiğim yanıt şu:
Üstün nitelikli yapıtları yaratıp insan lığa sunanlar "Büyük", sunduklarını, zaman, nitelik ve
nicelik açısından sınırlı sayıda değil de daha çok insanın yaşamına katabilen, bu yolla kitlelerin,
toplumun ve insanlığın gelişmesine, "Büyük"lere göre daha etkin katkıda bulunanlar ise "DAHA
BÜYÜK"türler.
Gelelim yeniden 1989 yılına.
Geçmişten beri "nitelikli müzik eğitimimizin toplumsal boyut kazanabilmesi için, her kesimde
Polifonik Koroların kurulup, etkin biçimde yaygınlaşması gerektiği" görüşüne sahip olmuştum. Bu
görüş doğrultusunda Türkiye bazında örgütlenmek gerektiği inancına da ulaştığımda yakın ve ilgili
arkadaşlarıma, öğrencilerime ve müzik eğitimi alanındaki "Büyük"lere bu görüşümü açtım. İlk
aşamada 19 kurucu üye ile POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ'ni kurduk. Başkanlığı değerli
büyüğümüz Devlet Sanatçısı, Profesör, Besteci Nevit Kodallı severek ve benimseyerek üstlendi.
Bize büyüklüğünün yaşamsal, fikirsel ve müziksel elemanlarıyla büyük katkılar sağladı.
…Ve bir günkü söyleşimizde, müzik alanındaki "Büyük"ler olarak o güne değin
gerçekleştirebildiklerinin önemi ve etkilerinin toplum ve sanat için çok yararlı olduğunu ancak
bunların sınırlı sayıda insanımıza ulaştırabildiğini, bunun nedeni olarak, toplumsal müzik eğitimi
seferberliğinin gerçekleştirebilmesine yönelik olarak, Polifonik Koro Müziği ve Koroları yeterince
7. 7
önemseyemediklerini, ancak bugünkü gelinen noktada geçmişteki tutulan genel yolun eksikliğini
belirterek bana; "MUSTAFA, BU KONUDA GEÇMİŞTE YANLIŞ YAPTIK. TOPLUMSAL
MÜZİK KALKINMASINDAKİ EN UCUZ, EN GERÇEKÇİ VE EN ETKİLİ YOL, POLİFONİK
KOROLAR DERNEĞİ'NİN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA, POLİFONİK KOROLARIN VE
KORO MÜZİĞİNİN KULLANILMASIDIR. BU KONUDA SENİ VE DERNEĞİMİZİN TÜM
ELEMANLARINI KUTLUYOR VE BU YOLUN DOĞRU VE ETKİLİ BİR YOL OLDUĞUNA
İNANIYOR VE DESTEKLİYORUM" dedi.
Yapıtları ve öğretileriyle toplumumuzun, Sanatta Yeterlilik Sınavı'nın Jürisinde de benim
Öğretmenim olan, yaygın toplumsal deyişle "Hocam" NEVİT KODALLI;
Size kendim ve benim gibi düşünen ve genel başkanı bulunduğum Polifonik Korolar
Derneğimiz adına diyorum ki:
Siz önceden "Büyük"tünüz
Şimdi "DAHA BÜYÜK"sünüz.
Nevit Kodallı'nın
bestelediği eser den bir
bölüm
8. 8
MÜZİKLE DOLU BİR YAŞAM
Necla AKBULUT
Çocukluğumdan bu yana adını ezbere bildiğim Nevit Kodallı Hocamızla gün gelip
tanışacağım, onunla dost olacağım, ondan sadece müzik bilgileri değil yaşam dersleri de alacağım
kırk yıl kalsam aklıma gelmezdi. Ne şanslıyım ki Mersin Polifonik Korolar Derneği'ni kurarken
Dernek Defteri'nde 1. sayfada Nevit Hocamız'ın, 2. sayfada benim fotoğrafım vardı kurucu üye
olarak..
Onu tanıdığımız günden bu yana neler öğrendik, nasıl geliştik ölçebilmemiz çok zor..
O bir besteci, hepimiz biliyoruz.
O aynı zamanda bir şair, bir yazar.
O bir dilbilimci, Türkçe'yi, Anadilini iyi bilen bir aydın.
O bir öncü; çoksesli müziği çevresine, çocuklara, gençlere sevdirmek için inanılmaz çabalar
harcamış ve hep zor olanı seçmiş bir yaratıcı..
"O" tam bir "Cumhuriyet Çocuğu", Cumhuriyet'le yaşıt bir genç. Atatürk sevgisini hep
yüreğinde yaşatan, eserleriyle ve yaşamıyla da ispatlayan kişi..
Koro çalışmalarımız sırasında sabrına hayran kalmamak elde değil.. Nota bilmeyen, müzisyen
olmayan biz amatörlere bir sesi doğru öğretebilmek için saatlerce uğraşması, sabır ve sebatın O'nun
en iyi Özelliklerinden biri olduğunu gösteriyor.
O bir mizahçı. İnanılmaz bir espri ve mizah yeteneği var. Her zaman duruma uygun bir fıkra
anlatabiliyor. Yaşam sevinciyle bizleri de etkiliyor. Her zaman gülümsetiyor bizi..
Nevit Hocamız'ın çocuk yüreğini, çocuksu yanını en iyi eşi Olcay Hanım bilir. Anlayışlı ve
tatlı-sert üslubuyla O'nun küçük huysuzluklarının üstesinden gelir.
Ülkesini ve doğup büyüdüğü şehrini çok sever, iyi tanır. Emekliliğinin üzerinden bunca yıl
geçmesine karşın Mersin ve Adana'da Konservatuar’larımızda öğrenci yetiştirmektedir. O bir de
müzisyen evlat yetiştirmiş, Dünya'ya bağışlamıştır. Kendisi gibi kompozitör-orkestra şefi olan oğlu
Murat Kodallı, gelini Yelda Kodallı O'nun soyadına layık birer sanatçı olarak yaşamlarını
sürdürmektedirler.
Ne denli yazsak Nevit Hocamızı anlata bilmemiz, duygularımızı dillendirebilmemiz zor. Ama
şu var ki sanatçıların en şanslılarından biri O...
Hangi resim binlerce yıl dayanabilir? Hangi heykel zamanın tahribinden kurtulabilir.. Belki
şairler şanslıdır biraz, çünkü dizeler belleklerde asılı durur uzun süre.. Müziği görmez, duyar,
duyumsarsınız.. Notalar sonsuzlukta uçuşur dururlar.. Ezgiler ölmez, zaman içinde büyük
yolculuğuna çıkar. İşte bu nedenle Nevit Hocamız şanslıdır bence.. O'nun müziği hep yaşayacak,
yaşı sonsuzluk olacaktır.
9. 9
Bu yaz gittiğim Kuzey Avrupa Ülkeleri'nde bestecilerin evlerini, onlar için yapılmış müze ve
anıtların fotoğraflarını Nevit Hoca'ya gösteriyordum. Helsinki'den Petersburg'a "Sibelius Treni" ile
yolculuk yaptığımı anlatınca nasıl sevgiyle gülümsediğini ve mutlandığını anlatamam. Rüzgarla
yanşan bu trende kendisi de gidiyormuş gibi hissetti belki.
Sevgili Nevit Hocam!.. Mutlu ve sağlıklı yıllar diliyoruz size.. Biz sizinle aynı şehirde
yaşamaktan, aynı havayı solumaktın mutluyuz gururluyuz. Hani sevgiyi yeni doğan bebeklerin
yüreğine yazmış ya şair.. Sevgi büyüsün tüm dünyayı kaplasın diye. Siz de müziği sevgiyle
birleştirip yediden-yetmiş yediye bizim kalplerimize notaladınız..
Durgun göle atılan bir taş nasıl halkalar mey dana getiriyorsa, öyle büyüyor, genişliyor
korolarımız.
Sağlıkla, nice yıllara Nevit Hocam…
10. 10
Öykü
BESTECİ
Fazıl TÜTÜNER
Zamana direnebilmiş, birçok kalıntısı ile ayakta durabilmiş bu eski kıyı kentini insanlar pek
bilmez. Oysa zamanında Akdeniz'in önemli ve görkemli kentlerinden birisi imiş. İnsanlar genellikle
arabalarıyla inip denizini, kıyısını, harabelerini, güneşinin doğuşunu seyretmeden, kuşlarını
dinlemeden, geçip gidiyorlar buradan. Çevrede yeteri kadar yer yokmuş gibi bazı yeni evler
kalıntıların arasına yapılmış. Denizden gittikçe uzaklaşan ve Akdeniz'e yukarıdan bakan tepelerin
yamaçlarında eski kentten kalan tapmakların, anıtmezarların, yönetim binalarının ve agoranın
harabeleri daha çok ayakta kalabilmiş. Asıl, kıyıdan ve yoldan görülemeyen, ulaşılabilecek doğru
dürüst yolu da pek kalmamış tepelerin ardındaki mezarlık yüzlerce lahit, yerlerdeki ve yamaçlardaki
kaya gömütleriyle iki koca bin yıla sağlam kalarak direnebilmiş. Tepelerin ardında ve yoldan uzak
kaldığından, dik yamaçlarla çevrelendiğinden, pek el değmemiş doğal bir botanik bahçesine
dönüşmüş. Zeytin ağaçlan, defneler, çamlar, harnuplar, dikenli dikensiz çalılar, sarmaşıklar, ebe
gümeçleri, çiçekler birbirine karışmış, birbirine tırmanmış burada. Lahitlerin ve gömütlerin arasında
diğerlerine benzemeyen polygonal kesme taşlardan örme iki katlı küçük bir yapı var. Sırtını
kocaman bir kayaya dayamış. Bu küçük yapının da bir mezar olduğunu, neden farklı olduğunu artık
kimse bilemeyecek, çünkü alt katındaki kapı girişinin sağ yanındaki kitabe senelerce önce buraya
eğlenmeye gelenler tarafından parçalandı. Kentin en görkemli zamanında yaşamış olan ünlü
bestecisinin mezarı bu.
Tiyatroda koro onun bestelediği sarkılan söylerdi. Ordunun savaştığı kentlerin halkları bile
gelirdi tiyatroya onun bestelerini dinlemeye. Böyle ulaştı müziği çok uzaklara. Anneler onun
şarkılarıyla uyuturdu bebeklerini. Limana gelen yabancı ticaret gemilerinin tayfalarından kendi
şarkılarını dinlerdi, başka dillere çevrilmiş. "Dünya döndükçe unutulmayacak senin müziğin."
denirdi. "Ağızdan ağza, halktan halka geçecek." Ah savaşlar. Ah savaşlar. Ünü vardı, saygınlığı,
çok sevildi, destanlara girdi adı, şiirlere. Yok olan, yıkılan, yakılan birçok kent arşivine adı
yazılmıştı.
İkinci binin sonunda ünlü bir besteci geldi ve bir zamanlar onun yaşamış olduğu bu kente
yerleşti. Bir zamanlar onun oturmuş olduğu kayalara oturup, denizi seyrediyordu, rüzgarı ve kuşları
dinliyordu tıpkı onun gibi. Ormanlı yolda yürüyor, düşüncelere dalıyordu. Balıkçılar balıkla
dönüyor kıyıdan, o besteyle dönüyordu tıpkı onun gibi. Kentin eski bestecisi denizde çakılları
birbirine çarptırıyor, dalgalan sürüyor kıyıya, rüzgarı estiriyor zeytinlikler üzerinden ve kuşları
yönetiyordu, unutulmuş, yitmiş gitmiş müziğini duyurabilmek için kentin yeni bestecisine, fakat
duyuramıyordu.
Yine geçmişi bin yıllara dayanan başka bir Akdeniz kentinin üniversitesinden gelen bir bilim
heyeti birkaç yıldır antik kentte kazı yapmakta idi. Bir portakal bahçesini satın alarak altından bir
Açıkhava tiyatrosu çıkardılar. Tiyatro sırtını bir yamaca dayamış, basamak basamak aşağıya
iniyordu, en altta bir sahnesi vardı.
Besteci antik tiyatroya gitti, her basamağında oturdu, sahneye indi, taşlan elledi, okşadı. Günün
değişik zamanların da geldi, gözlerini kapadı, geçmişi gözünün önünde canlandırmaya çalıştı,
başaramadı. "Nasıl bir müzikti acaba yap tıkları." dedi. Bir basamağa oturup gözlerini sahneye
dikti, birilerinin çıkıp temsili başlatmasını nafile bekledi. Karayolundan geçen arabaların,
kamyonların, motorların, televizyonların ve radyoların seslerinden başka bir ses duyamıyordu,
sahneye kimse çıkmıyordu.
Bir gece, daha sabah olmadan birisi uyandırıyormuş gibi geldi kendisini. Uyuyamadı, kalktı
terastaki koltuğuna oturdu, ay ışığında denizi seyretti, sessizliği dinledi. Antik kentin siluetini gördü
yan karanlıkta. Pabuçlarını giydi, hırkasını sırtına attı, insanların çoğunun ürkütücü bulacağı bir
zaman diliminde ve yarı karanlıkta harabeler yönünde yürümeye başladı. Bir tıs bile yoktu,
aşağıdaki karayolundan ne bir kamyon ne bir araba geçiyor, ne bir televizyonun ne bir motorun
11. 11
çalışması duyuluyordu. Bir köy kahvesinin veya kıyı lokantasının canhıraş kötü şarkılar bağıran bir
radyosu da açık değildi. Tiyatroya vardığında, basamaklardan birine oturdu, karşısında sahne,
ardında antik kent, ardında deniz vardı. Bir temsile gelmiş, yerini almış, başlamasını bekliyor
gibiydi. Bekledi epey, gözlerini kapadı, açtı, tekrar kapadı. Ay yitmiş, güneş doğmamıştı, bir koro
iki yan dan sahneye çıktı, saçları dökülmüş beyaz sakallı mutlu yüzlü bir yaşlı koroyu yönet meye
başladı. Hiç duymadığı bir müzikti bu ve değişikti, yüreği çarpmaya başladı, güç ve esenlik doldu
bedenine. "Yaşamımın en etkileyici konseri bu." diye düşündü. "Dur geçme, dur bitme." Yaşlı
yönetici, "Hoş geldin besteci" dedi. "Yüzyıllardır bir bestecinin benim yaşamış olduğum ve ünlü
bestelerimi yazdığım bu kente gelip yerleşmesini bekliyorum. Hep yanında dolaşıyordum,
geldiğinden beri buralarda gezerken, piyanonun başında çalışırken, hep müziği mi fısıldadım,
duyuramadım fakat sana, sen bir yolunu bulup ulaşabildin bana. Bütün müziğimi sunacağım sana,
sun diye bütün insanlığa. Bütün insanlara yazdım çünkü onları ben, zamanımdakilere ve sonradan
gelenlere."
Köylüler güneş doğmadan evinden çıkıp harabeler arasında dolaşan müzik hocasının neyin
peşinde olduğunu, define mi aradığını merak ettiler. Onu gizli gizli izlediler. Geceleri sabaha karşı
basamakların birinde saatlerce oturmasına, arada bir el kol hareketleri yapmasına, bir şeyler
karalamasına, mırıldanmasına bir anlam veremediler. Arada bir evine önemli ziyaretçiler gelmese,
adının okullara, salonlara verilmiş olduğunu duymuş olmasalar, adının önüne bir ad da onlar
takacaklardı. Onu kendi haline bıraktılar.
12. 12
"Müzik Ağabeyim NEVİT KODALLI. "
Suna TANALTAY
...Daktilomun başındayım... Yıllar yılı hiç zorlanmadan, tıkır tıkır sesiyle bana katılıveren
daktilomun... Şöyle bir düşünüyorum... Bu kez işim zor... Sevgili Nevit Kodallı Ağabeyimden söz
açmak güzel de, hakkıyla anlatabilmek zor...
...Bilir misiniz, bu daktilo Babamındı... Ve ben tüm kitaplarımı bununla (...Belki de onunla...
Kuşkusuz onunla...) paylaşarak yazdım...
Söyle Babacığım, nasıl anlatalım Nevit Ağabeyimi?.. Nerden başlayalım?.. O, senin has
oğlundu... "Sami Bey Amca..." deyişinde özel bir sıcaklık vardı... Anneme ise, "Annem" diye
seslenir ve "Annemiz" diye söz açardı... Denize bakan evimizde karşılıklı oturur, ne tatlı sohbet
ederdiniz... O, senin hem oğlun, hem arkadaşındı... (Bizim duymayacağımız bir tonda fıkralar bile
anlatırdınız birbirinize... Gülüşürdünüz...) Bana öyle gelirdi ki, Nevit Ağabeyim, senin en çok
anlaştığın oğlundu...
Nevit Ağabeyim bir yaşındaymış, Tahsin Ağabeyim doğduğunda... Komşuymuşlar... Mersin
tadında, sevgi dolu iki anne... Ve Macide Hoca Hanım'ın gürül gürülmüş sütü... Nevit oğlunu da
emzirmiş, sevgi sevgi... Tahsin'ini ve Nevit'ini hiç ayırmamış bir birinden... (Tahsin'den önce, doğar
doğmaz yitirdiği, bir kez olsun kucaklayamadığı kız bebesinden sonra Tanrı ona iki erkek evlat
vermişti işte... Emzirmelere doyamadığı, sevip uyut tuğu, ninniler söylediği...)
...Ve bu nedenle, Babamızı da, Annemizi de yitirdiğimizde... Dört kardeşin değil; Nevit
Ağabeyimizle birlikte beş kardeşin isimleri yazılıydı gazetelerde... Beş kardeş, aynı acıyı
paylaşıyorduk... (Zaman içinde kardeş acıları... Süha Ağabeyim de Nihat Ağabey gibi yakıp gitmişti
yüreklerimizi... Ve senin tüm acıların... Aynı aile ve aynı kardeşler değil miydik?..)
Canım Nevit Ağabeyim... En büyük akrabalığımız nedir, bilir misin?.. Atatürk'ümün has
çocukları olmak... En güzel çocuğu da sensin, kuşkusuz... Atatürk Oratoryosu muhteşem bir eser...
Rahmetli Cahit Külebi'nin duyarlı dizeleri yürekten kopup gelmiş bir destandı... Nevit Kodallı'nın
Atatürk Oratoryosu ise, yurdumun şiirsel güzelliklerini, özgürlük yolunda bir ülkenin şahlanışını ve
Kemal Paşa'yla bütünleşmesini dile getiriyordu... Yalnızca sözcüklerle mi?.. Asla... En evrensel
dille: Müzik'le...
13. 13
Canım Nevit Ağabeyim... Senin kardeşin olmak büyük şans... Atatürk Oratoryosu'nun da, Van
Gogh Operasının da ilk icra'nda Ankara'da olmak... Uçup koşmak bu sanat şölenlerine...
(Üniversiteli bir genç kız... İnce cik... Hâlâ bilemem; soğuktan mı, yoksa müziğin giz - büyüsünden
mi titrerdi, Ankara'larda?. Anımsarken bile ürperiyorsam?..
...Piyanoya seninle başladım... Büyük Müziği seninle dinledim, sevdim... Yarım yüzyıldır
müzik ve sanatın kokusu, tadı, büyüsü... Bende ve hepimizde çok emeğin var, Ustam...
Seninle TV. izlemeye bayılırım... Hem bakar, hem de eleştirirsin... Yanlış konuşmaları öyküne-
eleştire izlersin, TV'yi...
Ankara'ya gide-gele ben de öyle oldum; Bilir misin?.. Nasıl da yanlış vurgulamalar.. Bir garip
diksiyon... Erdoğan: "Nevit Ağabeyinle TV. İzleyeli böyle oldun, sen..." der... Hem izler, hem
konuşurmuşum, meğer...
Nihat, yaşamını hastalarına adayan Doktor oğlun... Murat ise müzikli çocuğun: Besteci ve
orkestra şefi... Gelinlerini kızların gibi seversin; biliyorum... Biri sevgi dolu bir Anne; diğeri Diva...
(Yelda, şimdiden Dünyanın bildiği, dinlediği özel bir ses...)
...Ve arı-duru bir güzellik, hemen senin ardından... Su gibi, hava gibi sende ve seninle... "İyi
geceler" derken "Güzel" diye seslendiğini çok duyduğum Olcay, yalnızca sevgili eşin değil,
kimselere dinletmediğin özel "Lied"-indir; biliyorum...
Bestelerinle, evrensel müziğinle evrenlere sığmayan bir değersin, Nevit Ağabeyim... Paris'teki
öğrencilik döneminde hem iyi, hem hesaplı olsun diye piyano ısmarlamıştın, hani... Ve yıllar sonra,
o piyanonun yapımcısından bir mektup almıştın... "Mösyö" diyordu, "İzlediğim bir kanalda bir
eserinizi dinledim... Bu muhteşem eseri benim piyanomda mı bestelediniz?.."
Erdoğan'la birlikte iki şiirimiz de "Lied" oldu senin elinde, yüreğinde... Bu mutluluğun değer
ölçüsü var mı?.. Yalnızca başımız değil, gönlümüz selâma duruyor; bilir misin?.. Ancak
Cumhuriyet Kantatı'nda bir gönderme yapılır sana...
Cumhuriyete ve Atatürk'üme çok yakışan, en yakışan, Nevit Kodallı... Seni seviyor ve seninle
gurur duyuyoruz.
14. 14
SANATÇININ DEĞERİ
Doğan AKÇA
İstanbul'da yayınlanan "Çekirdek Sanat" adlı derginin Kasım-Aralık 2000 aylarına ait sayısında
"Bu gemi nereye gider?" sorusuna cevap aranıyor. Geminin nereye gittiğini bakın Süleyman Saim
Tekçan nasıl cevaplıyor.
"Bundan bir yıl önce Amsterdam'a gittim. Amsterdam'da Rambrant'ın evini ziyaret ettim.
Bilmem bilir misiniz, Rambrant'ın evi 60 m2 bir evdir, evin iki katı vardır. Giriş katı Rambrant'ın
kendi eliyle yaptığı bir ahşap presle sizi karşılar. Rambrant ne zaman yaşadı diye sorarsanız
Rönesans’ın ağa babalarından biri Rambrant, o dönemde hem gravür yapıyor, hem boya resimler
yapıyor ama eve girdiğimiz zaman 60 m2'lik ev bütünüyle beraber çok iyi korunmuş ve Rambrant'ın
o dönemde yaptığı pres pırıl pırıl. O presle bastığı gravürler duvarlarda asılı. Gravür plakalarının
hepsi sergileniyor. Gravür yaptığı gravür kazıcı aletleri hep gene orada korunuyor ve sergileniyor.
Düşünün ki bundan 500 yıl önce yaşamış bir sanatçıya sahip çıkılmış ve korumaya alınmış 60 m2'lik
bu evi dünyanın her yerinden gelen birçok insan geziyor, kuyruğa girerek geziyor, çünkü evin içine
ancak 30 kişi girebiliyor. Geri kalanlar kuyrukta bekliyor. 20 kişi çıkınca 20 kişi içeri alınıyor. Bu
girenler duvarlarda Rambrant'ın yaptığı gravürleri görüyorlar, plakaları görüyorlar, gravür presine
ellerini sürüyorlar, bir üst kata çıkıyorlar yaptığı orijinal resimleri görüyorlar, onun şövalesi, yarım
kalan resimleri, tuvalleri, yani yaşadığı dönemden günümüze yaşatılması lazım gelen her şeyi o
evde yaşayarak görüyorlar.
Uygar bir ülkede bu tür sanatçıların eserlerini, yaşadıkları mekanları, düşüncelerini, eserlerini
yaratıldığı atmosferi yaşatmak ve korumak bir görev bilinci olarak yerleşmiş durumda. Bunu eğer
Almanya'ya giderseniz Dürer'in evinde de görürsünüz, bu bir çağdaşlık çizgisi, çağımızın insanının
bize özellikle sanatla ilgili kişilerin sanata karşı olan ilgilerinin ve korumacılığının sonucu olarak
algılanır.
Buradan döndükten sonra Türkiye'de 100 yıl öncesinin bugün dünya üzerinde belki en çok
bilinen Türk sanatçısının, Arkeoloji Müzelerini kuran Osman Hamdi Bey'in, üstelik Sanayi-i
Nefise'yi kuran bu büyük adamın eğer Gebze'deki evine giderseniz o zaman Türkiye'de geminin
neden karaya oturduğunu görmüş olursunuz. Eğer Gebze'ye gitmediyseniz gitmeniz gerekir. Orada
Osmanlı Mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Batı'da eğitimini yapmış, oryantalizmin babası bir
adamın özenle yaptığı bir evin, üstelik 60 m2'de değil belki 300-400 m2'lik bir evi, üstelik bu ev
denize sıfır noktada bir ev, yine bu adamın çalıştığı atölyesinin mekanlarını görmek mümkün. Ama
hangi şekilde görmek mümkündür. Yani şu andaki durumu nedir? diye sorduğunuz zaman Batı'lının
500 yıl yaşattığı, koruduğu ve de insanların gezmesi, görmesi için özenle desteklediği bir
atmosferin 100 yıl öncesinde Türklerin yani bizlerin yaşatamadığını, koruyamadığını görerek
kıyasladığımızda bu geminin niye karaya oturduğunu anlarsınız.
Osman Hamdi Bey Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Batı'ya gitmiş, dinin çoğu
zaman sanatın yapılmasını yasakladığı bir dönemdi, Arkeoloji müzelerini kurup ülkemizdeki
Arkeolojik eserlerin yurtdışına çıkmasına mani olacak şekilde bir çalışmayı yürütmüş bir insan. Bu
çok önemli bir şey. Bence bir dönemlerin padişahlarının "memleketimde taş üstüne konulmadık taş
mı kalmadı, koy götürsün kafir, kefere" dediği ve işte bugün Berlin'de olan Bergama harabelerinin
taşınması gibi dünyanın kabul edemeyeceği üstelik kültür insanlarının kabul edemeyeceği, yaşaması
lazım gelene mekandan başka bir mekana taşınması gibi bir keyfiyetin engellenmesi ve artık o
eserlerin kendi doğal ortamlarında yaşaması için gösterdiği gayretlerden sonra da ilk kez düşünün ki
Sanayi-i Nefise Mektebi'ni kuruyor ve Batı anlayışında bir resim eğitimi başlatıyor, resmin ve
heykelin tartışıldığı, yapılmasının yasak olduğu, yani dini çerçevenin bütün zorluklarına rağmen
başlatıyor. Ne oluyor? Modelden resim çalışmalarına başlanıyor, çıplak modelden çizim başlıyor,
heykel çalışmaları başlıyor ve de bugün Mimar Sinan Üniversitesi adıyla süren bir Üniversite'yi
kuruyor bu adam.
15. 15
Şimdi Osman Hamdi Bey'in oradaki evi yaklaşık 50-60 dönüm arazi içerisinde Osmanlı bahçe
mimarisinin şaheseri olan bir bahçenin de içerisindedir. Projesini kendi eliyle çizdiği mezarı da
orada bulunmaktadır. Ev, mezar, bu büyük bahçe, denizle olan olağanüstü ilişkisi ve atölyesi. Eve
girdiğinizde evin içerisinde 100 yıl öncesinde bile o insanın yaşadığı hiçbir eşyayı göremiyorsunuz.
Atölyesine girdiğiniz zamansa bu adamın çalıştığı ne sehpa var ortada, ne paleti var, ne boyaları
var, ne fırçaları ne resimleri var. Ve bu evin içine girdiğiniz zaman da hiçbir şeyden anlamayan bir
bekçi var. Bekçiye sorduğunuz zaman hiçbir şekilde size yanıt vermesi mümkün değil yani. Osman
Hamdi Bey kimmiş, niye yaşamış, ne yapmış, bunları da bilmesi mümkün olmayan bir adama
teslim edilmiş orası.
Binanın boyaları kabuk kabuk dökülmüş, ağaçları çürümüş."
Değerli ressam Süleyman Saim Tekcan'ın yazısından bu kadar uzun bir alıntıyı niye yaptım.
Hep konuşuruz, dertleşiriz. Niye dünyaca tanınmış sanatçılarımız yok diye kahırlanırız. İşte
Süleyman Saim Tekcan Hocamız bunu en güzel şekilde anlatmış da ondan.
Eğer bir ülke kendi sanatçısına sahip çıkmıyor, kendi sanatçısını tanımıyor, onun sanatsal
gücüne inanmıyor, dünya ölçeğinde güçlü bir sanatçı olduğunu başta kendisi kabul etmiyorsa o
zaman dünyanın o sanatçıyı tanıması da mümkün değildir.
Başta bizim tek tek vatandaşlar olarak, sivil toplum örgütleri, devlet kurumlan olarak kendi
sanatçılarımızı tanımamız, anlamamız, bilmemiz, onlarla öğünmemiz, gurur duymamız gerekiyor.
Biz bu aşa maya gelmeden dünyanın bizim sanatçımızı tanıması mümkün mü?
Sanatçılarımız hakkında kitaplar basıl maya başlanalı daha 5-10 yıl oldu. Çoğu-da özel
girişimle yapılan kitaplar. Türkiye'deki kitapçıların bile çağında olmayan bu kitapların dünya
kitapevlerinde olması mümkün mü? Oysa dünyadaki hangi sanat kitabı satan kitapçıya gitseniz
Avrupa'nın bütün ünlü sanatçılarının kitabını bulursunuz. Tabi Türkiye'de de. Ama kendi
sanatçılarımızın kitapları yoktur. Varsa da çok pahalı, kalın kitaplardır. Oysa dünyada her sanatçı
için boy boy kitaplar var. Bütçenize göre bir kitabı mutlaka bulursunuz ve o sanatçıyı tanıma
şansını yakalarsınız.
Sözü çok uzatmadan asıl söylemek istediğime geleyim. Vahap Kokulu ile konuşuyorduk. Bir
gün Nevit Kodallı'ya sormuş: "Hocam Avrupa'da bir orkestra sizin bir eserinizi çalmak isterse
notasını nasıl elde eder." Nevit Kodallı Hoca "Bana müracaat etmeleri lazım, isterlerse ben bir
kopya veririm" demiş.
Yani Nevit Kodallı'nın eserleri bir kitap haline getirilmemiş. Dünya ve ülke kitapevlerine,
dünya orkestralarına müzik merkezlerine yollanmamış. Ancak Nevit Kodallı'nın kişisel
gayretleriyle birkaç yere ulaşmış.
Şimdi Atatürk Oratoryosunu, Gılgameş ve Van Gogh Operalarını bestelemiş bir sanatçının bu
eserlerinin notaları dünya literatüründe yoksa diyelim Milano'daki bir orkestra nereden bilecek de
çalacak, Amsterdam'daki bir opera nereden bilip sahneye koyacak.
Biz, karım Ayfer için bazen nota kitapları alırız. Gittiğimiz bütün müzik kitapçıların da
dünyanın bütün sanatçılarının notalarını buluruz. Ama Türk sanatçılarından çok az esere rastlarız.
Kendi ülkemizde bile durum böyleyken bizi kim tanıyacak. Bizimde dünya çapında müzik, resim,
heykel, edebiyat sanatçımız olduğunu kim bilecek.
Ne dersiniz Polifonik Korolar Derneği, Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi ve hepimiz birlik
olup Nevit Kodallı eserlerinin notalarını kitap haline getirmek için çalışmaya başlayalım mı? Ben
birçok resmimi bu işin finansmanında kullanılmak üzere vermeye hazırım.
16. 16
GENÇLİK KOROSU YETİŞTİRMEK
Engin AKTUĞ
Meğer ne keyifli, ne kadar güzel bir işmiş. Vesile olanlara minnet duygularımla. 1998
Eylül'ünde bir gün. Mersin Polifonik Korolar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve uzun yılların
Selma Ablası, Sayın Selma Yağcı bana hayalini hep kurduğum ve hayalimde sürekli geliştirdiğim
bir etkinliğin haberi ile geldi. Dernek bünyesinde ikinci korolarını kurmak istediklerini,
derneğimizin Onursal Başkanı Profesör Sayın Nevit KODALLI'nın da onayıyla bu koronun, gençlik
korosu olmasına karar verildiğini bana söyledi. Bu oluşumun başında kimin olabileceğini yada
çalışma koşullarının ne olabileceğini hiç düşünmeden, bunun müthiş bir girişim olduğunu ve
sonuna kadar desteklediğimi coşkuyla kendisine ifade ettim. Hele ki bu koronun şefliği için beni
düşünmüş olduklarını ifade ettiğinde, insanın yaşamında çok az duyabileceği heyecanlardan birini
yaşadığımı anım sıyorum.
Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Metin Memiş'in de destekleriyle okullara duyurular yapıldı.
Yapılan seçmeler sonucunda 96 genç yeterli bulundu. 26.11.1998 Perşembe günü ilk çalışmamızı
gerçekleştirdik. Gençler öylesine istekli ve coşkulu idiler ki, bu tablodan etkilenmemek elde değildi.
Çeşitli nedenlerle ayrılan öğrencilerimiz oldu, yeni katılan öğrencilerimiz oldu. Katılım ve
ayrılmalar sonucunda 72 kişilik kadromuzla İçel Sanat Kulübünün çalışmalarımız için
kullanmamıza verdiği Nevit Kodallı Konser Salonu'nda düzenli olarak sürdürdük. (İçel Sanat
Kulübüne teşekkürlerimizle.) Mersin Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu 1998-1999
sezonunda seslendirdiği çok sesli eserlerle Tarsus'ta, Adana'da, Mersin'de konserler yaparak
çoksesli müziği tanıtmak, sevdirmek. yaymak, gençlik korosuna yeni elemanlar kazandırmak adına
ve Atatürk'ümüzün gösterdiği doğrultuda, çağdaş çok sesli müzik alanında yaptığı çalışmalarla
başarılı bir sezon tamamladı. Mersin Polifonik Korolar Derneği Gençlik Koromuz, Ankara
Polifonik Korolar Derneği'nin 29 Mayıs 1999 - 06 Haziran 1999 tarihleri arasında Ankara'da
düzenlediği 4. Türkiye Korolar Şenliği'ne de beş parçalık bir repertuarla katılarak RİTMİK
BERABERLİK VE RİTMİK UYUM BAŞARI ödülü kazandı.
Çalışmalarımıza katılarak, bize yol göstermesi, eleştirileri ile
doğruyu daha kısa zamanda bulmamıza yardımcı olması ve en
önemlisi, Mersin'imizin yetiştirdiği ve Türkiye'mizin gurur
kaynaklarından birisi olan hocamız Devlet Sanatçısı Profesör Sayın
NEVİT KODALLI'nın aramızda olması, bizi onurlandırması en büyük
kıvancımız olmuştur.
1999 yılı yaz tatilinden sonra, 18 Eylül'de Gençlik Koromuz yeni
sezon çalışmalarına başladı. Ancak 1998-1999 dönemi gençlik
korosunun koristlerinden en az yarısı, çeşitli nedenlerle koroya devam
edemiyorlardı. Kimisi üniversite öğrencisi olmuştu. Kimisi üniversite
sınavlarına daha iyi hazırlanabilmek için korodan istemeyerek de olsa
ayrılmışlardı. Kimisi ise her şeye rağmen "Biz varız, devam
ediyoruz." demişlerdi. Koromuza yeni katılan gençlerle korist sayımız
56’ya ulaştı. Çalışmalarımız tüm hızıyla başladı. Yepyeni parçalarla
bir repertuar oluşturduk. Koromuz çalışmalarına başlayalı daha bir buçuk ay olmuştu ki Mersin
Polifonik Korolar Derneği'nin 2. Korolar Şenliği gerçekleşti ve Gençlik Koromuz altı parçalık bir
repertuarla başarılı bir seslendirmeyi gerçekleştirdi. Bu sezonda da Adana, Antalya ve Mersin'de
konserlerine devam eden koromuz hızla gelişiyordu. Gençlik Koromuz, Türkiye'deki en büyük koro
şenliği organizasyonu olan, Ankara Polifonik Korolar Derneği 5. Türkiye Korolar Şenliğine yedi
parçalık bir repertuarla hazırlanmıştı. Ankara yolculuğu öncesi son çalışmamıza gelen Onursal
Başkanımız Sayın Nevit Kodallı, parçalarımız üzerinde son rötuşları yaptığında, artık kendimize
iyice güveniyorduk. Ankara'da Gençlik Koromuz başarılı bir konser gerçekleştirerek, derneğini ve
ilini başarı ile temsil etmişti. Bu başarı jüri tarafından ENTONASYON, HOMOJENLİK VE KORO
TINISI BAŞARI ödülü ile değerlendirildi. Bunun yanı sıra BİLKENT ÜNİVERSİTESİ MÜZİK
17. 17
VE SAHNE SANATLARI FAKÜLTESİ de ilk kez özendirme ödülü veriyordu ve bu ödüle Mersin
Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu'nu layık bulmuştu.
2000 yılı yaz tatilinden sonra 16 Eylül tarihinde, gençlik koromuz yeni dönem çalışmalarına
başladı. Ancak bu kez çeşitli nedenlerle koromuzdan ayrılmak zorunda kalan gençlerimizin sayısı
bir hayli fazlaydı, çünkü onları zorlu sınavlar ve dersler bekliyordu. Gençlik Koromuzun neredeyse
% 90'ı değişmişti. Ama yerlerine yine öncekiler gibi pırıl pırıl gençler gelmişti. Çalışmalarımız yine
neredeyse sıfırdan başladı. Ama güzel olan, değerli hocamız NEVİT KODALLI'nın ifadesi ile
şuydu: "Sakın gençler korodan ayrılıyorlar diye üzülme. Onlar Türkiye'nin değişik yerlerinde çok
sesli korolara yetişmiş elemanlar olarak katılacaklar, öğrendikleri bilgi ve becerileri yine gençlere
öğreterek yeni koroların kurulmasını sağlayacaklar. Atatürk'ün çizdiği çağdaşlık yolunda, evrensel
çok sesli müziği yurdumuzun her yerine yayacaklar. Bu gençleri bir gün karşında koro şefi olarak
görürsen sakın şaşırma."
Bunlar aslında aradığım, duymak istediğim kelimelerdi. Elinize, dilinize, beyninize sağlık
NEVİT HOCAM. İyi ki varsınız.
SOLMASIN SARI ÇİÇEK
Uçurumun kenarında, sarı çiçek
Ne çok benzer sevdalıma
Onurlu, dimdik
Bir bakarsın nazlı nazenin
Aman el değmesin
İncinir gül yüreği sevdiğimin
Ya Sen,
Uçurumun dibindeki mavi deniz
Huyunu kapmışsın sevdalımdan
Bir an sessiz, dingin
Bir de coşarsan, titretirsin evreni
Tutkusuyla sevdiğimin
Bir uçurum olsa da
Üşüse de suskular
Ne olur
Kirlenmesin mavi deniz
Solmasın sari çiçek
Gönlünde sevdiğimin
Erdoğan TANALTAY
18. 18
NEVİT KODALLI ile tanıştım
Semihi VURAL
Nevit Kodallı adını ilk kez duyduğumda heyecanlandığımı hatırlıyorum. Çünkü okulumdaki
komite tarafından bana bir görev verilmişti: Yıl 1961 ve 10 Kasım Atatürk'ü anma programı için
Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu”nu bulup dinletecektim arkadaşlarıma. Şimdilerde belki bir
CD yada bir başka tür kayıt daha kolay temin edilebilir. Ancak o yıllarda böylesi bir olanak yoktu.
İhtilalden sonra kapısında iki nöbetçi askerin dikildiği İstanbul Radyosu binasına gidip
istemekten başkaca bir yol görünmüyordu Atatürk Oratoryosu’nu bulmak için. Kapıdaki askerlere
söyledim dileğimi önce. Çocukluk işte. İçeriyi danışmayı işaret ettiler. Oradaki kara kaşlı memur
ilgili kişilere gönderdiğinde karşıma sonradan öğreneceğim "mevzuat" çıktı. Benim kişisel olarak
Nevit Kodallı'dan özel izin belgesi getirmem gerekiyormuş. Uzatmayayım 250 kuruş cevaplı ELT
telgrafla zorla bulduğum Nevit Kodallı adresinden "izini" aldık. Ve Atatürk Oratoryosu’nu dinleme
olanağını da. Nevit Kodallı ile işim daha bitmemiş olacak ki provalar sırasında o zamanki TK 14
Grundik teypteki yaptığımız bir hata sonucu eserin bütününe zarar verdik! Ve işlemler sil baştan...
Bu benim Nevit Kodallı ile ilk tanışmam.
Evlendikten sonra eşim Ayşe ile Trabzon Radyosunda (O zaman TV'ler yoktu ama sonra da
TV'lerde pek Nevit Kodallı yok.) Nevit Kodallı eserlerini dinlerken yukarıdaki öyküyü anlattığımda
Ayşe çok güldü. Meğer Nevit Bey'in eşi Ayşe'nin çok yakın arkadaşıymış. İçime ılık bir şey aktı,
şimdi ben de Nevit Ağabeyin arkadaşıydım artık... Bu ikinci tanışmam.
Mersin'e göçtük. Sanırım 1978 yada 79 yılında bu kez gerçekten tanıştım, el sıkıştım Nevit
Kodallı ile. Onur konuğu olarak çağrıldığı bir sosyal derneğin öğle yemeğinde. Orada yaptığı bir
konuşmada müziği kadar sözlerinin de ne kadar etkili olduğunu düşündüm, kendine özgü Türkçe’si
ile. O müziği yalnızca "büyük müziği" anlattı coşku ile... Artık içim rahat, bu üçüncü tanışmamdan
sonra...
Yıl 1994 sanırım. İçel Sanat Kulübü yeni restore ettiği binaya isim arayışında. Toplantı ve
Resital Salonu için üyeler arasında yapılan değerlendirmelerde elbette onun ismi yakışırdı bu
salona. Büyük bir keyifle mütevazı salonumuzun açılışını yaptı. Artık Mersinli uluslararası bir
müzik adamının Mersin'de bir salonu vardı. Bu onuru hepimiz paylaştık.
Bu salonda yapılan etkinliklerden birinde. Mersin Mitoloji Günlerinde Nevit Kodallı da
konuşmacıydı ve "Annemin Topal Melaike öyküsü" isimli efsanesini anlattı. İşte bu konuşmada
Nevit Kodallı çocukluğunda annesinden dinlediği, gerçek bir Anadolu öyküsünün nasıl
dönüştürülüp, daha doğrusu sahip çıkmadığımız değerler kapsamında Yunan Mitolojisindeki el
sanatları tanrısı Hephaistos olarak gösterilmesini bilgece aktarıverdi.
Geçenlerde gazetelerde küçük bir ara sayfa haberinde Kültür Bakanlığının Türk bestecilerine
yeni eserler ısmarlayacağından söz ediliyor ve Nevit Kodallı'nın da adı geçiyordu. İçimi buruk bir
sevinç sardı.
Mütevazı yaşamını sürdürdüğü bahçe evinde, piyanosunun başında kurgusunu yaptığı özgün
Anadolu tınılarının Nevit Kodallı'nın parmaklarından evrensel boyuta geçtiğini duyumsuyorum…
19. 19
BİR ANI
Ayfer AKÇA
Değerli hocamız Nevit Kodallı'nın doğum gününü ben de bu yazıyla kutlamak istedim.
19 Nisan 1998 pazar günü gün doğmadan bir minibüsle, 8 kişi Ankara'ya doğru yola çıktık.
Minibüste ben, Doğan Selma, Vahap ve eşi, Necla, Drahşan ve Drahşan'ın kameramanı vardı. O
gün saat 15'te Sevda Cenap And Müzik Vakfı'nın düzenlediği 15. Uluslararası Ankara Müzik
Festivali'nin açılışı vardı. Ve değerli hocamız Nevit Kodallı'nın eseri olan "Atatürk Oratoryosu"yla
açılış yapılacaktı. Biz de bu açılışa yetişmek için gün ağarmadan yola çıkmıştık. Bir yerde mola
vermiştik. Orada bir düğün alayıyla karşılaştık. Necla hemen alaya katıldı, onlarla halay çekti. O
arada bir baktım kalabalık bir Japon grubu Kapadokya'ya giderken aynı yerde mola vermişlerdi.
Necla'nın bu Japon'ları da bayıltması lazımdı. Hemen Necla'nın kolundan tutup Japon'ların yanına
götürdüm. Şarkılar, karşılıklı dostluk gösterileri, fotoğraf çekmeler derken Necla bu Japonları da
bayılttı. Böyle eğlenerek Ankara'ya vardık.
Açılış Türk Metal Sendikası Salonu'nda yapılacaktı. Ankara Hava Alanı yolunda çok büyük bir
salondu. Salonu bulduk, hemen biletlerimizi aldık. Mersin'den hocamızın konserini izlemek için
geldiğimizi söyledik. Orkestra ve sanatçıları iyi görebileceğimiz bir yerden bilet verdiler. Sonra
Olcay ve Nevit Bey'i bulduk. Bizi görünce çok sevindiler. Onlara sürpriz yapmıştık.
Saat 15'te konser koronun söylediği "Edirne'den Ardahan'a kadar toprak uzanır" sözleriyle
başladı. Orkestra ve koro Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ve Korosu, Bilkent Senfoni
Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, TRT Ankara Radyosu Çok sesli Korosundan
oluşmuştu. Şef Rengim Gökmen'di. Solistler soprano Şule Durham, Mezzo soprano Şebnem Algın,
tenor Metin Turan, bariton Tuncer Tercan'dı. Ayrıca Ayten ve Cüneyt Gökçer drama bölümünü
sundular. Biliyorsunuz Cahit Külebi'nin "Atatürk Kurtuluş Savaşında" adlı eserini Nevit Kodallı
besteledi ve 'Atatürk Oratoryosu" oluştu. Hocamız bu eseri Paris'te yaşadığı yıllarda bestelemiş.
Beste iki yıl sürmüş 1951-1952.
Koronun söylediği "Binler yaşa yurdumuza hizmeti büyük Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı
Atatürk." sözleriyle konser bitti. Harika bir olaydı. O görkemli müzik ve sözler karşısında
büyülendik adeta. Koca salonda binlerce kişi ayakta alkışladı. Değerli hocamızın bu güzel gününde
bulunmak tan çok mutluyduk.
Sevda Cenap And Müzik Vakfı her yıl bir sanatçıya "Onur
Ödülü Altın Madalyası" veriyor ve sanatçıyla ilgili kitap
yayınlıyor. 1997 yılının ödülünü Nevit Kodallı'ya vermişlerdi.
O kitapta Dr. Erdoğan Okyay'ın hocamız için yazdığı yazıdan
bir bölümü, çok beğendiğim için sizlere aktarmak istiyorum.
"Kodallı; şiire, özellikle Fransız ve çağdaş Türk şiirine tutkun
bir şiir sever, toplumsal gelişim ve değişimin her alanında
düşünen, tavır alan ve bunu cesaretle savunan bir aydın,
mesleğinde ise eğitici, öğretici, yönetici yorumcu ve yaratıcı
bir müzik sanatçısı. Kodallı ayrıca; sorumlu, anlayışlı bir aile reisi. Sonuç olarak, doğduğu kente ve
yetiştiği ülkeye borcunu fazlasıyla ödemiş örnek bir Cumhuriyet kuşağı temsilcisi."
Bu güzel konserden sonra Mersin'e doğru yola çıktık. Ertesi gün iş günüydü, çalışanlar işlerine
gidecekti. Onun için hemen yola çıkmıştık. Yolda koro şarkılarımızı söyledik. Fıkralar anlatıldı. Bir
ara Selma kanto söylemeye başladı ve devam etti. Necla ve Vahap da katıldı. Bu arada Doğan,
Ramazanda eğlence düzenlemeyi önerdi. Hepimiz bunu destekledik. O yıl Ramazan eğlenceleri
yapılmaya başlandı. Ve artık gelenek-selleşti biliyorsunuz.
Çok geç bir saatte Mersin'e vardık. Güzel bir gün ve gece yaşamıştık. Hepimiz mutluyduk.
Daha nice mutlu yıllara değerli Hocamız Nevit Kodallı ve Olcay.
20. 20
AKDENİZ YAĞMURLARINDA YOĞRULAN BİR SANAT
ADAMI NEVİT KODALLI HOCAM
Ahmet YEŞİL
Kentler vardır, doğal görüntüleriyle yada ekonomik olanaklarıyla tanınırlar. Varlıklarını
hissettirirler. Kentler vardır bütün bunlar olsa da olmasa da sanatçılarıyla, sanat ve kültür
birikimleriyle yaşarlar. O kenti, o toplumu ve ulusu evrensel kılan, kalıcı kılan sanat ve kültür
birikimleri ve güçlü sanatçılarıdır. Bir ulus, bir kent sahip olduğu evrensel değerleri, sanatı kültürü
ve sanatçılarıyla taçlanır.
Sanatçı da bu kimliğin oluşumuna yarattığı eserleriyle katkıda bulunur. Geleceğe aktarılmasını
aydınlık kapıların açılımını sağlar. Evrensel ve çağdaş eserleriyle ülkesinin çağdaş dünyada saygın
yerini almasına katkıda bulunur. Hele kültür ve bilgi çağını yaşayan bu günün dünyası için evrensel
eserler üreten bir sanatçının yerinin ne kadar önemli olduğunu söylememize gerek yoktur.
Sanat adına, sanatı adına ödünsüz bir yaşam, sanatıyla bütünleşmiş bir yaşam Nevit Kodallı.
Yaşamı ve yıllara meydan okuyarak eserleriyle sonsuzluk yolculuğunda bir maraton koşucusu gibi
sanatıyla yaşayan, yaşatan bir güzel insan. Evrensel bir sanat adamı bir komutan bir asker.
Anadolu'da binlerce yıllık kültür birikiminin Atatürk'le beraber Dünya'ya açılımını sağlayan bir
sanatçı. Bu birikimi yaşadığı kentin, Akdeniz'in ılık rüzgarlarıyla gelen yağmur sularıyla yoğuran
ve evrenselliğe sunan bir güzel sanat adamı Nevit Hocamız.
Onunla aynı kentte yaşamak, aynı ortamı paylaşmak, aynı kaptan sanat adına bir yudum su
içmek, sanatı da yaşamı da dolu dolu yaşamaktır. Bir onurdur benim için. Çünkü; her şeyin ötesinde
bir çağı yaşıyoruz. Bir çağı paylaşıyoruz. Sanat adına, aydınlık adına, gelecek adına kentimize,
yüreğimize bir ışık gibi girdi. Nevit Hocam.
Selma Yağcı ablam ve tüm arkadaşlarıyla beraber yüreğinde sanat ateşini bir volkan gibi
yaşayan amatör yürekleri, profesyonel bir ruhla evlerinden alıp gün ışığına sunan bir komutan,
zaman zaman onlarla beraber sanat adına bir asker.
Nevit Kodallı Hocam sizinle bu çağı bu kentte yaşamak bizler için bir onur, bir coşku.
Deneyimlerinizi ve birikimlerinizi bizlerle ve sanata gönül vermiş Polifonik Korolar Derneği
üyeleriyle ve tüm Mersinlilerle paylaştığınız için minnet ve teşekkürlerimizi sunuyorum.
Sanatçı toplumundan sanat toplumuna geçiş süreci için Nevit Kodallı büyük bir şans. Bu şansı
bize Hocamız verdi. Bizlere düşende bundan en iyi şekilde yararlanmaktır.
Unutulmamalı ki sanatına ve sanatçısına değer veren toplumlar, yükselen toplumlardır.
Varlığınızla, sanatınızla hep var olacaksınız Hocam.
Size sevgiyle yoğrulmuş. Saygılarımı iletiyorum.
21. 21
ETKİNLİKLERİMİZDEN
Müziğin Ritmindeki Duygular(*)
2000-2001 Bahar yarıyılının bir etkinliği de Polifonik Korolar Derneği'nin bize sunmuş olduğu
konserdi. Bizim bu güzel konserle buluşmamızı sağlayan Atatürk Oratoryosu Bestecisi Devlet
Sanatçısı Prof. Dr. Nevit KODALLI'ya, Polifonik Korolar Derneği Başkanı Selma YAĞCI'ya ve
ME.Ü. Rektörü Prof. Dr. Uğur ORAL'a tüm dinleyenler adına teşekkür etmek isterim.
Polifonik koroyu dinlemeden anlamak belki de çok zor. İlk olarak yetişkinler korosunu
dinledik. Korodaki ses uyumuna hayran kalmamak elde değil. Ezgiler arasında bir anda
kayboluyorsunuz duygular içinde bir yolculuk o kadar tatlı ve güzel ki, yaşanan acıyı, sevinci bir
anda karşınızda bulmanız olasılığı ile karşı karşıyasınız. Peki, bu ses uyumunun güzelliği müzikteki
keşif midir? Her söylenen parçada kendinizi kaybediyorsunuz ve o söylenen sözlerden mutlaka
kendinize de bir pay çıkarabilirsiniz. Çünkü; ben bu parçaları dinlerken duygularımın yoğunluğuna
dalmaktan kendimi alamadım. Tıpkı BATUM şarkısındaki kayboluş gibi.
Bu şarkı Yetişkinler Korosunun son şarkısıydı ben de bütün dinleyiciler gibi bu müziğe ve
şarkılara doyamamıştım. Ardından Gençler Korosu ile buluştuk. Koronun ilk şarkısı "Ihlamur
Ağacı"ydı. Bu şarkıdaki ağaç gibi insanların unutamadığı mazisinde mutlaka bir şeyler paylaştığı
acı olduğuna inanıyorum. Bu şarkı belki de bu anılarda yüklü ağacı bize hatırlatmaktaydı.
Şarkıların her zaman için bizlere aşkı yada sevgiyi anlatmadığını bazen de becerisizlikleri ve
bununla gelen üzüntüyü anlattığını "Acemi Avcı" şarkısında anladım.
Enstrümanlar olmadan da müziğin ritminin bu denli güzel uyumu karşısında hayranlığımı
saklayamadım doğrusu.
Peki sizlere soruyorum, gözlerimizi kapatmak, bu müzik güzelliğinin içimizdeki duygularla
buluşmamızı sağlıyorsa biz neden bu güzel müziği dinlerken gözlerimizi açık bırakalım?
Küçük büyük herkesin ilgisini çeken konser, Gülnarlılar tarafından da çok beğenilmişti.
Umarım bir gün -kısa süre sonra- bizim Meslek Yüksekokulumuzun Polifonik korosunu da dinleyip
duygularımı siz okuyucularımıza aktarırım.
Güngör KARYAĞDI
İnşaat - II
(*) Anlam 32. sayıdan
22. 22
SESSİZLİĞE MECBUR
Vahap KOKULU
Avuçlarının sıcaklığını hissederek,
yeni bir besteyi dinlerim,
Dudaklarından dökülen her ıslığın nağmelerinde
Gece gündüz...
Yaz kış ve sonbahar
Hele ilkbahar’da portakal çiçekleri mevsiminde..
Avagoda ağacının bitişiğinde, kocaman bir çam ağacının kenarında yuvam,
Kozalak ve iğne yapraklarının halısı serilmiştir sürekli...
Yanıbaşımda minicik bir sebze tarlası, banaduralar, süs biberleri, bir saptan yetişen
onlarca demet nane, güzelim güller, karanfiller, nergisler...
Börtüböcek, ateşböceği, minik kurbağa seslerinden arta kalan gecelerde ve şafakların
en alacasında, üst katımdaki kocaman piyanonun tuşlarında dolaşır elleri.
Yüreğinin derinliklerinden parmaklarına ulaşan duygular, sanatlaşır, besteleşir,
güzelleşir
Sonra sarar büyüler önce beni, en yakınında bekleyeni,
Sonra sarar önümüzde akdenize kadar uzanan portakal ağaçları kümelerini,
Sonra sarar büyüler batımızda Toros dağlarından yüksekleri yerine,
Denizi en yakından seyreden tepeyi seçmiş fıstık çamı ağaçları korusunu...
Sonra sarar büyüler elli yıldan beri olduğu gibi kesintisiz Anadolu’yu...
Yuvamızdan ana caddeye çıkarken, kenarları limon, portakal, yenidünya ağaçları ile
çevrili patikadan geçeriz, tenime dokunur Çukurova otları
Hep ürperirim.
Avuçlarının sıcaklığını hissederek,
yeni bir besteyi dinlerim,
Dudaklarından dökülen her ıslığın nağmelerinde
Gece gündüz...
Yaz kış ve sonbahar
Hele ilkbaharda portakal çiçekleri mevsiminde..
Haftada birkaç kez, sağımıza Akdenizi solumuza Torosları alır koyuluruz yollara,
Kilometrelerce...
Onun alnındaki sabah güneşinin pırıltısını izleyerek ve başbaşa...
Limonlu, Erdemli, Elvanlı, Tece, Viranşehir, Mersin, Efrenk Deresi, Deliçay Huzurkent, Tarsus,
Berdan Irmağı, Yenice, Adana, Seyhan Irmağı, Taşköprü, Yani Anadolu yolları...
Yolumuzun üzerinde Üniversiteler, Konservatuarlar, Kültür Merkezleri, Müzik
Evleri, Sanat Kulüpleri, Kitapçılar, Kütüphaneler,
Oralara gider saatlerce kalır, beni unutur, yapayalnız kalırım, buruk...
Sessizliğe mecbur…
Onu izlerim yerimden kıpırdamadan, müzik üretenlerin yanına gider, kıskanırım...
Orkestra şefleri, Sopranolar Alto'lar, Bas'lar, Tenorlar, çocuklar, minikler, minnoşlar,
Umut ışıkları, öğretmenler, gençler, notalar solfejler,
Türküler, Türkülerimiz...
23. 23
Cumhuriyetin müziğini, Atatürk'ü anlatır onlara, daha kalabalıklara,
Ben yalnız, ben, bekler ve dinler dururum onu parklarda
sessizliğe mecbur...
Avuçlarının sıcaklığını hissederek,
yeni bir besteyi dinlerim,
Dudaklarından dökülen her ıslığın nağmelerinde
Gece gündüz...
Yaz kış ve sonbahar
Hele ilkbahar'da portakal çiçekleri mevsiminde..
Sonra yine birlikte döneriz geldiğimiz gibi, kilometreler aşarız müzik adına
Haftada kaç gün kim bilir? Bazen akşam güneşinin alacası parlatır gözlerini,
Gözlük takar, hem de ne yakışır güzelime?
Bazen akşamın serinliklerinde "bugün ayın on dördü" eşlik eder bize...
Yuvama bırakır beni kendi elleri ile Onu öpemem.
Karanlıkta börtüböceklerin, ateşböceklerinin seslerinin hüznünü yaşarım.
Ben,
sessizliği mecbur...
O gündüzün ve gecenin herhangi bir saatinde üst katta, Piyanosunun başında üretir durur,
Gençliğe, Türkiye'ye, ve Dünya'ya.... Mutlu olurum.
Ben,
sessizliğe mecbur...
Ben kim miyim?
Ben Nevit Kodallı'nın otomobiliyim.
Toyota
06 EEM 03
Direksiyonda avuçlarının sıcaklığı hissederek,
yeni bir besteyi dinlerim,
Dudaklarımdan dökülen her ıslığın nağmelerinde
Gece, gündüz...
Yaz kış ve sonbahar
Hele ilkbahar'da portakal çiçekleri mevsiminde
ben,
sessizliğe mecbur…
24. 24
NEVİT HOCA'MIZLA SÖYLEŞİ
Necla AKBULUT
N.Akbulut - Sevgili Nevit Hocam, bizim çoksesli koromuzun kurulmasını ilk gündeme getiren,
derneğimizin kurucu başkanlığını yapan kişisiniz. Türkiye'de de ilk kez siz önayak oldunuz.
Ankara'da Polifonik Korolar Derneği'ni kurdunuz. Mersin'deki korolarımız da gelişti, büyüdü.
Minikler, çocuklar ve gençlik koroları oluştu. Tabi ilk olarak yetişkinler komşuyla başladık.
Korolarla ilgili bize neler söyleyeceksiniz. Koro zevkini nereden aldınız, kimlerden etkilendiniz.
Anılarınızdan da söz eder misiniz?
N.Kodallı - Koro zevki nasıl başladı bende?
Konservatuarda başladı tabii bu. Biliyorsunuz o zamanlar ne Opera vardı ne tiyatro vardı. Hep
yeni kurulmuştu. Benim giriş tarihim 1939. Ben de ufacık çocuktum. Orada koro çalışmaları vardı
fakat bana esas Opera Koroları'nda ihtiyaç duyuldu. Çünkü konservatuarda biz hem öğrenciydik,
hem de hepimiz, piyanistler, tromboncular bir elinden tutardık... Ve bayağı da iyi söylerdik. Birçok
büyük eseri o suretle çıkardık. Size sayacağım bu eserleri. Şaşarsınız. Tabi bu sayede hem Devlet
Operası'nın, hem Devlet Tiyatrosu'nun yasasının çıkmasına önayak olduk. Bu bakımdan çok
önemli, bizimki bir özveriydi. Hepimiz bu işe sarıldık. Beni özellikle şunun için istediler. Tabi
kompozisyon okuyan bir öğrencinin hem kulağı iyidir hem de bilgisi-görgüsü diğerlerinden daha
ileridir. Bir gün Cari Ebert geldi dedi ki. - Senden koroya girip söylemeni rica ediyorum.
Ben de tam o sıralarda mutasyon geçiriyorum, sesim çatal matal çıkıyor. Cari Ebert "Önemli
değil sen arkadaşlarını başlat, bize yeter." dedi.
Ben böylece koroda söylemeye başladım. Bakın neler söyledik...
Butterfly Operası'nda balıkçılar korosu, onun arkasından 9. senfoniyi söyledik biz. 1942
yılında. Ondan sonra Fidelio Operası'nda söyledim. Satılmış Nişanlı'da söyledim.
N.A. - Kaç kişi oluyor dunuz koroda?
N.K. - 30-40 kişiyi buluyorduk tabi. Ama size bir şey söyleyeyim mi, çok güzel söylüyorduk.
Ebert de bize tiyatroyu orada bayağı öğretmiştir.
Hepimiz çok başarılı olduk. Meselâ 9. senfoni çok zor bir eserdir biliyorsunuz. Ben bir de
Maskeli Balo da söyledim. Kompozisyon'un son sınıfına gelmiştim.. Gittim Ebert'e dedim ki "Bana
artık müsaade, çünkü ben mezun olacağım. Çok çalışmam lazım." Böylece ayrıldım. Tabi koroda
söylemek harika bir şey, beraber söylemenin zevkini ben orada almış oldum.
Bir şey daha ekleyeceğim.. Bizim o zaman ki durumumuz şu. Meselâ Fidelio'da mahkumlar
korosu söylüyorsunuz. Birçok mahkum olması lazım. Biz 15-20 kişiyiz ancak. Bu sefer de
tiyatrodan Cüneyt Gökçer’ler ve daha aklınıza kim gelirse hepsi figüran olarak çıkarlardı. Onlar rol
keserlerdi, biz söylerdik.
N.Akbulut - O zaman tiyatro sanatçıları da hem şarkı söyler, hem dans eder, hem tiyatro
yetenekleri müthiş güçlü kişilerdi.
N.Kodallı - Hepsi şan dersi alırdı. Şarkıcılar da tiyatrocularla beraber sahne çalışırlardı. Onun
için de o zaman yetişen sanatçılarımızın sahneleri aynen tiyatrodakiler gibi çok kuvvetliydi. Ben
size bir anımı anlatayım. Satılmış Nişanlı'yı oynuyorum. Orada kim dans edecek. O zaman bale de
yok henüz. Bizim baletimiz kimdir biliyor musunuz? Cüneyt Gökçer'dir.
Ben yalnız operalarda koroda söylemiyordum. Aynı zamanda perdecilik yapıyordum. Çünkü
elimde partisyon nerede kapanıp açılacağını ancak ben biliyordum. Daha neler neler... O günler tabi
çok güzel günlerdi.
25. 25
Benim her zaman düşündüğüm şudur. Dünyada en etkili ses insan sesidir. En kolay gibi
görünen yani masrafsız yapılan şey korodur. Yan yana gelindiği zaman her yerde koro
yapılabilmesi, hiçbir çalgıya ihtiyaç duyulmaması etkisini artırır.
Ben yurtdışına gittim geldim. Operada şefim. Korolar yetiştiriyorum, iyice haşır neşir oldum.
Bu çalışmalar gayet yorucuydu.
Temsillerden çıktığımızda, makyajımızı siliyoruz tabi... Bir tane eski otobüs var. Orkestra
doldurmuş otobüs gitmiş oluyordu. Biz buz gibi soğukta Halkevi'nden Cebeci'ye kadar yaya
yürürdük. İşin en acıklı tarafı da oydu.
N.Akbulut - Nevit Hocam bu çocuk korolarına nasıl el attınız?
N.Kodallı - 1960'lı yıllardı. Bir gün radyo dinliyorum. O zaman Ankara Radyosundan başka
radyo yok.
Bir çocuk programında bazı müzikler çalıyorlar. Çok acayip şeyler. Ne çocuk ruhuyla ilgisi var
ne de müzikle ilgisi var. Oturdum bir rapor yazdım TRT Genel Müdürlüğüne. TRT daha yeni
kurulmuştu. "Bu çocuk ruhuna aykırıdır, dikkatinizi çekiyorum" diye bayağı uzun bir rapor verdim.
Bir baktım raporuma çok ilgi gösterildi. Çağırdılar beni "ne yaparız?" Bir kere çocuk korosunun
kurulması lazım ve ayrıca da eldeki repertuarı bir elden geçirelim programın ne olması lazım.
Ondan sonrada elimizdeki literatürün ne olacağını saptayalım.
O zaman yanıma Mithat Fenmen'i verdiler bir de Saip Egüz'ü. Üçümüz oturduk 200'ü aşkın
müziği dinledik. Bunların içinden çocuklara uygun ancak 7 tane parça bulduk, kaydedilmiş.
Ondan sonra çocuk korolarını kurduk. Ama daha önemlisi repertuarı yaratmaktı. Olanca
gücümle uğraştım. Kendim yazdım, başkalarına yazdırdım. Yazılanları düzelt tim. Bu sayede her
radyoda bir çocuk korosu kuruldu. Bunun arkasından gençlik korosunu kurdurduk. TRT'de. 1971 de
bale kurslarını başlattım. Opera'da da çocuk korusunu kurdurdum. Bu diğer Operalara da sıçradı.
Bugün de hala başarıyla devam ediyor.
Bu çalışmaların çocukların kültürünü zevkini geliştirmede çok büyük katkıları vardır. Fakat bir
de bunun şu iyiliği vardır. Bugün konservatuarlarımızın kabul sınavına gidin başarılı çocukların
hepsi önce çocuk korolarında şarkı söylemişlerdir orada yetişmişlerdir. Kulakları düzelir. Yalnız
konservatuarlara kaynak yetiştirmek değil, bunun dışında bir faydası da şu Anneler babalar
çocuklarıyla gelip gidiyorlar çoksesli müziğe dolaylı olarak onlar da katılmış oluyor. Yani büyük
bir eğitim programı oluyor bu.
Bu korolarda söyleyenler bu tadı, bu dostluk duygusunu almış bir kere. Gençlik korolarından
ayrılanlar bir koro kurmak için bana geldiler. Koroyu kurduk, bir sene sonra da Ankara Polifonik
Korolar Derneğini kurduk. Uzun süre onların başkanlığını yaptım. Buraya gelince de beni onursal
başkan yaptılar.
Buradaki koromuzu nasıl kurduk onu da anlatayım. Bir gün bizde oturuyoruz. Selma "Nevit
ağabey artık buradasın, ne yapabiliriz?" deyince. "Sizin yapabileceğiniz bir tek şey var, müzikle
sanatla ilgili benim size yardım edebileceğim. O da bir koro kurmaktır."
Böylece işe başladık. Şimdi oldukça iyi bir koromuz var. Senin de dediğin gibi korolar koroları
doğurdu beş altı koroya eriştik. Ankara'da da durum aynı. Literatürde olmamasına rağmen kızlar
korosu bile kurdular. Hatta koroya gelen çocukların anne ve babalarından bir koroları var.
Tabi böylece bütün Türkiye'ye örnek olduk, önce TRT ile başlayıp... Bütün Türkiye sathında
şimdi bilmiyorum kaç koro var. Bir korolar şenliği yapıyoruz 80-90 koro geliyor Ankara'ya... Tabi
bu büyük bir gelişme. İşte bizim yapmak istediğimiz de buydu zaten.
26. 26
N.Akbulut- Nevit Hocam bizim duymadığımız ne çok anınız vardır kim bilir? Sizi yetiştiren
hocalarınızı, arkadaşlarınızı yazdınız... Peki kıskandığınız, gıpta ettiğiniz sanatçılar, çok
beğendiğiniz besteciler, sizi etkileyenler oldu mu? Biraz da sohbeti bu yöne kaydıralım.
N.Kodallı- Vallahi benim kıskançlık diye bir huyum yoktur. Fakat imrenme huyum vardır Bu
yıkıcı bir şey değildir. Her yazılan esere büyük saygım vardır. Yalnız eskilere değil yenilere de.
Çünkü bir eserin nasıl yazıldığını, nasıl güç yazıldığını çok iyi biliyorum. Onun için şu iyidir, şu
kötüdür demem, hepsine saygı duyarım.
Ben çok yönlü çalıştım, çok yönlü yazdım. Devlet tiyatrosunda 250'yi aşkın tiyatro müziği
yazdım. Bunların içinde Oidipus var Lisistrata var, Güzel Helena, benim Opera olarak yazdığım
Tanrılar ve İnsanlar var. Geçenlerde yitirdik biliyorsunuz. Orhan Asena'yı, benim büyük dostum ve
kardeşimi. Tanrılar ve İnsanlar'ın yazarı. Cadı kazanı, Atçalı Kel Mehmet.. Kaç tane de çocuk
müzikli oyunu yazdım biliyor musunuz? Ki çocuklar alışsın diye, bir örnek olsun diye bunları
yaptım. Puf'la Paf vardı, Ihlamur Nine... Çoğunun da ismini unuttum. Birçok çocuk müziği yazdım,
yazılanları düzelttim. Bir hayli marş yazdım. Bilmiyorum kaç tane yazdım. Tiyatro müzikleri benim
için çok önemliydi. Tiyatro müziklerini yazmak sayesinde devamlı tiyatronun içindeyim. Eğer Van
Gogh Operası'nı yazabildiysem, bir Gılgameş'i yazabildiysem tabi tiyatro bilgim, daha doğrusu
duyuşum sayesinde bunlar oldu.
Tiyatro müziklerinden sonra bale için de yazdım. İki tane koca bale yazdım. Bir tanesi hala
oynanıyor. Hürrem Sultan.
Ayrıca çok Lied yazdım. Şimdi pek tanınmıyor. Eskiden tanınıyordu. Ama şimdi o kültürde
insan çıkmıyor şarkıcılarımızdan... Çünkü Lied dediğiniz şiir gibi. Şiir nasıl herkesin kolay kolay
söyleyemeyeceği, okuyamayacağı bir şey olduğu gibi...
1946 yılında 7 tane poem yazdım şan ve piyano için. Bunlar aynı yıl içerisinde Ankara
Radyosu'nda söylendi, sonra da İsviçre Radyosu'nda adapte edilip söylendi. Benim Şan'la her
zaman ilgim oldu.
Unutmadan bir şey daha söyleyeyim. Konservatuarda tuhaf tuhaf çalışmalarım oldu. Oturdum
bağlama çalmayı öğrendim. Niye? Halk müziğimizi daha iyi tanıyayım diye tabi... Sarı Recep'le,
Muzaffer Sarısözen'le konserler verdik biz. Oturdum viyola aldım çalıştım. Yaylı sazların hepsine
bu suretle gayet hakim oldum. Oturdum saksofon aldım çalışmaya başladım. Flütçü çocuklar
yardım etti, öğrendim. Allegro Barboro diye Bartok'tan eserler çalacak hale geldim. Ama o sayede
bütün nefesli sazları öğrenmiş oldum. Oturdum şan dersi aldım biliyor musunuz siz?.. Gittim hem
de zamanın şan hocalarından ders aldım
Evet dönelim tekrar bizim Liedlere. Fransa'da memleket hasreti mi nedir 1949'da pastişler
yazdım yani benzetmeler. Bunlar Karacaoğlan'ın şiirlerini aldım, özgün, şeyler yazdım ama halk
türküleri ağzında. Zaten pastiş demek öykünme bir çeşit ama stil öykünmesi. 1951 yılında da Aydın
Gün onları Paris Radyosu'nda söyledi.
1958 yılında Ümit Yaşar Oğuzcan hem hemşerimiz hem arkadaşım bana bir kitap verdi. Garip
Şiirler Antolojisi. Ben bunu okudum bayıldım. Bana göre içinde esprili şeyler vardı. 20 tane filan
onların içinde Lied yazdım. Orhan Veli var, Cahit Külebi, Oktay Rıfat, rahmetli Can Yücel bile
vardı. Yıllarca Liedler yazdım. En son biliyorsunuz bu yıl Ahmet Yeşil için yazdım, onun
tablolarıyla ilgili. Ahmet Yeşil kitabının tanıtım gününde Konservatuardan bir öğrencimle sunduk
seyircilere.
N.Akbulut- Halk türkülerimizi çok seslendirdiniz...
N.Kodallı- Tabi, çok değil. Ben türkülere dokunmam aslında. Saygım büyüktür. Daha çok
kendim yazarım, türkü ağzında yazarım. O zaman daha rahat ediyorum.
Ayrıca film müzikleri yazdım. En önemlisi Murat'ın Türküsü, senaryosunu bizim Yaşar
Kemal'in hazırladığı hemşerimiz Atıf Yılmaz yönetti. Pembe Kadın'a yazdım. Yıldız Kenter'in
oynadığı.
Müzikallere ilk defa adaptasyon yaptım. Kiss mi Kate, My Fair Lady, Damdaki Kemancı...
Bunlara yaptığım gibi kendim müzikli oyunlar da yazdım. Bunlardan biri Orhan Asena'yla beraber
yaptığımız Fadik Kız. Halkla ilgili bir oyun. Yıldız Kenter'ler oynamışlardı.
İşte bir ömür böyle geçip gidiyor.
27. 27
N.Akbulut - Ama hocam en güzel, en yararlı biçimde geçiyor Hep tekrarladığım bir şeyi gene
söylemek istiyorum. Müzik en evrensel sanat dalı. En şanslı sanatçılar da besteciler ve şairler
bence... Notalar ve dizeler sonsuza kadar uçuşacak Evren'de..
Sizin yaptığınız çok yönlü çalışmayı kendi sesinizden öğrendik. Biliyoruz ki siz aynı zamanda
Orkestra Şefi olarak da çalıştınız. Bu çalışmalarınızı da anlatır mısınız?
N.Kodallı - İleri devre kompozisyon eğitimine başladığım zaman orkestra şefliğine de
çalıştım. Benim ilk hocam Hindemith'in zamanında Ankara'ya gelip Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası'nı adam eden kimse... Proterous... Bu Proterous öyle enteresan bir insan ki 15-20 tane
Haydın'ın senfonisini ortaya çıkarmış bir adam.
Bir anımı anlatayım. Bülent Arel'le beraber derse giriyoruz. Bize önceleri anahtarla
transpozisyon yapmayı öğretti. Veriyor Bach'ın dört anahtarını ayrı ayrı "İki ton aşağıdan" diyor.
Uff bütün notalar dönüyor. Biz onu yapıyoruz. Uğraşıyoruz, çalışıyoruz. Bir yanlış yaptığım zaman
benim sırtıma "gümm" diye bir yumruk. Bülent yaptığı zaman - kafası onun biraz açıktı, keldi -
şırrak diye kafasına bir şaplak. Bir gün Bülent çok kızdı, dedi ki... "Efendim niye Nevit'in sırtına
vuruyorsunuz da benim sırtıma vurmuyorsunuz, başıma vuruyorsunuz hep..." Ondan cevap; "Çünkü
efendim sesi çok hoşuma gidiyor..." Bunun üzerine Bülent gülmeye başladı... Çünkü espriden çok
anlayan bir arkadaştı.
Sonra Ferid Alnar Hoca'yla çalıştım... Fakat Paris'e gidince ilk işim Honeger'le kompozisyon
çalışmalarımı ilerletirken Ekol Normale'de orkestra şefliği kısmına girdim. Jean Furmey'la orada 4
yıl çalıştım. Türkiye'ye döndüğümde beni konservatuar yüksek kısma hoca tayin ettiler. Opera'da da
idare etmeye başladım. Kendi eserlerimi, senfonik konserlerde orkestrayı idare ettim. Tabi bu arada
en çok idare ettiğim de Atatürk Oratoryosu olmuştur. Operalarımın prömiyerlerini hep ben yaptım.
N.Akbulut- Nevit Hocam bunca eser yazdınız, yönettiniz... Birde Orkestra Şefi oğul
yetiştirdiniz. Şimdi Mersin Operamızın Orkestra şefi oldu, görevine başladı. Murat Kodallı hem
piyanist hem orkestra şefi olarak yetişti. Bu nasıl bir duygu, nasıl yetiştirdiniz oğlunuzu?
N.Kodallı - Tabi ki benim için güzel bir şey. Oğlum da benim yolumda gitti. Murat hem
yüksek piyanodan mezun oldu, hem de kompozisyondan Necil Kâzım Akses'den hem de benden
ders aldı. Kompozisyonda da ilginç eserleri var, yazıyor çünkü. O Viyana'ya gittiği zaman aynen
benim yaptığımı yaptı. Yüksek Lisans olarak kompozisyonu bitirdi. Orkestra şefliğine orada
başladığı için o biraz daha uzun sürdü. Döndükten sonra burada konserler verdi. İlk önce Bilkent'te
verdi eşi Yelda ile beraber. Sonra burada verdi. Gördüm ki o çocuk oralarda boşu boşuna
çalışmamış. Viyana'daki, Viyana Müzik Akademisi dünyada ünlü bir okul. Çok da zordur. Ve tabii
göğsüm kabardı... İyi bir müzisyen yetiştirdik, kazandık diye.
O daha kariyerinin başlarında tabii. İleride çok daha büyük bir orkestra şefi olacağını
biliyorum. Zaten şimdiden çok sağlam. Repertuarı da hayli geniş. Çünkü Viyana Operası'nda bir
orkestra şefinin yanında çalıştı hep.
N.Akbulut- Peki Murat yönetirken hiç hatalarını buluyor musunuz? Yani kulağını filan
çektiğiniz oluyor mu?
N. Kodallı - Yok hayır o artık yetişti, tam anlamıyla bir sanatçı olarak çıktı karşımıza. Ben tabi
çok onurlandım, gururlandım oğlumun çok sağlam yetişerek dönmesinden. Şimdiye kadar yaptığı
çalışmalarda hiçbir eksiğe rastlamadım. Dört başı mamur bir orkestra şefi olarak göründü bana...
Tabi kompozitör olması büyük bir şans. Bir orkestra şefi kompozisyon bilmezse hiçbir zaman
gerektiği kadar ilerleyemez.
N.Akbulut- Kodallı ismi Mersinle özdeşleşmiş bir isim olarak hep yaşayacak. Size sağlıklı
uzun ömürler diliyoruz. Bizlere katkılarınız için teşekkür ediyoruz. Sağ olun...
N.Kodallı- Bu sağlıklı uzun ömür dilekleri güzel de.. Hep beraber olunca güzel olur. Ben
teşekkür ederim.
28. 28
NEVİT KODALLI
Ertuğrul KARAOĞUZ
"Çağımızın müziğini geliştiren olgulardan birinin de folklor" olduğu bir gerçektir. Halk ezgileri
"SANAT MÜZİĞİ" bağlamında gündeme gelmiş ve ülkelerin "KÜLTÜR" kimliği kazanmalarına
kendi ulusal özelliklerini taşıyan müziği üretmelerine esas olmuştur.
Halk ezgilerinin çoğu "ŞARKI" olarak kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa kaldığından bu
"Müzikte" konuşma dilinin, dilin vurgusunun ve yapısının büyük önem taşıdığı bilinmektedir. 20.
yüzyıl başlarında folklorizm; başta Macar Bela Bartok gibi bestecilerle halk müziği olarak bilimsel
yöntemlerle işlenmiş ve Avrupa'yı etkisi altına almıştır. Yine Macar KODALY yüzlerce özgür halk
ezgisini notaya geçirmiş ve geniş soluklu büyük orkestra yapıtlarında örneğin "TAVUSKUŞU"
çeşitlemelerinde MACAR folklorunu tüm görkemiyle duyurmuştur. Bu akım Avrupa'yı sardığı gibi
ülkemiz müziğinde de halk ezgileri NEVİT KODALLI Hoca'mızın da çıkış noktasını oluşturmuş
tur kanımca...
Önceleri halk ezgileri doğrudan alınıp "çok sesli" yapıda işlenmiş, daha sonraları da bir
özümleme ile özgün değişlerin çıkması sağlanmıştır.
NEVİT KODALLI işte bu bestecilerden biridir. "Halk ezgileri ve ritimlerini kendine özgü bir
müzik dokusu içinde birleştirmekle çağımıza yeni bir renk kazandırmıştır:" Onun çağında Anadolu
folklorunu inceleyen batılı bestekârlar bile bestelerinde,Türk halk Müziğinin etkisinde kalmışlardır.
Örneğin, Fransız besteci Lully'nin, Moliere ile ortak yazdığı "Kibarlık Budalasında" mehter vurma
çalgıları ve sözcükleri vardır.
İkinci Viyana kuşatmasından sonra tüm Avrupa "Türk"e ait her şeyin akımını yaşamıştır.
İngiltere'ye kadar uzanan bu akım, kahveden, lokuma, giysilerden, maskeli balolara, karnavallara,
cambazlara, kuklalara kadar etkisini göstermiştir.
18. yüzyılda Türk esinli yapıtlar Handel'in "Timur Operası", Vivaldi'nin "Beyazıt Operası" ve
de daha birçok yapıtlar...
Türk marşları yazmak Batılı her bestecinin özlemi halindedir 18. yüzyılda... Mozart'ın
"Allaturca"sı, "Saray Kıskançlıkları", "Saraydan Kız Kaçırma"... Beethoven'in Atina
harabelerindeki "Zincire Vurulmuş Dervişler ve Korosu" şarkı ve dansları Türk Marşı havasındadır
ve 9. Senfonisi Türk müziğinin vurgusal niteliklerini taşımaktadır.
NEVİT KODALLI Hoca'mız ve arkadaşları Türk Beşlerinden sonra ikinci kuşak çok sesli Türk
müziği bestecileri olarak ortaya çıkmışlar ve dünyaca ünlü eserlere imza atmışlardır.
Bu bestecilerin Halk müziği orkestra yapıtları, keman ve piyano konçertoları ve bale müzikleri
ilgi alanları olmuştur.
NEVİT KODALLI ve arkadaşları geleneksel renkleri Batı ritmi ve melodi anlayışı içinde
korumaya Türk müziği makamlarından (kaçılmaya) özen göstermişlerdir. (Zaman içinde müzik-
Evin İlyasoğlu)
Halk ezgi ve ritimlerini kendisine özgü bir müzik dokusu içinde birleştirmekle çağımıza
renkler kattığı ve müzisyenlerimize ülkelerinin geleneksel renklerini koruma bakımından yol
gösterici olan NEVİT KODALLI Hocamız sanatın her kesimi için "DUAYEN"dir. Bence yalnızca
onu seviyorum demek değil "İLKELERİNİ" özümlemek lazım.
29. 29
NEVİT KODALLI'YLA
Dırahşan BULUT
Sevgili Arkadaşım Necla,
Beni arayıp Nevit Kodallı Hocamızı anlatan bir yazı yazmamı istediğin zaman çok
heyecanlandım. Ben şimdi yaşayan tarih, koskoca Nevit Kodallı'yı bir iki parşömen kağıdına nasıl
sığdırabilirim diye düşündüm. Kalemi kâğıdı elime alınca, geçtiğimiz yıllarda yaşadıklarımız hep
belleğime üşüştü.
Hatırlıyor musun, televizyon için hazırladığım bir sanat programı için Nevit Hocayla
sözleşmiştik. Kültür Merkezi'nin önünde buluşacaktık. Canlı yayın için Hocayı televizyon
stüdyosuna götürmemiz gerekiyordu. O heykelin önünde, ben ise arkasında birbirimizi bekleyerek
vakti geçirip yayını gerçekleştirememiştik. Sonunda senin arabuluculuk çabalarınla olay ortaya
çıkmıştı. Hala birlikte hatırlayıp güleriz.
Bu anıların en unutulmazlarından biri de Karadeniz gezimizdi. On gün boyunca Ali
Merzeci'nin rehberliğinde Samsun'dan Sarp'a kadar olan yemyeşil yolculuğumuz ne güzeldi. Senin
yemek tariflerinden dolayı verilen molalarda içtiğimiz kahvelerin, mısır ekmeklerinin, taptaze
pidelerin tadı hiç unutulur mu? Akşamları Kodallı çiftinin tarih kokan sohbetleri, yapılan espriler,
Nevit Hocamızın anlattığı fıkralarla nasıl da keyifliydik. Yaşayan Cumhuriyet sanatçısının günlük
hayatı içinde olmak, ondan bir şeyler öğrenmek hem mutluluk hem gurur vericiydi.
Necla'cığım, meraklanma, Ankara Müzik Festivali'ne gidişimizi anlatmadan geçer miyim?
Doğan Akça, Selma Yağcı, Vahap Kokulu, sen ve ben festivalin Atatürk Oratoryosu ile açılacağını
duyup, heyecanlanıp, bir günlüğüne yollara düşmemiş miydik? TRT'den birlikte izin almıştık ve bu
büyük sanat olayını ertesi gün yerel televizyondan Mersinlilere izletebilmiştik.
Onunla birçok defa çekim yapmıştım ama onu ilk kez farklı bir heyecanla, bu yıl Mersin
Devlet Opera ve Balesi'nin açılışında oğlu Murat Kodallı'nın yönettiği Atatürk Oratoryosu'nda
görmüştüm. Bir babanın mutluluğunu kıvancını tüm salonla paylaşmıştı...
Necla'cığım birbirinden değerli anıları,
yaşanmışlıkları bana anımsattığın ve paylaştığın için
ayrıca Mersin'in (özellikle de Mesudiye mahallesinin)
gururu Nevit Kodallı hakkında yazı yazma fırsatını
verdiğin için teşekkür ederim. Senin yanaklarından,
Kodallı'ların ellerinden öperim.
30. 30
KODALLI BAHÇESİNDEN BİR ÇİÇEK
Müşerref ÖRÜNK
Yıllar önce bir gün Cemal Emek Bey'in telefonu çalar:
"Ben Nevit Kodallı, Ankara'dan Mersin'e taşınacağız, nakliye için sizi tavsiye ettiler" der.
Nevit Kodallı'nın Ankara Bahçelievler'deki evinden eşyalarını alıp Mersin Limonlu'daki bahçe
içerisindeki evine taşıdık. Eşyaların içerisinde çok önemli bir şey vardı. O da Hoca'mızın
piyanosuydu. Benim de evimde 150 yıllık bir ud bulunduğunu bunu kızım Nida'ya öğretmeye
çalıştığımı, daha geliştirmesi için neler yapmayı tavsiye edebileceğini sorduğumda;
"Yahu, getir O'nu bir dinleyeyim" dedi.
Sonra bir gün kızım Nida'yı alıp Hoca'mın evine gittik. Hocam piyanoda bastığım sesleri o
veya u şeklinde çıkardığını görünce;
"Peki piyanoya arkanı dönerek de bu sesleri çıkartabilir misin?" dedi.
Dinlemekte olan eşi Olcay Hanım da "Nevit çocuğu zorlamıyor musun?" dediğinde, yok O
bunu başarır diyerek kızıma cesaret verdi.
Nida o sesleri de en iyi şekilde çıkardık tan sonra Nevit Hocam;
"Bu kızımız, konservatuar eğitimi almalı." dedi. Bize neyi, nasıl yapacağımız konusunda
tavsiyelerde bulundu. Bizde Hocamın tavsiyeleriyle hareket ederek kızımı konservatuar sınavlarına
hazırladık. Kızım girdiği sınavlarda başarılı olarak Mersin Devlet Konservatuarına girdi. Şu anda
Keman bölümü orta son sınıf öğrencisidir.
Cemal Bey, benim Nevit Kodallı Hoca'mızla tanışmamda böyle oldu der. Ben bunu Emek
Nakliyatın sahibi Cemal Emek Bey'in ağzından dinledim ve etkilendim. Hocam'ın müziğin
bahsedildiği neredeyse her yerde, hepimizin üzerinde bir emeği ve hakkı var diye düşünüyorum. Bu
anekdotu da Hoca'mızla geçen altı yılın en güzellerinden biri olarak sizlerle paylaşmak istedim.
Nevit Hocam, size ve sevgili ablamız Olcay Hanım'a sağlıklı uzun bir yaşam diliyorum.
31. 31
Koristlerden
HOCAM NEVİT KODALLI'YA
Necmiye ÇİFTÇİ
Yetişkinler Korosundan
Sevgi yüceliktir, büyüklüktür. Sevgi kanıt ister, kanat ister, kanatlanmak ister. Sevgi inanç
ister, bağlılık ister. Sevgi dostluğu getirir, ulaşılması zor ilahi bir duygudur. Sevgi yürek ister,
yürekte saklı kalır, o yüreğe sahip olmak gerekir.
Sevgili Hocam. Sn. Nevit Kodallı; Siz müziğin sınırsız sevisinin evrenselliği içinde bir müziğe
bağlanmış, o ilahi duyguyu tatmış, onunla yücelmiş kanatlanmış, erişilmez mutluluklara ulaşmış ulu
bir çınarsınız.
Ben bu çınarın altında her daldan, her yapraktan damla damla feyiz alıyor, yüreğimi müziğin
dostluğu, doyumsuz güzelliği ve sevgisiyle ısıtıyor, ısıtıyorum.
Sayın Hocam yüreğinize sağlık, gönlünüze sağlık.
***
"O"nu ilk gördüğümde, Nevit Kodallı, Hoca, bu bey olsa gerek dedim. Disiplinli, ama sıcak,
esprili, sevecen bakışlı, bu saygıdeğer insanı tanımak, onunla çalışabilmek bizim için büyük bir
şans..
O, ulu bir çınar. Yapraklar şarkı söyleyen, koyu gölgesi huzur veren....
Sabahat YÜKSEL
***
O değerli insanla tanışmak, fikirlerinden faydalanmak O'nu görene kadar benim için bir
hayaldi.
Lise ve üniversitedeyken O'nun şarkılarını söylerdik ama, bunları yaratan veya çok seslendiren
o güzel insanla birazcıkta olsa bir şeyler yapabilmek, değerli görüşlerini alıp daha güzel için
uğraşmak mesleğin ve bunun için bir şeyler yapmaya çalışmak hiç aklıma gelmezdi. O bize genç
gönlü ve bitmeyen enerjisiyle topluma bu şeyler yapma sorumluluğuyla her zaman önder olacaktır.
Teşekkürler canım hocam Allah sana ömür versin. Yapacak çok işler var.
Ayşe FAHLİOĞULLARI
ÜSTAD
Sene 1995 Tarsus Sen Pol Kilisesi'nde İtalya'dan gelen Kardinaller Episkoposla beraber ayin
ve sempozyum toplantısı yapacaklardı.
Sayın Prof. NEVİT KODALLI'yı davet etme şansını ararken birden aklıma kendilerine telefon
etmek geldi.
Sayın Nevit Kodallı'nın şahsını tanımıyordum. Ama bir cesaretle telefona sarıldım, karşımda
bir ses, kendimi tanıttım, "Buyurun dedi" Tarsus'taki etkinliği anlatarak, Sayın eşinizle birlikte
sizleri davet ediyorum kabul buyurun dedim. Çok memnun oldu ve 28 Haziran 1995 sabahı hep
beraber gittik.
O DERİN BİLGİSİNE, TEVAZUUNA hayran kaldım ve süregelen dostluğumuz benim için
hep bir övünç kaynağıdır.
Hiç kimse vasıta olmadan, kendileriyle tanışmam her zaman bende güzel bir ANI olarak
kalacaktır.
Lina NASİF
32. 32
NEVİT KODALLI'NIN YAŞAMI ve ESERİ
Dr. Erdoğan OKYAY
Cumhuriyet dönemi besteciler kuşağının önde gelen temsilcilerinden biri olan Nevit
Kodallı'nın doğum yılı 1924 olarak bilinir. Oysa Kodallı'nın gerçek doğum tarihi 12 Ocak 1925'tir.
Resmi belgelere yanlışlık sonucu geçtiği sanılan 1924 yılı, besteciyle ilgili pek çok kaynak eserde
kullanılmış, bu nedenle bestecinin kendisince de böylece kabul edilmiştir. Başka bir farklılık adının
yazılışı için de geçerlidir. O yıllardaki gelenek ve yazım kurallarına göre Mehmed Nevid adı verilen
Kodallı'nın ön adı giderek yazılmaz, olmuş, adı Nevid ise (t) ile yazılmaya başlanmış ve Nevit'e
dönüşmüştür. Bestecimizi bugün Nevit Kodallı adıyla tanıyoruz.
Nevit, ailesinin beşinci ve en küçük çocuğu olarak Mersin'de dünyaya geldi. Annesi Melek
Hanım, Girit'li bir ailenin kızıydı. Babası A. Rıfat Bey, Adana'dan gelerek Mersin'e yerleşmiş bir
devlet memuruydu ve Mersin'de kurulmuş olan Ziraat Bankasının müdürüydü.
Nevit'in çocukluğu ve ilk ile ortaokul çağları Mersin'de geçti. Eski çağlardaki adı Zefirion olan
Akdeniz kıyısının bu güzel liman kenti, köklü bir uygarlığa sahipti ve Cumhuriyetin ilk yıllarında
canlı bir ticaret ve kültür-sanat merkeziydi. Nevit Kodallı, ileride Mersin için yazdığı bir yazısında,
geriye bakarak bu uygarlığı hatırlatacak ve "bir kez daha, böylesine köklü bir uygarlığa sahip yerde
doğmuş olmanın, kısacası bu hemşeriliğin öğüncünü ve kıvancını yaşadım. İyi ki bu kentte
doğmuşum!..."1) diyerek doğduğu kente duyduğu sevgi ve bağlılığı dile getirecektir. Gerçekten
küçük Nevit, kişiliğinin ve müziğe yönelişinin biçimlendiği çocukluk yıllarındaki Mersin'den, onun
hoşgörülü kültür-sanat dokusundan çok şeyler almış, ama sanatçı yaşamının olgunluk çağların da da
Kodallı olarak bu kente çok şeyler kazandırmış, Mersin'in kültür-sanat yaşamını zenginleştirmiştir.
Nevit, küçük yaşlardan başlayarak önce ailesi içinde müzikle tanıştı. Babası tambur çalıyor ve
geleneksel Türk sanat müziğini amatörce, ama çok seçici bir zevk ile icra ediyordu. Arkadaşlarıyla
düzenledikleri müzikli toplantılara küçük oğlunu da birlikte götürüyordu çoğu kez. Nevit,
geleneksel Türk sanat müziğinin en güzel örnekleriyle bu yolla tanıştı, onları dinledi, ama bu müzik
türüne ilgi duymadı. O daha çok ablasının ve ağabeylerinin çaldıkları evrensel müzik çalgıları ve
örneklerini seviyor, onlardan hoşlanıyordu. Ablası Nimet Hanım, udun yanında piyano da
çalıyordu, öğretmendi. Hamdi ve Nihat Ablası Nimet Hanım ile ağabeyleri sırasıyla keman ve
mandolin çalıyorlardı. Evde sık sık bu çalgılarla müzik yapılıyordu. Ama onun ilk gerçek müzik
öğretmeni, ailenin en büyük çocuğu olan Hayri Ağabey idi.
Hayri Kodallı, müziğe mandolin çalarak başlamış, daha sonra da Mersin'de oturan bir İtalyan
müzikçiden keman öğrenerek kendisini yetiştirmiş amatör bir müzikçiydi. Sonraları viyolonsel de
öğrenmişti. Kardeşleri ve arkadaşlarıyla sık sık evde ve Halkevinde toplanıp müzik yapıyorlardı.
Halkevinde çalgı kursları da açıyordu.